Her konuda ve herkes için örneğimiz muhakkak ki Hz. Peygamber Efendimiz aleyhisselamdır. Hz. Peygamber’in bütün hayatını üç kelime ile özetlersek; ta’lîm, terbiye/tezkiye, tatbik olarak görürüz.
Ta’lîm olmadan terbiye/tezkiye olmaz, terbiye olmadan da tatbik gerçekleşmez.
Terbiye veya tezkiye olmadan nefis, kişiyi yoldan çıkarabilir. Çoğu kez nefis, aklı esir almaktadır.
Akıllı mü’min, nefsini aklına, aklını da imanına tabi kılar.
İman, Kitap/Kur’ân-ı Kerîm’deki ve Sünnet/Hadîs-i Şerîflerdeki gerçekleri tasdik etmektir.
Mü’minin tatbiki tasdike göredir. İşte bu tatbikin gerçekleşmesi nefsin terbiye ve tezkiyesi ile gerçekleşebilir.
Tezkiye lügatte, temizlemek, geliştirmek, feyizlendirip büyütmek ve temize çıkarmak manalarına gelir.
(Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IX, 244.)
Tezkiye, tasavvufta, nefsi, ona bulaşan kir ve pastan temizleyerek nefs-i emmâre mertebesinden nefs-i mutmainne mertebesine çıkarmak, ruhu manevi kirlerden arındırmak demektir.
(Dinî Kavramlar Sözlüğü, s. 660, DİB Yay. Ankara 2015.)
Nefis tezkiyesi, Allah Teâlâ ve Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından kınanmış olan sıfatlardan nefsi temizlemektir. Temizlenenlerin yerine Allah Teâlâ’nın ve Hz. Peygamber’in övdüğü sıfatlarla sıfatlanmak gerekir.
Nefis tezkiyesinin merkezi kalptir.
Kalp, bir memleketin başşehri; aklın kendisine uyduğu iman da o memleketin reisi gibidir.
Kalp, Allah’ın ve Rasûlü’nün yerdiği sıfatlardan temizlenir de Allah’ın ve Rasûlü’nün övdüğü sıfatlarla sıfatlanırsa, insan bütünüyle kurtulmuş olur. Bunun delili şu hadîs-i şerîftir:
“Dikkat ediniz! Vücutta bir et parçası vardır ki o bozulursa bütün vücut bozulur, eğer o düzelirse bütün vücut düzelir. Dikkat edin o et parçası kalptir.”
(Müslim, Müsâkât, 107; Buhârî, Îmân, 39; İbn Mâce, Fiten, 14; Dârimî, Büyû’, 1.)
Vücudun tedavide doktora ihtiyaç duyması gibi, tezkiyede de öncüye ihtiyaç vardır. Bunun sebebi, Allah Teâlâ’nın rızasının, râzı olduğu yolla elde edilmesidir.
Allah Teâlâ’nın râzı olduğu yol, râzı olduğu zat ile elde edilir. Râzı olduğu zat ise Rasûlullah (s.a.s.) ve asrın insaf sahibi âlimlerin ehildir dediği, Rasûlullah’ın hem takvasına hem ilmine varis olan âlimlerdir.
İşte deliller:
“Andolsun ki, sizin için, Allah'ın lütfunu ve ahiret gününü ümit eden ve Allah'ı çok zikredenler için Rasûlullah’ta güzel bir örnek vardır.”
(Ahzâb sûresi 33/21.)
“Muhakkak âlimler peygamberlerin vârisleridir.”
(Tirmizî, İlim, 19.)
Hz. Peygamber (s.a.s.)’e vâris olan âlim, ilmiyle risaletine, takvasıyla velayetine vâris olan kimsedir.
