İstanbul Anadolu’dan farklı görünür. Bende farklı görenlerdendim. Peki, ne oldu? Ne oldu da, bu yazıyı kaleme almama sebep oldu?
Önce kaleme aldığım yazıya, neden mekanik ismini verdim, bunu açarak başlayalım. “Mekanik, kuvvetlerin etkisi altındaki cisimlerin hareketli ve durağan hâllerini inceleyen bilim dalıdır. Kuvvetlerin tesiri altındaki bir cismi meydana getiren tüm parçaların, birbirlerine göre izafi olarak şekil değiştirmediği cisme rijit cisim denir. Bu cisim ideal bir cisimdir ve gerçekte tüm cisimler bir kuvvet etkisiyle elastik veya plastik şekil değiştirirler.”(1)
Yukarıdaki tanım dikkate alınacak olursa, kuvvetlerin tesiri altındaki cisimlerin,
nesnelerin hatta canlıların hareketli ve durağan hallerini inceleyen bir bilim dalından bahsi edilmektedir. Yani canlı - cansız varlıklar bir kuvvetin veya kuvvetlerin tesirinde ve etkisinde kalarak değişebilmektedirler.
Anadolu’da çok uzun bir süre yaşamamın ardından, İstanbul’a gelmeyi Mevla’m nasip etti, geldim... Görüntü; manevi bir atmosfer, tarih, ecdadın Hatıraları, Slam’i ve Gayri İslam’ı yaşantıların ve fikirlerin elle tutulur bir şekilde görülebildiği ve hissedildiği şeklinde. Anadolu’dan muhtemelen başka yerlerden de algı ve his bu yönde. Fakat gizliden bir hal insanları tesiri altına almışta sanırım farkında olan yok. Şöyle ki, insanları bir kuvvet etkisi altına almış, insanlar o kuvvetin etkisi doğrultusunda, saman çöpünün denizin kudretine boyun eğmesi gibi bilinmezliğe doğru sevk edilmektedirler.
“Ol mahiler ki derya içredirler, deryayı bilmezler.”(Hayali) Bu kabilden bir hale tutulmuş İstanbul ahalisi. Yukarıda sıralamaya çalıştığım hasletler ve dahası burada ismen telaffuz edilir olmuş, neticede de insanlar asıllarından uzaklaşmak durumuna gelmişlerdir. Ortaya çıkan bu hızlı yaşam temposu, İslam’ı bir yaşamın önüne engeller koymayı başarmış gibi. İşin aslı bu halkın bu sevki arizinin farkına bile varmamaları gibi bir durumun meydana çıkmış olması.
'İster gel ister gelme
Geçmeziyem bu şehrin,
Men güzelden anlaram
İstanbul şah-ı şehrin' (Bedirhan Gökçe)
Anadulu’dan İstanbul’un nasıl göründüğünü anlatmak gerekirse belki şöyle tasvir edebiliriz. Ecdadın izlerinin elle tutulur bir şekilde hissedildiği, İslami yaşamın ve algının yüksek bir seviyede seyrettiği, insani ilişkilerin İslami ilişkiler paralelinde seyrettiği, ilim ve alimin insanlar tarafından gözetildiği, itibar gördüğü, insanlarının birbirleriyle iletişiminin ve ilişkilerinin bu modern çağa rağmen iyi seviyelerde seyrettiği, insanlarının yüzlerinin şartsız gülebildiği, yukarıdaki şiirde anlatılan tablonun var olduğu v.b.
Soru şu; Öylemi?
Öyle olmadığını açık ve net olarak söylemek istiyorum. Muhtemelen bu karamsarlık neden? Diye soruyorsunuzdur. Belirtmek isterim ki yukarıda yapmış olduğum bir tespittir. Asla karamsarlık değildir.
