Büyük velîlerden. Adı Ma'rûf bin Fîrûz, künyesi Ebû Mahfûz'dur. Doğum târihi bilinmemektedir. 815 (H.200) senesinde Bağdat'ta vefât etti. Kabri Bağdât'tadır. Kabri başında yapılan duâ makbul ve müstecabdır. Bağdât'ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhî denilmiş ve Mârûf-ı Kerhî diye tanınmıştır. Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir.
Vuslat melteminin hemdemi, Celal hariminin mahremi, tarikatta baş örnek, hakikat yolunda şeyhliğin esrarına aşina, vaktin Kutbu Ma’ruf-i Kerhî (k.s) tarikat öncüsü, muhtelif taifelerin kılavuzu, çeşit çeşit latifelerle mümtaz, çağındaki aşıkların efendisi, zamanındaki ariflerin özü idi.
Ma’rûf el-Kerhî (k.s), çocukluğunda ailesi tarafından, iyi bir hristiyan eğitimi alması için papaza teslim edilmiştir. Ailesinin, onun Hristiyan öğretileriyle yetişmesini istemesi onların Nasrânî olma ihtimallerini artırmaktadır.
Bu eğitim süreci içerisinde Ma’rûf, papazın teslisle ilgili sözlerine karşı çıktığı için ondan birçok defa dayak yemiş, en sonunda hem okulunu, hem ailesini bırakıp kaçmıştır.
Ne yapacağını bilemez bir hâlde dolaşırken, bir gün Kufe’de İbn Semmâk’ın sohbet ettiği mescide girmiş ve ondan, Allah’tan yüz çeviren kimseden Allah ’ın da yüz çevireceği, Allah ’a bütün kalbiyle yönelen kimseye O’nun rahmetiyle yöneleceği ve bütün mahlûkatı ona yönelteceği sözünü duymuş ve bundan çok etkilenmiştir.
Daha sonra İbn Semmâk’ın vesilesiyle sekizinci imam Ali er-Rızâ b. Mûsâ el-Kâzım (Rahmetullahi aleyh) ile tanışmış, onun vasıtasıyla Müslüman olmuş, uzun bir süre ona hizmet etmiş ve onun mevâlisinden Kabul edilmiştir.
Marûf’u kerhinin, anne ve babasından uzun süre ayrı kalması onlara çok ağır gelmiş, onu papaza gönderdiklerine pişman olmuşlar, oğulları hangi din üzere kendilerine dönerse o dini kabul edeceklerine söz vermişlerdir.
Yaşanan uzun ayrılıktan sonra Ma’rûf-u kerhi, ailesinin yanına dönünce ona hangi din üzere olduğunu sormuşlar; ondan “İslâm” cevabını alır almaz, verdikleri söz üzere Müslüman olduklarını ilân etmişlerdir.
Yüce Allah, onu hikmeti ile konuşturuyordu. Allah ona Büyük marifetler öğretmişti. Onu ölü ve diri herkes için rahmet vesilesi kılmıştı. Onun sırrı tertemiz ve aşikardır. Ona Büyük bir velilik ihsan etmiştir.
Onun namına söylenmiş şöyle bir cümle vardır:
‘’Tasavvuf kederlerden korunmak; kötü huylardan, kötü hallerden arınmaktır.’’
Ma’ruf-i Kerhi (k.s) bu ulu yolun şeyhi idi; o zamanın büyüğü, seri es-Sakati’nin de (k.s) hocası idi.
İmam Gazali (k.s) şöyle dedi: İmam Ahmed b. Hanbel (Rahmetullahi aleyh) ve İbn Main (Rahmetullahi aleyh) Ma’ruf-i Kerhi’nin (k.s) yanına gidip gelirlerdi. Zahir ilminde bulamadıkları meseleleri ona sorarlardı. Halbuki Zahir ilminde bu iki zatın benzeri yoktu. Bu sebepten onlara sordular:
‘’Siz bu Kadar Büyük alimlersiniz, ne diye ona gidip mesele soruyorsunuz?’’ Onlarda şu cevabı verdiler:
‘’ Ne yapabiliriz ki, bize bir mesele soruluyor; bazı meseleyi ne Allah’ ın kitabında ne de Rasulullah’ın (S.a.v) sünnetinde bulabiliyoruz. Zaten Allah Rasulude (S.a.v) ‘Salih insanlara sorunuz’ buyurmuştur.’’ (Heysemi, Mecmeu’z Zevaid)
Duası makbul bir insandı. Bağdatlılar şöyle derlerdi: Onun kabri denenmiş panzehir gibiydi. Onun kabri başında yapılan dualar Kabul edilirdi.
Çoğu zaman Şöyle duâ ederdi:
‘’Allahım, bizi insanların övgüleri ile aldatma; ayıplarımızın örtülü olması da bizi azdırmasın.’’
Fütüvvet ehlinden sayılan Ma’rûf el-Kerhî (k.s), kendisi fütüvvet ehlinin alâmetlerini, hiç karşı çıkmaksızın vefalı olmak, karşılık beklemeden övmek ve istenmeden vermek şeklinde tarif etmiştir.
Bir başka rivayette de fütüvvetin en önemli esaslarından olan hakikî vefâyı, nefsi gaflet uykusundan uyandırmak ve nefsânî arzuların âfetinden kurtulmak olarak açıklamıştır.
Kendisine Allah’ın (Celle celâluhu) veli kullarının alâmetleri sorulduğunda ise şu cevabı vermiştir: “Onların istekleri Allah (Celle celâluhu) içindir, çabaları onun yolundadır ve firarları O’nadır.”
