Haberin Kapısı
2021-02-24 20:49:58

Okumuş Cahillerde Var!

Mehmet Salih Arslan

24 Şubat 2021, 20:49

Kur’an-ı Kerim’i okuyan mümin ile münafığın misali, su içen bal arısı ile yılana benzer. Bal arısı su içer bal üretir, yılan su içer zehir üretir. Mü’min Kur’an okur, imanı, takvası ve hayrı artar, münafık Kur’an okur – şüphe ve art niyetle yaklaştığı için – münafıklığı ve kötü ameli artar.

ALLAH Kelamı olan Kur’an-ı Azimuşan’ın her bir Ayet-i Celile’si, mucizelerle dolu olduğu halde ve bu mucizeleri müşahede eden nice araştırmacı gayri-Müslimlerin Müslüman olduğu halde, maalesef Müslüman olduğunu iddia eden ya da Müslüman olduğunu sanan bazı münafık, okumuş cahiller, Kur’an-ı Kerim’in ALLAH Kelamı olmadığını, O’nun (haşa) beşer sözü olduğunu iddia edecek katar aptallık ve beyinsizlik sendromu yaşamaktadırlar! Kur’an-ı Kerim, böylelerini “ Kitap yüklü merkepler ” diye tasvir eder. (1) Bu bedbahtların sapkınlık içerisinde olduklarını ispatlayan ALLAH Kelamından, işte bazı Ayet-i Celileler:

Rahman Suresi, 19 ve 20. Ayet-i Kerime’ler:

“Kavuşmak üzere iki denizi salıvermiştir. (Ancak) İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerine karışmazlar!”

Uzun yıllar araştırmalar yapan deniz bilimciler, kimyevi yapıları farklı olan iki denizin birleştiği yerde, muhteviyatlarının birbirine karışmadığını ve arada bir perdenin olduğunu müşahede etmişlerdir. Bu araştırmacılardan Kaptan Cousteau ve Prof. Dr. Heyy, konuyla ilgili olarak şöyle açıklama yapmışlardır: Araştırmalarımızda, önce Akdeniz’in kendine özgü tuzluluk ve yoğunluğunu tespit ettik. Daha sonra, onunla birleşen Atlas Okyanusu’ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı yapıda olduğunu gördük.

Oysaki Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin, tuzluluk ve yoğunluk gibi yapılarının eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Ancak bizi şaşkına çeviren bir durum vardı. Zira bu iki denizin karışmasına harika bir su perdesi engel oluyordu. Daha sonraki incelemelerimizde, farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

14 Asır evvel, bilim ve teknolojiden son derece yoksun bir dönem ve coğrafyada nazil olan bu ayet-i kerimelerin zikrettiği mucizevi hakikatin, asırlar sonra keşfedilip ispatlanması, O’nun bir beşer sözü olmayıp, Allah’ın sözü olduğunu kanıtlamaktadır.

Mü’minun suresi 14. Ayet-i Kerime:

“Sonra o meni damlacığını, asılıp tutunan hale dönüştürdük. Peşinden, onu bir çiğnemlik ete çevirdik. Bu çiğnemlik eti de kemiklere çevirdik ve bu kemiklere de et giydirdik.”

Ayet-i Kerime’de, insanın ana rahmindeki ilk yaratılış merhaleleri belirtilmektedir. Modern tıbbi teknolojik bulgular da göstermiştir ki, Ayet-i Kerime’de belirtildiği gibi, önce döllenmiş yumurta hücresi rahim duvarına asılıp yapışmakta, peşinden çiğnemlik et şeklini almakta, sonra kıkırdaklaşan omurlar, kemiklere yani iskelet şekline dönüşmekte ve ardından da kemiklere kaslar giydirilerek insan şekline getirilmektedir.

Bilimsel teknolojinin olmadığı, 1400 yıl evvel nazil olan Kur’an-ı Azimuşşan’da, bu detayın bildirilmesi O’nun beşer sözü olmayıp ALLAH Kelamı olduğunu ispatlamaktadır.

Taha Suresi, 53. Ayet-i Kerime:

“Böylece o (su) ile çeşitli bitkilerden çiftler çıkardık.”

Ayet-i Kerime’de, bitkilerin çift olarak yaratıldığı belirtilmekte olup, bu hakikat, asırlar sonra teknolojik aletlerle yapılan incelemelerde, tohumlu ve çiçekli bitkilerde erkek ve dişi hücrelerin olduğu ve bu organlar sayesinde bitkilerde üremenin gerçekleştiği kanıtlanmıştır. Erkek üreme hücrelerinin ürettiği tozlar, rüzgârlar veya bazı hayvanlar vasıtasıyla, dişi üreme hücreleriyle birleşerek, tohumlar oluşmakta ve bu tohumlardan da bitkiler oluşmaktadır.