(Bugün, Muharrem’in 9, yarın Muharrem’in 10 dur. Bugün de yarın da aşure orucu tutulabilir veya 10 ile 11 oruç tutulabilir. Hem 9 hem 10 hem 11 de üç gün olarak tutmak caizdir. Tek gün tutmak caiz değildir. Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Aşûre orucunu tutun; ancak bir gün önce veya bir gün sonra da tutmak sûretiyle yahudîlere muhalefet edin!”.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 241; Bezzâr, no. 1052; Heysemî, III, 188.)
Ebû Katâde (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.)’e aşure günü tutulan orucun kıymeti soruldu; o da:
“Geçmiş bir senenin günahlarına kefaret olur” buyurdu.
(Müslim, Siyam 197. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Savm 54; Tirmizî, Savm 48; İbni Mâce, Siyam 40)
Kur’ân-ı Kerîm’de tezkiyeye dâir âyetlerden birkaçı:
“Muhakkak temizlenmeye çalışan kurtulur.”
(A’lâ sûresi 87/14.)
Âyet-i kerîme, her türlü kınanmışlıktan kurtulmaya çalışan, gayret eden kimsenin er veya geç sonunda mutlaka kurtulacağını müjdeliyor. Çünkü çalışan mahrum olmaz.
Şu da bir gerçektir ki vüsûl üsûl iledir. Zira her çalışan vâsıl olmamıştır, ama vâsıl olanlar da çalışanlardır.
Va’z ve öğüdü dinleyip temizlenen, feyiz alan, kalbini şirkten ve kötü ahlâktan, bedenini maddi ve manevi pisliklerden temizleyip iman ve ihlâs, gusül ve abdest ile arınan ve zekâtını verip Allah’ın huzuruna temizce çıkmak için çalışan kendini fenalıklardan kurtarıp murada erer.
(Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, IX, 159.)
“O nefsi temizleyen kimse gerçek kurtuluşu buldu. Onu (korumayıp günahlarla alçaltarak) gömen (yahut Allah’ın öyle alçaltıp gömdüğü günahkâr ve alçak nefis) gerçekten zarar edip hüsrana uğradı.”
(Şems sûresi 91/9-10.)
Bu âyet-i kerîmeden önce Allah Teâlâ yedi şeye yeminde bulunmuştur. Yani bu yedi şeye yemin olsun ki nefsi tezkiye eden/manevî kirlerden temizleyen kurtulur; kalbi, yerilen kirlerden temizlemeyen dünya ve âhiret huzursuzluktan kurtulamaz, muradına eremez, vâsıl-ı ilallâh olamaz, demektir.
“Kim (küfürden ve şirkten, günah ve kötü ahlâk kirlerinden) temizlenirse, kendisi için temizlenmiş olur. Dönüş Allah’a aittir.”
(Fâtır sûres, 35/18.)
“Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi (şirk ve günah kirlerinden) temizleyen, size Kitap ve Hikmeti ve bilmediklerinizi (ve bilemeyeceklerinizi) öğreten bir Rasûl gönderdik.”
(Bakara sûresi 2/151.)
Bu âyet-i kerîme, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatının peygamber olarak gönderilişinden vefatına kadar olan kısmındaki görev ve faaliyetini üç bölüm olarak ele almaktadır:
a) Allah’ın (c.c.) âyetlerini okuması, açıklaması, İslam davetini ortaya koyması, lâzım olan her şeyi içine alan Kur’ân-ı Kerîm’i açıklaması,
b) Kalplerdeki küfrün, şirkin pisliklerini Allah’ın izniyle temizlemeye gayret etmesi; kalpleri tezkiye etmesi, temizlemesi, nefsin, İslâm’ı tatbike müsait hale gelmesi için onu terbiye etmesi, kalpteki beğenilmeyen sıfatları beğenilenleriyle değiştirmeye çalışması,
c) Kitabı ve Hikmeti (Sünnet) insanlara öğreten bir eğitimci olarak onları amel etmeye sevk etmesi, insanlığa her şeyin hakîkatini öğreten ve hakîkate uyarlı ve duyarlı hale getiren bir terbiyeci olmasıdır.
