Bunun için beyin ve zekâ yetenekleri yüksek, akılcılığın inceliğini sadece bilmekle değil, o güne kadar akılcılığı kimseye bırakmayıp tekeline alan Mutezi-le'den akıl ve mantık gücü çok daha üstün olan birine ihtiyaç vardı.
Bu kimsenin üstün kişiliği ve müctehid kafa yapısı önünde o devrin akılcılık ve felsefe öncüleri, henüz yeni öğrenmeye başlayan talebe durumuna düşmeliydi ve öyle aşağı ve adi görülmeliydi ki, sanki dev gibi bir insanın Önünde cüce bir insan veya tıfıl bir çocuk gibi durmalıydı. İslâm'ın böyle bir sünnet imamına süratle ihtiyacı vardı. Ve Ebu'l-Hasan Eş'arî'nin kişilinde işte bu ihtiyacını elde etti. [1]
İmam Ebu'l-Hasan Eş'arî
Adı, Ebu'l Hasan Ali, babasının adı İsmail'dir. Meşhur sahâbilerden Hz. Ebu Musa el-Eş'arî'nin evladındandı. H. 250 yılında Basra'da doğdu. Babası İsmail'in ölümünden sonra annesi, Ebu Ali el-Cübbâî ile evlenmişti. Bu zat ise Mutezile mezhebinin lideri ve bu mezhepten olanların imamı idi. Şeyh Ebu'l Hasan onun ellerinde yetişti ve en kısa zamanda onun güvenini sağlayıp sağ kolu haline geldi.
Ebu'l Hasan el-Cübbâî iyi bir öğretmen ve iyi bir kitap yazan idi. Tartışma konusunda fazla gücü yoktu. Ebu'l Hasan Eş'arî ise başlangıçtan beri iyi bir hatip ve hazırcevap biri idi. Ebu Ali, tartışmalarda daima onu ileri sürerdi. En kısa zamanda toplantılarda başta duran, tartışmalarda önde tutulan biri oldu.
Bütün dış görünüş ve tahminler, hocasının yerine geçeceğini ve itizal mezhebini himaye edip yaymakta belki ondan da ileri gideceğini gösteriyordu. Fakat takdir ve düzenlemesi enteresan olan Allah Teâlâ sünnetin korunup üstün gelmesi için, o güne kadar bütün ömrünü itizal mezhebini doğru göstermeye ve onu korumaya çalışan ve kendisine mezhebin başkanlık makamı hazır olan bu kişiyi seçti.
Şeyh Ebu'l Hasan Eş'arî'nin içinde itizal mezhebinden bir soğuma, ona karşı bir tepki doğdu. Mutezilenin tevillerinden (dolaylı yorumlarından), mukayese tarzlarından nefret etmeye başladı. Bütün bunların zekâ oyunları olduğunu, kendi mezhebinin inadı olduğunu, gerçeğin bir başka olduğunu ve gerçeğin de sahabe-i kiram ve selef âlimlerinin mehzebi (anlayışı) olduğunu, en sonunda aklın bu kapı önünde baş eğeceğini anladı.
Kırk sene boyunca Mutezile'den olanların mezhebini, inancını himaye edip ispatlamaya uğraştıktan sonra gönlü bundan tamamen soğudu, kafasında ona karşı isyan doğdu. On beş gün evinden hiç çıkmadı. On altıncı gün çıkıp doğru büyük camiye gitti. Cuma günüydü. Cami-i Kebir dopdolu idi. Minbere çıkarak yüksek sesle şöyle konuştu:
"Beni bilen bilir. Bilmeyenlere söylüyorum. Onlar bilsinler ki, ben Ebu'l Hasan el-Eş'arî'yim. Ben itizal mezhebindendim. Falan, falan akideleri kabul ederdim. Şimdi ise tövbe ediyor, eski düşüncelerimden vazgeçiyorum. Bugünden itibaren işim; Mutezileyi reddetmek, onun hatalarını, zayıf noktalarını ve yanlışlıklarını göstermek olacaktır."
O günden itibaren hayatının en son gününe kadar bütün zekâsını, ilmî tecrübelerini, güzel konuşma kabiliyetini, yazma gücünü itizal mezhebini reddetmeye, selef ve ehl-i sünnet mezhebinin görüş ve inançlarını desteklemeye harcadı. Düne kadar Mutezilenin sözcüsü ve onların en büyük avukatı olan kimse, bugün ehl-i sünnetin sözcüsü ve onun en büyük hamisi olmuştu. [2]
Eş'arî'nin İslâm'ı Yayma Aşkı ve Hakkı Müdafaası
İmam Eş'arî bu görevi, Allah'a yakın olmayı, onun rızasını kazanmayı istediği, bunu davet ve cihad kabul ettiği için yapıyordu. Bizzat itizal mezhebinde olanların toplantılarına giderek, onların ileri gelenleri ile buluşarak, onları ikna etmeye ve doğruyu, hakkı anlatıp kabul ettirmeye çalışıyordu.