Bu bilginin, 1400 yıl önceki insanlar tarafından bilinmesi muhal olup, o dönemde nazil olan Kur’an-ı Kerim’de haber verilmesi, O’nun ALLAH Kelamı olduğunu tescil etmektedir.

Zümer Suresi 6. Ayet-İ Kerime:

“…Sizi, annelerinizin karınlarında, bir yaratılıştan başka bir yaratılışa geçirerek, üç karanlık içinde yaratmaktadır.”

Ayet-i Kerime’deki “bir yaratılıştan başka bir yaratılışa, üç karanlık içinde” ifadeleri, bebeğin embriyo gelişimi sırasında birinden diğerine farklılaşan, üç ayrı evreye ve üç karanlık bölgeye işaret edilmektedir.

Kur’an-ı Kerim’in nuzulünden asırlar sonra, modern biyoloji, teknolojik aletlerle, bebeğin embriyolojik gelişiminin Ayet-i Kerime’de bildirildiği gibi farklı evrelerde ve üç karanlık bölgede gerçekleştiğini ispatlamıştır. Bu farklılaşan evreler:

Preembriyonik evre (ilk 2,5 hafta), Embriyonik evre (2.5 haftadan 8.haftanın sonuna kadar) ve Fetal evre (8. haftadan doğuma kadar).
Üç karanlık bölge ise:

1) Batın duvarı karanlığı,

2) Rahim duvarı karanlığı,

3) Amniyon kesesi karanlığı dır.
On dört asır önce, biyolojik incelikler bir yana, çoğu okuma yazmayı dahi bilmeyen insanların yaşadığı dönemde, bu ince bilginin Kur’an-ı Kerim’de haber verilmesi, kesinlikle O’nun ALLAH Kelamı olduğunu göstermektedir.

Tarıq Suresi, 11. Ayet-i Celile:

“Dönüşlü olan göğe and olsun!”

Bu Ayet-i Celile’de göğün, kendisine yükselen birtakım şey­leri geri gönderme özelliğine sahip olduğuna işaret edilmektedir.

Modern meteorolojik araştırmalar göstermiştir ki, okyanuslar, denizler ve su kaynakları, güneş ısısı sebebiyle buharlaşıp gökyüzüne yükselmekte ve yükselen buharlar, belirli katmanda yoğunlaşıp su damlacıklarını meydana getirmektedirler. Bu su damlacıkları, rüzgârların karadan taşıdıkları toz parçacıklarıyla aşılanarak, bulutların oluşmasını sağlamakta ve oluşan bulutlardan da su damlacıkları, yağmur olarak tekrar yeryüzüne geri dönmektedirler.

Gökyüzünden geri dönen şeyler, sadece su damlacıkları olmayıp, kızıl ötesi ısı ışınları, radyo, telsiz ve televizyon dalgaları da, gökyü­züne gönderildiklerinde, iyonosfer denilen iyon tabakasından geriye aksedip, yeryüzüne geri dönmektedirler. Ve böylece, gökyüzünün geri yansıtma özelliği sayesinde, yayınlar dağılmamakta ve kaybolmamaktadırlar.

On dört asır önce, gökyüzünde öyle bir tabakanın olduğunu ve gökyüzünün öyle bir özelliği olduğunu, Allah’tan başkasının bilmesi mümkün değildi. Bu hikmetli bilginin 1400 sene önce Kur’an-ı Azimuşşan’da bildirilmesi, O’nun ALLAH Kelamı olduğunu göstermektedir.

Zariyat Suresi, 47. Ayet-i Celile:

“Göğü, büyük bir kudretle bina ettik ve şüphesiz ki Biz, O’nu genişleticiyiz.”

Bu Ayet-i Celile’de, gökyüzünün genişletilmekte olduğu vurgulanmaktadır. Bu azametli gerçek, 20. Yüzyılın başlarında, dev teleskoplarla yapılan incelemeler sonucunda anlaşılmıştır. Evrenin genişlemekte olduğu, galaksilerden gelen ışıkların incelip, dalga boylarında kırmızı renge doğru bir kaymanın tesbitiyle farkına varılmış ve galaksilerle yıldızların birbirlerinden uzaklaştıkları, yani evrenin genişlediği keşfedilmiştir.

Asırlar önce, astrolojik imkân ve gelişmelerden yoksun bir dönemde nazil olan bu Ayet-i Kerime’nin, evrenin genişlediğine işaret etmesi, O’nun kesinlikle beşer sözü olmadığını, bilakis evreni yaratan Allah’ın Kelamı olduğunu kanıtlamaktadır.

Bu zikrettiğimiz hakikatler, haddi kenarı olmayan Kur’an okyanusundan sadece birkaç katre olup daha pek çok mucizeler içermektedir. Zamanla, bilim ve teknoloji ilerleyip yeni keşifler ortaya çıktıkça, Kur’an-ı Azimuşşan’ın tabanına biraz daha yaklaşılacaktır.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.