Nefsin tezkiyesinin şartları:
1. Nefsimizi tanımak:
Nefis çeşitlerinden hangisinin içinde olduğumuzu bilmek: Emmâre, levvâme, mülhime, mutmeinne, râdıye ve mardıyye.
Nefisteki kuvvelerden; akliyye, şeheviyye ve gadabiyyeden hangisinin hâkimiyetindeyiz?
İnsan olarak bizim hem meleklerle müşterek yönümüz var hem hayvanlarla müşterek yönümüz vardır.
Kuvve-i akliyye, meleklerle müşterek yönümüz; kuvve-i şeheviyye ve gadabiyye de hayvanlarla müşterek yönümüzdür.
Kur’ân-ı Kerîm’in yaptığı mü’minlerle ilgili şu taksimatta neredeyiz diye kendimize bakmamız gerekir:
"Sonra Biz Kitabı seçtiğimiz kullarımıza miras verdik. Onlardan kimi nefsine zulmeder. Kimi mu’tedildir, orta yolu tutar. Kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda öne geçer. İşte büyük lütuf budur.”
(Fâtır sûresi 35/32.)
Bu âyet-i kerîmeye bakıp eğer biz zâlimden isek, muktasıd (orta yolu takip eden veya günahı ile sevabı denk olan kimse)den olmaya, eğer muktasıd isek sâbikûn (önde giden; sıddıklar, şehidler ve sâlihler)den olmaya çalışacağız.
Nefsi tezkiye; nefsi tasfiye etmek ve nefsi tedip etmektir.
Tasfiye; küfürden, şirkten, günahlardan ve kötü huylardan kalbi pâk kılmaktır.
Tedib etmek, Rasûlullah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır.
Edep, edeplide bulunur. En büyük edepli, Hz. Peygamber aleyhisselam olduğuna göre güzel ahlâk ancak Rasûlullah’ın (s.a.s.) ahlâkı ile ahlâklanmak ve edebiyle edeplenmektir.
Kalpteki küfür ve şirki, akıldaki sapmayı, ilim ve âlim ile tezkiye etmek mümkündür. Zira insana insanla, fikre fikirle tesir edilir.
Günahlardan kurtulmak, tövbe ederek ve sevap ehli olan sâlih insanlarla beraber olarak temizlenmek gerekir.
Gerçekten dünya ve âhiretin huzuru tövbe ile başlayan tezkiyeye bağlıdır. Şu âyet-i kerîmede belirtildiği gibi:
“Şüphesiz Ben tövbe eden, iman eden, sâlih amel işleyen ve (bu tövbe, iman ve sâlih amel üzere) devam edeni mağfiret edeceğim.”
(Tâhâ sûresi 20/81.)
Tövbe arsa gibidir ki arsasız bina düşünülmez, iman binanın temeli gibidir ki temelsiz bina ayakta durmaz, sâlih amel direkleri ve duvarları gibidir ki direkler ve duvarlar olmadan bina teşekkül etmez, devam da tavanı gibidir ki binanın ancak tavanla ayakta kalışı devam edebilir yoksa o bina zamanla yıkılır.
Sevap ehli ile beraber olmanın gerekliliğini ve önemini de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şahsında Allah Teâlâ bize şu âyet-i kerîmede şöyle emretmiştir:
“Sabah akşam Rablerine, O'nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.”
(Kehf sûresi 18/28.)
Bu âyette bize bu kimselerin bir alâmeti olarak hedeflerinin Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak olduğu belirtilmiştir.
Kimlerle beraber olmamız gerektiğine bir başka delil de şu âyettir:
“Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sâdıklarla/doğrularla beraber olun.”
(Tevbe sûresi 9/119.)
Bu âyet-i kerîme hem cisimle hem kalple hem de onları, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) izledikleri müddetçe izlemeyi kapsamaktadır.