Biri ona: "Bid'at ehli ile niye görüşüyorsunuz, neden bizzat siz onların ayağına gidiyorsunuz? Hâlbuki onlarla ilişki kesmeyi bildiren hüküm vardır" deyince, şöyle cevap verdi: "Ne yapayım, onlar çok büyük makam ve mevkilerdeler. Onların kimi şehrin valisi, kimi baş hâkimi (kadısı) dır. Onlar mevkilerinden, debdebelerinden dolayı benim yanıma gelemiyorlar. Ben de onların yanına gitmezsem hak ve gerçek nasıl belli olacak? Ehl-i sünnetin de bir destekçisi, delillerle onun doğruluğunu ispat eden bir yardımcısı olduğunu nasıl anlayacaklar?" [3]
Aynısını, ondan yaklaşık üç yüz yıl sonra, yine büyük bir fikri, ilmi, içtimaı ve siyasi krize duçar olan, her tarafı terör örgütleriyle tehdit edilen İslam dünyasını eserleriyle fikir birliğine, gönül birliğine kavuşturan Şeyhu'l İslam imam Gazali yaptı. Tüm Yunan ve Maşrık felsefesini didik didik ederek okudu. İmam Gazali, eserlerinde felsefenin hepsine karşı olmadığını, zamanlar felsefenin dalları olan tıbbın, matematiğin, astronomi (ilm-i heyet) 'nin insanlara faydalı olduğunu ifade eder. Bazıları onu yanlış yorumlayıp bu konularda ona haksızlık ediyor ve eleştiriyor. Hatta kelamı eserleri yüzlerce yıl önce Latince ‘ye tercüme edilmiştir büyük imamın. Batı onu aynı zamanda bir filozof olarak tanıyor. Hatta metodolojik şüphesiyle Fransız Rene Deskartes ve Hume gibi filozoflara ilham kaynağı olmuş ve onları etkilemiştir. Mucedditler hep aynı metotla hak yola hizmet etmiş, kaostan düzene geçilmesini sağlamış, toplumsal huzur, barış ve birliğin temellerini eserleriyle atmışlardır. Hakeza Allame Bediuzzaman, İmam Rabbani, Vahhabilerin bile hadiste Emiru’l mu’minin olarak kabul ettikleri büyük muhaddis, Şafii alimi ibn Hacer Askalani, Mevlana Halid Zulcenaheyn büyük çaba ve gayretlerle ümmete büyük hizmetlerde Bulunmuşlardır.
Peygamber Efendimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
"Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir."(4).
Tüm bunları göz önüne alarak günümüzde de var olan derin ontolojik, ilmi, fikri, siyasi buhrandan, girdaptan çıkışı, ümmetin siyasal parçalanmışlığına çare ve ittihadı ancak benzer metotlarla sağlanabilir. Kitap ve Sünnet genelde ortak kabul gören iki ana kaynaktır ve alem-ı İslam’ın yüzde doksanına yakını halen ehl-ı sünnettir, Sofi tarikatlar ve medreseleri tahribata rağmen halen yaygındır. Ama kendilerini bir ıslahattan, bir teceddüdden geçirmeleri de elzemdir. Muhaliflerin kitaplarını okuyup asrın gerektirdiği metotlarla saldırılara karşı savunmalarını yapmaları, karşıt görüşleri delilleriyle çürütmeleri elzemdir. Her kafadan bir sesin çıktığı, her bir grubunun diğerine muşrik, kâfir dediği Vahhabilik, mezhepsizlik yaşanan şiddetin, bölünmüşlüğün ve derin kaosun en büyük amillerinden biri olduğu müşahede edilmektedir. Hemşehrim Merhum Prof. Dr. Said Ramazan El-Buti ,Vahhabilere reddiye olarak yazdığı kitaplarından birinin adını şöyle koymuştu : (El - La Mezhebiyye Ahtar Bid'a Tuheddid Eş-Şeria El İslamiye , Mezhepsizdik İslam Şeriatını Tehdit Eden En Büyük Bidattir).Bir komploya kurban giden , kısaca zikrettiğimiz derin kriz ve kaosun yansımalarından sadece biri olan Suriye iç savaşında hayatını kaybeden merhumu rahmetle anıyorum. O, Vah abileri / Selefileri böyle nitelemekte Haklıydı. Çünkü Vahhabiliğin içinde sürekli birini