İlimde konu tespiti yaparak (Problem cümlesi) varılmak istenen sonuca gidilir,
Öyle ki sorun tespit edilmeden sonuç ortaya çıkarılamaz. İstanbul gözlemime gelince: İnsan ilişkilerinin para ve materyal ekseninde seyrettiği ve neticesinde insanlarının yalnızlığa itildiği bir durum meydana gelmiş. İşin üzücü kısmı ise bu kadar yüksek değerlerin bir arada olmasına rağmen, bu durumun daha da derinleşme eğilimi göstermesi. Uhuvvetin zayıflaması neticesinde de İslam kardeşliğinin içerisinin boşaltılması. İlme ve nisbeten alime itibar edilmesine rağmen, ahalinin ihmal edilmesi. İnsani ve diğer ilişkilerin bir çıkar üzerine bina edilmesi. Esnafı, müşterisinden bir güler yüzü bile esirger olması. Yüksek değerlerin konuşulması ve ilişkilerde bu kavramların değersizleştirilmesi. Güven ortamının zayıflamış olması ve insanlarının birbirine güvenmemesi. Sanatkârının kendi çıkarını arttırmak pahasına sanatkâr kardeşini harcayabilmesi v.s.
Gözlemlerim neticesinde, bu konuların tespit edilmesi ve öneminin ortaya çıkması önem arz etmektedir. Bu durumun çözülebilmesi adına kamuya, kurumlara ve kişiye düşen vazifeler belki bir kez daha ortaya konmalıdır.
Bu vazifeler:
1:Allah azze ve celle biz Müslümanları dinde kardeş kılmış ve de kan kardeşliğinden daha üstün tutmuştur. Her Müslümana bu yüksek değerin kıymetini ve önemini öğretmek, hatırlatmak ve lisan ı hal ile de yaşayarak örnek olmak.
2.Allah azze ve celle Kitabı ı keriminde “Ey iman edenler iman edin!” (Nisa-136) diyerek riyadan, çıkardan, taassubtan, nefis perestlikten arınarak, kendi anladığımız şekilde değilde Allah u tealanın bizden istediği vech ile iman etmek ve bu şekilde yaşayarak ve anlatarak örnek olmak.
3: Hani İbrahim: "Rabbim, bu şehri bir güvenlik yeri kıl ve halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları ürünlerle rızıklandır" demişti de (Allah: "Sadece inananları değil) inkâr edeni de az bir süre yararlandırır, sonra onu ateşin azabına uğratırım; ne kötü bir dönüştür o" demişti (Bakara/126)
(Bundan) Sonra Allah, elçisi ile mü'minlerin üzerine 'güven duygusu ve huzur' indirdi, sizin görmediğiniz orduları indirdi ve inkâr edenleri azablandırdı Bu, inkârcıların cezasıdır (Tevbe/26)
Siz O'na (peygambere) yardım etmezseniz, Allah O'na yardım etmiştir Hani kâfirler ikiden biri olarak O'nu (Mekke'den) çıkarmışlardı; ikisi mağarada olduklarında arkadaşına şöyle diyordu: "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir" Böylece Allah O'na 'huzur ve güvenlik duygusunu' indirmişti, O'nu sizin görmediğiniz ordularla desteklemiş, inkâr edenlerin de kelimesini (inkâr çağrılarını) alçaltmıştı Oysa Allah'ın kelimesi, yüce olandır Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir (Tevbe/40)
Yukarıdaki ayetler de görüldüğü üzere insanların ve Müslümanların en önemli değerlerinden biri belki de en önemlisi güven ortamının tesis edilmesi, bilge ve alimlerimizin bu durumu çokça işlemesi ve bizlerin yaşayarak örnek olması gerekmektedir.
4:Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) “(Mümin) kardeşine tebessüm etmen sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır. (Tirmizî, Birr, 36 )”
“İki mü’min karşılaşıp müsafaha ettikleri zaman, aralarında yetmiş mağfiret taksim edilir. Bunun altmışdokuzu güler yüzlü olanındır.” (İhya-u Ulumid-din. c/2, sf: 179.)
Esnafımız,sanatkarımız,siyasetçimiz,halkımız,Alevi’miz, Sünnimiz,müslimler, gayri müslimler ve herkes peygamberimizin bu hitablarına muhatabtır.Bizler ve tedbir ehli alimlerimiz Lisan-ı Kâl ve Lisan-ı hâl ile söyleyip yaşayarak örnek olmalıyız
5:Yalan, Riya, sözünde durmamak, saygı ve sevginin zedelenmesi, Gıybet etmek, Âlimlerin cahillere meydanı bırakmaları, kandırmak v.b. almış yürümüş. Bizlerin, bilge ve tedbir ehli âlimlerimizin, bu kavramların Müslüman ve insan şahsiyetini zedeleyen kavramlar olduğunu anlatmaları ve yaşayarak örnek olmaları gerek.
Selam ve dua ile