2. Nefis terbiyesinde beraberliğe önem vermek
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Arkadaşlık edip istifade edeceğimiz kimselerin en hayırlısı kimdir?” sorusuna verdiği cevap bize güzel bir delildir:
“Sizin (arkadaşlık edip istifade edeceğinizin) en hayırlısı; kendisini görmek size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran ve ameli sizi âhirete teşvik eden kimsedir.”
(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 468.)
Kiminle arkadaşlık edeceğiz sorusuna verdiği cevaptaki “kendisini görmek size Allah’ı hatırlatan” kimse Selef-i Sâlihîn arasında çok ve yaygındı. Tâbiînin büyüklerinden Hasen-i Basrî (rh. a.) görüldüğü zaman Allah hatıra gelirmiş. Hasen-i Basrî’yi, arkadaşlarından olan Eş’as b. Abdullah şöyle anlatıyor: “Hasen-i Basrî’nin huzuruna girdiğimiz zaman dünyayı bir şey saymaz olarak çıkardık.”
(Ebû Nuaym, Hılyetü’l-Evliyâ, II, 158, es-Seâde 1351.)
Yunus b. Ubeyd ise Hasen-i Basrî’yi şöyle anlatmıştır:
“Hasen-i Basrî’ye bir adam baktığı zaman istifade ederdi, amelini görmese ve sözünü işitmese bile.”
(İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 267, es-Seâde, 1351.)
“Konuşması ilminizi artıran” yönü ile ilgili şu misali vermemiz uygun olur: Sahabenin ileri gelenlerinden Ebû Mûsâ el-Eş’ar’î (r.a.) şöyle demiştir:
“Abdullah b. Mes’ûd’un yanında bir kere otururdum nefsime bir senelik amelden daha tesirli olurdu.”
(Kâdî Iyâz, Tertîbü’l-Medârik, II, 51-52, er-Riyâtü’l-Mağrib, 1384.)
Bu misalleri vermemizden maksat, bu asırda da bu gibi kimselerin çok az da olsa varlığını bilip istifade etmektir. Çünkü bu özelliklere sahip, hakka arka çıkan, muhalefet edenlerin zarar veremeyeceği kimseler kıyamete kadar eksik olmayacağına dair hadis vardır.
(Buhârî, Tevhîd, 29, İ’tisâm, 10, Menâkıb, 28,Humus, 7; Müslim, Îmân, 247, İmâre, 170-177; Ebû Dâvûd, Fiten, 1, Cihâd, 4; Tirmizî, Fiten, 51; İbn Mâce, Mukaddime, 1; Dârimî, Cihâd, 38. )
İşte bu gibi kimselerin talim ve terbiyelerinden, yönlendirmelerinden, feyiz ve bereketlerinden istifade etmek gerekir.
Eğer bulunduğumuz yerlerde böyle ilim ve irfan sahipleri yoksa vefat etmiş büyük insanların sözlerini, fikirlerini, farklılıklarını, eserlerini ve menâkıbını okumamız mümkündür. Zira İmam Nevevî gibi büyük bir zat, bazen günde beş saat üstte özellikleri sayılan ricali/büyük zatları anlatan kitaplar okurmuş.
Âlimlerden istifade etmek neden önemlidir?
Önce ölçüyü kavramak sonra o ölçüye göre amel etmek için önemlidir.
Ölçüyü kavramak, vasıtayla olur. Bu vasıta, ölçüyü kavrayan ve kavratan âlimlerdir. Onun için, "ölçüyü kavramadan yalnız başına kitap okumak" kadar zararlı bir şey yoktur. Zira ölçüyü kavrayan daima gelişir, ölçüyü kavramayan daima değişir.
Kötü ahlâktan arınma ve güzel ahlakla ahlaklanma, önce Allah Teâlâ’nın lütfu ile, öğretim ve eğitimle gerçekleşir. İşte şu âyet-i kerîmede tezkiyede başarılı olmanın Allah Teâlâ’nın bir lütfu olduğu şöyle belirtilmiştir:
“Ey iman edenler! Şeytanın adımlarını takip etmeyin. Kim şeytanın adımlarını takip ederse, muhakkak ki o (şeytan), edepsizliği ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın, üzerinizde lütuf ve rahmeti olmasaydı, içinizden hiçbir kimse asla temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini arındırır. Allah (işitilecek) her şeyi işitendir ve çok iyi bilendir.”
