Şehirler medeniyetlerin sütunlarıdır. Her medeniyet kendini ayakta tutan şehirler üzerinde yükselir ve yücelir. Şehirler ise o şehirdeki âlimler, arifler, sanatkârlar ve sessiz sedasız bir köşede duran gönül adamlarıyla anlam kazanır ve ayakta durur. Onlar olmadan şehirler kuru bir karabalık, gayesiz bir telaşe, yüksek binalar, soğuk sokaklar hasılı deni bir dünyaya dönüşür. İyilik azalır, mavera unutulur, estetik kaybolur, dil katılaşır, nezaket bilinmez. Kısaca ifade etmek gerekirse, İslam medeniyeti şehir merkezli bir medeniyettir. Medeniyetimiz Medine’den doğmuş ve nice şehirler doğurmuştur. Buhara ve Semerkant, Bağdat ve Bursa, Şiraz ve Şam, Kahire ve Konya, İsfahan ve İstanbul olmadan İslam medeniyeti hep eksik kalır, eksik tanımlanır. İşte bu şehirlerden biri de Cizre ya da kadim şekliyle söyleyecek olursak Cezîretü İbn Ömer’dir.
Bütün bu şehirlerde olduğu gibi yüzyıllardır Cizre’yi de şehir yapan bu şehrin alimleri, arifleri ve aşıkları olmuştur. Ama ne acıdır ki gün geçtikçe bu şehrin gerçek alimleri azalmaya, ruhu sarsılmaya başladı. Birkaç gün önce de gönlümde özel bir yeri olan ilim, irfan ve şiir şehri Cizre’yi manen ayakta tutan manevî sütunlarından biri daha göçtü. Seyda Vehâc Varol 3 Şubat 2025 tarihinde sırlandı ve aile kabristanına defnedildi.
Seyda Vehâc, geride kalan yüzyılda özellikle Güneydoğu Anadolu’daki en önemli ilim ve irfanın merkezlerinden Şeyh Muhammed Said Seydâ’nın (ö.1968) Serdahl dergâhında dünyaya gelmiş ve çocukluktan itibaren bütün hayatı, önce öğrenmek sonra da öğretmek üzere ilim, irfan ve irşatla geçmiş gerçek bir âlimdi. Cizre’de benim tanıyabildiklerim arasında ilmiyle iki kişi ön plana çıkıyordu. Bunlardan biri Şeyh Vehâc’dı, dünya gurbetini tamamladı ve sılaya göçtü.
Onun doğduğu köy ve aynı adı taşıyan Serdahl dergâhı ve medresesi, kurulduğu günden itibaren sağlam çizgisi, ilmi usulü ve örnek tasavvufî öğretimiyle büyük rağbet görmüştür. Özellikle 1950 sonrası gerçekleşen siyasi rahatlamanın da etkisiyle bölgede ders okumak isteyenler için bir merkez haline gelmiştir. Prof. Dr. Ramazan el-Bûtî’nin tam adı Muhammed Said Ramazan el-Bûtî’dir ki dergâhın şeyhinin ismini taşımaktadır. Molla Ramazan babasının ismidir ve bu medresenin icazetli ilk iki talebesinden biridir. 1933 yılında Suriye’ye göç edene kadar bu medrese de değişik zamanlarda ders okumuş ve okutmuştur. 1948 yılında Emin Saraç Hoca Bağdat’a gitmek üzere Cizre’ye geldiğinde bu dergâhta bir süre misafir olmuştur. Hatta Hüseyin Atay Hoca da bu dönemde kısa bir süre misafir olmuştur. Mehmed Emin Er Hoca bu dergâhtan icazetlidir. Burada yetişenlerin isimleri saymakla bitmez. İşte bunlardan biri olan Seyda Vehac Varol, Şeyh Muhammed Seydâ’nın ağabeyi Şeyh Siraceddin’in tek oğlu olan Sahip Efendi’nin oğludur.
Seyda Vehac Varol, resmi bilgilere göre 1950 ama aslen 1954 yılında dünyaya gelmişti. İlim tahsiline babası Şeyh Sahip’in yanında başlamış ardından birçok kimsenin yanında okuduktan sonra Cizre’nin meşhur müftüsü Abdurrahman Erzen’in yanında tamamlamış ve icazet almıştı. 1976 yılından 2008 yılına kadar imamlık yapan Seyda Vehâc, aynı zamanda çok sayıda öğrenciye klasik usulde ders okutmuştu. Emeklilik sonrası da derslerini kesmemiş ve hem tedris hem de irşada devam demişti.
Kendisiyle Şırnak’a geldiğim yıllarda tanıştığım. İlminden önce güler yüzü ve tevazusu nedeniyle sevip hürmet etmiştim. Sonra ilmi derinliğine de şahit oldum. Yaşadığımız bir olay ona daha çok saygı duymama vesile olmuştu. 2014 yılında bir akşam üzeri şehir dışından gelen misafirlerimi Cizre’nin kadim ilim merkezi olan Molla Ahmed Cezerî’nin de müderrislik yaptığı Kırmızı Medreseye götürmüştüm. Bakımsız ve sahipsiz kalan bu medresenin giriş kapısının sağ tarafında lavaboların yanında henüz ortaokul-lise çağındaki çocuklar bali çekiyorlardı. Doğrusu içim yanmıştı. Bizi gören gençler muhtemelen polis sanarak kaçmışlar ama hem onların acısı hem de medresenin düştüğü durum, sahipsizliği ve hatta vefasızlık içimi yakmıştı. Bir süre sonra medreseyi Vakıflar Genel müdürlüğü üzerinden Üniversite’ye almak için teşebbüste bulunduk. İşte tam da bu sırada Seyda Vehâc’ı ziyaret ettim ve medreseyi devralmamız halinde kendisinde haftada bir Molla Ahmed-i Cezerî’nin divânında ders yapmasını rica ettim. İlk talebenin de kendim olacağımı ve her hafta katılacağımı söyledim. Evinde yaptığımız bu görüşmede gayet yüksek bir tevazu ile “O şiirleri açıklamak bizim haddimize değil” dedi ve ardından” biz de vefasızlık yapmayalım” diyerek söz vermişti.
Bir süre sonra medrese üniversiteye devroldu ancak 2015 ve sonrası bölgede başlayan olaylar dersin yapılmasını imkân vermedi. O yapılamayan ders içimde bir ukde olarak kaldı. Bugün geriye baktığımda tek tesellimiz zaman zaman yaptığımız ziyaretlerde okuduğu beyitler oldu.
Seyda Vehâc Cizre’nin manevî sütunlarından biri gerçek bir âlimdir. Kibirden uzak, kasıntısız, mütevazı idi. Büyükle büyük, küçükle küçüktü.
Güler yüzlü, gül sözlü bu âlim olan Seyda Vehac Varol, şu yalan dünya değer vermeden, kiracı olarak oturduğu evden gerçek diyarına göçtü. Cenazesi kabre giderken şehirde trafik ve hatta sanki hayat durdu. Yeri dolar mı bilmem ama benim gönlümde yeri hiç dolmayacak. Çünkü âlimsiz ve ârifsiz bir şehir, cansız bir beden gibidir. Allah rahmet eylesin.