Ümmet-i Muhammed’in derdiyle dertlenmenin önemini ifade sadedinde şunu söylemiştir:
“Kim günde on kere ‘Allâh’ım! Ümmet-i Muhammed’in durumunu düzelt, sıkıntılarından kurtulması için çıkış yolu göster, onlara merhamet et’ derse Allah katında ebdâldan yazılır.
Ma’rûf el-Kerhî (k.s), kendini bu büyük günahtan korumaya gayret ettiği gibi yanında gıybet yapılmasını da hoş karşılamamış ve gıybet yapan kimseleri sert bir şekilde uyarmıştır.
Bir gün birisi yanında gıybet yapınca onu; “Öldüğünde gözünün üzerine konulan pamuğu düşün!” diyerek ölüme ve öldükten sonra gıybetten dolayı hesap verileceğine dikkat çekerek ikaz etmiştir.
Naklederler ki Ma’ruf-i Kerhi (k.s) bir gün bir toplulukla giderken gençlerden teşekkül eden bir cemaat (kayık içinde) içip eğleniyordu. Dicle’nin sahiline varınca, yanındaki ahbapları,
Ya şeyh! Duâ buyur da Hak Teala bunların tümünü suya batırsın, bu suretle uğursuzluklar ortadan kalksın, Ma’ruf-I Kerhi (k.s),
Ellerinizi semaya kaldırınız, dedi. Sonra,
İlahi! Şu gençlere şu cihanda nasıl hoş bir hayat verdinse öbür dünyada da öylece hoş bir hayat bahşet, diye duâ etti. Bu sözden taaccüp eden arkadaşları,
Ey şeyh! Biz bu duanın sırrını anlayamıyoruz, dediler. Şeyh de,
Sırrı zuhur edene Kadar bekleyiniz. Bu topluluk şeyhi görünce rebaplarını kırıp şarabı döktüler, hepsini bir ağlama tuttu. Şeyhin ellerine ve ayaklarına kapanıp tövbe ettiler. O vakit şeyh dedi ki:
Gördünüz mü, kimseyi batırmadan ve kimsenin canını yakmadan hepsinin muradı nasıl hasıl oldu?
Muhammed bin Hişâm diyor ki: "Ma'rûf-ı Kerhî bana; "Sana on cümle öğreteceğim; beşi dünyâ, beşi âhiret içindir. Bunlar ile kim duâ ederse, Allahü teâlâ onun duâsını kabûl buyurur" dedi.
Ben; "Yazayım mı?" diye sordum. "Hayır. Behr bin Hânis nasıl tekrar tekrar okuyup bana öğrettiyse, sana da tekrar tekrar okuyup öğretirim" dedi.
Bu on cümle şunlardır:
"Dînim için Allah bana kâfidir.
Dünyâm için Allahü teâlâ bana kâfidir.
Ehemmiyetli işlerim için Allahü teâlâ kerîmdir ve bana kâfidir.
Bana haksızlık etmek isteyenlere hilm ve kuvvet sâhibi olan Allahü teâlâ kâfidir.
Bana kötülük etmek isteyenlere, Şedîd olan Allahü teâlâ bana kâfidir.
Ölüm ânında rahîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir.
Kabir suâlinde Raûf olan Allahü teâlâ bana kâfidir.
Hesâb ânında kerîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir.
Mîzân ânında latîf olan Allahü teâlâ bana kâfidir.
Sırat'ta, kadîm olan Allahü teâlâ bana kâfidir.
Kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allahü teâlâ bana kâfidir.
O Arş'ın Rabbidir ve ben O'na tevekkül ederim."
Ma'rûf-ı Kerhî'ye: "Muhabbet nedir?" diye sordular. Cevâben buyurdu ki:
"Muhabbet, öğrenmek ve öğretilmekle elde edilen bir şey değildir. Ancak Allah’ü teâlânın bir ihsânı ile elde edilir.
Buyurdu ki: "Kulun mâlâyanî boş ve faydasız konuşması, Allahü teâlânın onu zelil ve yalnız bırakmasının alâmetidir."
"Tasavvuf, hakîkatları almak ve halkın elinde olan dünyâ malından ümidini kesmektir, uzaklaşmaktır."
"Evliyânın üç alâmeti vardır: Düşüncesi Hak ola, işleyeceği işi Hak ile işleye, meşgûliyeti dâima Hak ile ola."
"Üstün olmak sevdâsında olan, ebedî olarak felâh bulmaz, kurtulamaz."
"Suâlsiz ve karşılıksız vermeye çalış."
"Allahü teâlâ bir kuluna iyilik murâd ederse; hayırlı amel kapısını açar, söz kapısını kapar. Kişinin işe yaramaz söz konuşması bedbahtlıktır. Kötülük murâd ettiğinde bunların aksini yapar."
"Amelsiz Cennet'i istemek ve emir olunduğunu yapmadan rahmet ummak, câhillik ve ahmaklıktır."
"Sâlihler için çokluğun, sıddîklar için azlığın önemi yoktur."
"Dilini (başkalarını) kötülemek ve aşağılamaktan koruduğun gibi, medh etmekten de koru."
"İlim sâhibi, ilmiyle âmil olduğu takdirde, bütün müminlerin kalbi onun olur" (yâni bütün müminler onu sever).
Buyurdular ki: "Dişi hayvana bile bakmaktan sakınınız."
"Kim öldükten sonra unutulmak istemezse, güzel (amel) işlesin ve isyân etmesin."
SELAM VE DUA İLE.