(Nûr sûresi 24/21.)
Tezkiyede en önemli olan diğer bir husus, bu tezkiye/arınma işini dert edinmektir.
Niyâz-i Mısrî’nin dediği gibi:
“Derdime derman arar iken
Derdim bana derman imiş.”
Öğretim ve eğitimle olduğuna dair delil de şu hadîs-i şerîftir:
“Ben ancak muallim/ilim öğretici olarak gönderildim.”
(İbn Mâce, Sünnet, 17; Dârimî, Mukaddime, 32.)
Diğer bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
“Ben ahlâkın güzelliğini tamamlamam için gönderildim.”
(Muvatta, Husnü’l-Huluk, 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 381.)
Şüphesiz bütün Peygamberler aleyhimüsselâm güzel ahlâk ile gelmişler, fertleri ve toplumları güzel ahlâka, terbiyeye ve tedîbe/edep kazandırmaya gayret etmişlerdir.
3. Gerçek Tezkiye Neyi Sağlar?
Gerçek tezkiye, kâmil mü’min olmayı sağlar.
Kâmil Mü’min:
a) İmanını; sahîh ilim, sâlih amel, dil ile söyleyip akılla düşünüp kalbe yer eden zikir ve sorumluluğunu ve sonunu fikreden fikir yani tefekkür ile korumaya ve kemâle erdirmeye çalışan,
b) Amelin sâlih olmasına; kalpte ihlâs ve amelde Sünnet’e uygun amel ederek sâlihlerle ve sadıklarla beraber olmaya çalışan,
c) Niyetin hâlis olmasına; Allah'ın rızasını nihâî hedef yapan ve dünyanın gaye olmasını gözden ve gönülden düşürmeye gayret edip dünyayı cenneti elde etmeye vasıta kılan,
d) Ahlâkın fâdıl olmasına; Hz. Peygamber’in (s.a.s.), Ashâb-ı Kirâm’ın ve onları izleyen altın halkanın ahlâkı ile ahlaklanmaya çalışandır.
Tezkiye isteyen ana hatlarıyla şunlara dikkat etmelidir:
I. Önce itikâdî ve amelî sahada lehde ve aleyhde olanı bilmek,
II. İslâmî ölçüye vakıf olmak ve dengeli olmak,
III. Üstat edinmek,
IV. Plânlı ve programlı çalışmak,
V. Kitap edinmek,
VI. Bilgi kaynağı ve itikadı sahîh, ameli sâlih, İslam'ı hayatta hakim kılma gayretinde olan bir cemaat içinde olmak ve bir görev almak,
VII. Günlük ibadet ve zikirlere dikkat etmek,
VIII. Salih arkadaş ve dost edinmek,
IX. Birbirimize nasihatte bulunmak ve diğer insanları da İslâm’a davet etmek,
X. Her gün tövbe ve istiğfar etmek,
XI. Kâmil mü’minin sıfatları ile sıfatlanmaya çalışmak.
Tezkiyeye gayret edenin neticesi, dünyada huzur, âhirette de ebedî huzur yeri cennettir. Bu gerçeği şu âyet-i kerîme ifade buyurmaktadır:
“Kim O’na (Allah’a) sâlih amelleri işleyen bir mü’min olarak gelirse, işte onlar için en yüksek dereceler vardır. Onlar, içinden ırmaklar akan Adn cennetlerinde ebedî kalacaklardır. İşte (günahlardan ve çirkin ahlaktan) tezkiyeye gayret eden/temizlenmeye çalışan kimselerin mükâfatı budur!”
(Tâhâ sûresi 20/75-76.)