tekfir var, kendilerinden olmayan her kesime müşrik putperest deme ısrarı var. Yani bir istikrar ve nizam yoktur yapılarında. Kitap ve Sünnet ‘ten kim nasıl anlarsa öyle, Adeta İslam’ın protestanlıştırılması projesidir. Tarihte ve günümüzde İngilizlerin, Batılı bazı devletlerin onlara sunduğu destek te ilginçtir. İşin garip yanı, dört mezhebi reddettikleri halde kendileri sayısız mezhep, grup ve kollara ayrılmışlar, her biri diğerine kafir demekle meşgul maalesef. Ehl - ı Sünnet, ehl - ı tasavvuf kendi içine kapanarak, kendi zamanlarında var olan felsefi, ilmi, sosyal ihtilafa, ayrıca kendilerine vaki olan hucumata kayıtsız kalıp içlerine kapanırlarsa bu derin kriz devam edecektir. Kendi muhalifini bütün teferruatıyla tanımazsan onun sana yönelttiği hucumatı nasıl bertaraf edecek ve yeniden bir nizamın kurulmasını, kaostan düzene geçilmesini nasıl sağlayacaksın? Varlığını devam ettirirsin ama dar sınırlarda. Kendi dergâhında, camiinde, medresende sınırlı sayıdaki cemaatinle anacak, Ama tarihteki öncülerin izinden gidilirse Âlem-ı İslam’ın yaşadığı bu derin, acı verici, dramatik, bölük pörçük, mazlum hal- ı pür melalı tersine döner. Her büyük adım önce küçük bir düşünceyle başlamış, sonra kartopu gibi hacmini aşmış, gitgide büyümüştür. Kendi özünden, çizginden taviz vermeden, Kuran ve Sünnettin hüccet ve burhan olmalarından taviz vermeden, ilmi, irfani perspektiflerle bu kutlu davanın kutlu kervanın menziline ulaşmasını hedef yapmalıdır ilim, irfan ehli kişiler. Şairin dediği gibi (Araftu'ş-şerre, la li'ş-şerri, lakin li tavakkih..Ve men lem ya'rifil hayre mİne'ş-şerri yaka' fihi :Şerrİ ondan korunmak için öğrendim. Kim hayrı şerden ayırt edemezse şerre düşer.)Bunlara istinaden, ciddi ilmi merkezlerin kurulması elzemdir. Medreselerimizde zamanın ruhuna hitap eden, asrın çetrefilli problemlerine çareler üretebilecek âlimlere ihtiyaç var. Şairin dediği gibi (Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı. Asrın idrakine söyletmeliyiz ilamı.)Günümüzde batıdan ve doğudan İslam dünyasını istila etmiş akımlara karşı durabilecek, şer dalgalarını kırabilecek müesseselere ihtiyaç vardır. Batıdaki Thınk-Thank'lar gibi proje üretecek, toplumu ve devleti aydınlatacak öncü kuruluşlara. Umarım yakın bir gelecekte Tevhid -ı Tedrisat kanunu değiştirilir, Medrese ve Tekkelerin Lağvedilmesine Yönelik Kanun lağvedilir. Bir hukuk devletinde din ve vicdan özgürlüğü temel tabii haklardandır. Bu tür sayfalar da batıdan gelen kültürel istilalara, içimizden çıkan zararlı akımlara karşı insanımızı aydınlatmaları, içimizdeki kafası karışıklara, aşırı gruplara nasihat ve tebliğde bulunmaları cihetiyle güzel bir hizmet ifa etmektedirler. Allah (c.c . ) yayın hayatında onlara başarılar ihsan etsin, hakkın, hakikatin, hakkaniyetin sesini halka ulaştırmalarında onların yardımcısı olsun.
(1)Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 1/157.
(2) Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 1/158-159.
(3)Ebu’l-Hasan En-Nedevi, İslam Önderleri Tarihi 1, Kayıhan Yayınları: 1/159-160.
(4)Ebu Davud, Melahim, 1.
Rıdvan YÜKSEL Diyarbakır 4 Yıl Önce
Rabbim hizmetlerinizi berdevam ve fikrinizi pak ve ali eylesin .
İrşad Seyda 4 Yıl Önce
Teşekkür ederim .Allah cc hakkan,hakikate ve hakkaniyete hizmet etmeyi hepimizde İhsan eylesin.