Mevlana Muhammed Celaleddin Rumi (1207-1273) sekiz asırdan bugüne şaheseri olan Mesnevî’sinin 20. Beytinde, ‘Sedef gibi kanaatkâr olmadan inci sahibi olunmaz’ manasını gelen veciz sözünde şöyle seslenir:
“Harislerin göz testisi dolmadı.
Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.”
Hırs sahiplerinin testiye benzeyen gözleri dolmadı, yani doymadı ve gönüllerine kanaat gelmedi. Onun için içleri kederden ve yükten kurtulmadı. Vücut metaları itibar pazarında rağbet görmedi. Oysa sedef gibi kanaat etselerdi varlıkları aziz olur ve birçok faydasını görürlerdi.
Mevlânâ’ya göre tevekkül bilincinin yerleşmesini sağlayan en önemli hususlardan biri, kanaat bilincidir. Mevlânâ, tevekkülün bu düzlemdeki boyutuna erişmenin, insan için gizli bir hazine olduğunu, “Peygamber, kanaate gizli hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes elde edebilir mi?” diyerek bu konuyla ilgili hadise de atıfta bulunarak ifade eder. Mevlânâ kanaatle ilgili düşüncelerini şöyle devam ettirir;
“Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı. “Sen nasıl rızka düşkün bir aşıksan, rızık da rızık yiyene öyle düşkün bir aşıktır.” “Sen rızkın peşinde koşmasan da, o senin kapına gelir. Fakat sen, onun peşinde koşarsan, başına dert olur, sana ızdırap verir.
Sedef ve Derviş!
Mevlâna “Sedef” ile başlayan beyitte insanı ve dervişi sedefe benzetir. Kanaat etmenin faziletini anlatır. Eski Türk geleneğine göre sedef içinde inci bulunan midye ve istiridye gibi deniz kabuklularına verilen isimdir. En iyileri Hint ve Fars denizlerinde bulunan bu hayvanlar senede bir kere Nisan ayının on sekizinci günü denizin üstüne çıkarak ağızlarını, bir nevi kapaklarını açarlar. Yağmur damlalarından ne kadar nasiplerine düşerse alır ve ağzını kapatıp tekrar denizin dibine inerler. Sedef ne kadar az damla alırsa içine o kadar iyi olur. Çünkü damla adedi ne kadar az olursa incisi o derece kıymetli olur. Bir katre alsa incisi dürr-i yekta olur. İki veya üç olsa kıymeti düşer. Damla sayısı ne kadar artarsa kıymeti de o kadar azalır. Sedef damlaları aldıktan sonra deniz suyu karışıp rengi bulanmasın diye ağzını kapatır ve hızla denizde kalacağı yere gider.
Sedef senede bir kere ve birkaç damlaya kanaat etmekle tertemiz ve çok değerli bir inci ile kıymete biner ve kanaat etmenin faydasını görür. Kabe-i Mükerreme de böyledir. Senede sadece bir defa örtüsünü değiştirirler. Örtü çok az değiştirildiği için rağbet görür ve halk onu paylaşamaz. Tüm hacılar teberrüken o örtüden bir parça almak isterler ve uğur getirsin diye ülkelerine götürürler. Değer örtünün kendisinde değil, Kabe’ye yakın olmasındadır.
Dervişler de sedef gibi kanaatkâr olmalıdır. Gönlünü boşaltırken midesini doldurmamalı, vücuduna ihtiyacından fazlasını koymamalıdır. Şeyh Sadi’nin de işaret buyurduğu gibi arzularına düşkün olanlar idrakten uzak olurlar, midesi dolu olanlar da hikmeti anlayamazlar.
Dünya malına kanaat etmek olarak da anlaşılan bu beyit, sedef olan derviş yağmur damlaları gibi ilahi bilgiyi kulaklarından içeri alır ve günlük yaşantısına, hayata yani denizin içine girer ve kulaklarını Allah ve Resulünün sözleri dışında tüm sözlere, bilgilere kapatır. Böylece o sözleri hale yani inciye dönüştürür.
Kısmetimiz sadece bizim tasımız kadardır. Ne kadar aldığımız değil aldığımızı ne yaptığımız önemlidir. Aldığımızı bir inciye mi çeviriyoruz yoksa çöpe mi?
Kanaat Yolu!
Hz. Mevlana çarpıcı örnekler vermeye devam eder: “Kapı kanadının biri küçük, diğeri büyük olur mu? Ormandaki aslana kurdun çift olduğunu hiç gördün mü? Bir gözü bomboş, öbürü tıka basa dolu olsa hurç, devenin üstünde doğru duramaz. Ben sağlam bir yürekle kanaat yolunda gidiyorum; sen neye kınama yolunu tutuyorsun? Bedevi karısının, kocasına ” Lime tekulûne mâ lâ tef’alûn denmiştir. Haddinden fazla söz söyleme. Bu sözler doğru olmakla beraber bu tevekkül makamı, senin makamın değildir. Makamından ve işinden yukarı söz söylemek, sana ziyan verir. Sen kanaatten ne vakit canını nurlandırdın ki? Kanaatten ancak bir ad öğrendin. Peygamber “Kanaat nedir? Hazinedir” dedi. Sen hazineyi mihnet ve meşakkatten ayırt edemiyorsun. Bu kanaat daimî bir hazineden başka bir hazineden başka bir şey değildir. Ey gönüle gam ve elem veren artık beyhude sözlere dalma!” der.
“Harname”
Mesnevide, Harname adlı beyitlerde Mevlana, “kanaat, şükür, başkalarının başına gelenlerden ibret alma, haddini bilme vb.” değerlere vurgu yapılmıştır. Harname’de, ana karakter olan yük taşıyan eşeğin başına gelenler başlı başına “kanaat” ve “şükür” kavramlarını açıklar niteliktedir. Eşek bir ovada kayıtsızca otlayan öküzleri görmüş ve onlara özenmiştir. Onların içinde bulunduğu koşulları düşünmeden o da onlar gibi otlayabilmek istemiştir. Burada yaşlı ve bilge bir eşek gelmiş ve ona o öküzlerin tüm gün çalışmak zorunda oldukları için öyle otladıklarını söylemiştir. Ancak yük taşıyan eşek bilge eşeğin sözlerine kulak asmamış ve boş bir ovada otlamaya başlamıştır. Onu gören ovanın sahibi onu cezalandırmış ve kulaklarını kesmiştir. Eşek bunun üzerine:
“Batıl isteyü hakdan ayrıldum
Boynuz umdum kulakdan ayrıldum”
Böylece eşeğin haddini bildiği ve başına gelenlerden ibret aldığı anlaşılabilir.
Bu Mesnevi’de üzücü bir hikayedir. Bir insanın ya da hayvanın içinde bulunduğu koşulları yükseltmek istemesi oldukça doğal ve normaldir. Ancak bunu çalışarak ve hak ederek yapması gerekir. Öncelikle elindekiler için şükretmeli, sonra daha iyisi için çalışmalıdır. Mesnevinin vermek istediği mesaj budur.
Testi ve Deniz!
Kişiyi kör ve sağır eden, gönlünü karartan, âkıbeti idrâk ettirmeyen hırsın en yıkıcı sonucu; sabır, şükür ve kanaati engelleyerek küstahlığa sebep olması ve rahmet kapısını kapatmasıdır. Çünkü dünya imtihan yeridir. Mevlânâ da hırsın şeytanî bir alâmet olduğunu söyler. Şeytan ululuk hırsı, kibri yüzünden reddedilmiştir. Mevlânâ, genellikle hırs ve tamahı da sabır, şükür ve kanaatle birlikte ele alır.
Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini… Harislerin göz testisi dolmadı. Sadef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu. (Mesnevî, I/20–21) diyen Mevlânâ hırsın zıddının veya ilacının kanaat olduğunu vurgular ve zaman zaman Kanâat hazinedir hadisine işaret ederek insanın şükür ve kanaatle hırs ve tamahtan kurtulabileceği mesajını verir. Pişman olarak tövbe edilen bir fiilin tekrar işlenmesinin kişiyi zarara sokacağına dair bir hikâyede de, eşeğin yeme hırsı yüzünden tilkinin hilesiyle bir kez kurtulduğu aslanın tuzağına ikinci kez düşmesi anlatılır. (Mesnevî, V/2326– 2886) Hikâyeye göre; kanaati savunan eşek, tilkinin hileli ve cevabi sözlerine güzel deliller bulmasına rağmen sonunda yeme hırsına yenilir. (Mesnevî, V/1375– 77) Ancak, tilkinin hilesiyle kendisine yem olarak götürülen eşeği uzaktan gören aç aslan, hırsından yaklaşmasına sabredemez, kükrer. Eşek de uzaktan aslanı görür ve hemen oradan uzaklaşır. Fakat aslan açlıktan sabredemediğini söyleyerek, tilkiyi eşeği tekrar kandırarak getirmesi için yollar. Tilki pek çok hileli sözlerden sonra aç-arık düşen eşeği tekrar kandırmayı başarır ve sonunda eşek aslana yem olur. (Mesnevî, V/ 2339–2439; 2516–2666; 2817–32; 2870–86)
Aklı, fikri ileri olanlar, bir sanatla kanaat ederler. Fakat o kadar ileri anlayışlı olmayanlar san Bunun için Mesnevî’de, Hz. Musa’nın kavminin gökten gelen bıldırcın ve helvadan bıktıklarını söyleyip, sarımsak ve mercimek isteyerek küstahlık edip lütuftan mahrum olmaları; Hz. İsa’nın ümmetine gökten inen sofranın da hırs ve küstahlıkları yüzünden kesilmesi hatırlatılır. Her iki kıssadaki küstahlığın temeli hırsa dayanır. Sonuçta da hırslarından dolayı rahmet kapısı kapanır. Nitekim Azâzil (Şeytan) de hırsın körüklediği küstahlık yüzünden lanetlenmiştir. (Mesnevî, I/80–92) Bu örneklerde küstahlığın hırstan kaynaklanması yanında hırsın ilacının kanaat ve şükür olduğu vurgulanır.