Bugün 28 Şubat.
Ondokuz sene önce bir post modern darbe yaşadık. Gençler pek fazla birşey bilmiyorlar, o yıllara ve yaşananlara ait. Çünkü uzun zamandır, insan hakları alanında çok fazla sorun yaşanmıyor. İnsanlar düşünce ve inançları yüzünden kınanmıyor ve sorgu suale tabi tutulmuyor.
Oysa yirmi yıl önce çok büyük zulümler yaşandı bu ülkede, ne yazık ki.
Sadece ve sadece namaz kıldığı için ve eşinin başı kapalı diye binlerce subay, astsubay ordudan ihraç edildi. Binlerce öğretmen ve sağlık görevlileri mesleklerinden edildi. Binlerce Üniversite öğrencileri okullarına alınmadı ve ilişikleri kesildi. Bin yıl sürecek savaş açıldı, dine ve dindarların üzerine.
Bugün ortalık sakin, ancak o günleri unutmamamız ve unutturmamamız gerekiyor.
Bu nedenle o günleri yaşayanların, yaşadıklarını yazmaları bir vazifedir diye düşünüyorum.
28 Şubat 1997, 12 Eylül 1980, 12 mart 1971 ve 27 Mayıs 1960 asla unutulmamalıdır.
Bu tarihler Millete çeki düzen verme tarihleridir. Güya yoldan çıkan halkın tekrar yola sokulması girişimleridir. Kendisini devletin ve milletin sahibi sananların rejimi koruma ve kollama müdahaleleridir.
Darbeleri ve darbecileri anlayabilmek için aslında 2. Abdülhamit hana kadar uzanmak gerekir. İttihad ve Terakki çetesinin kuruluşuna kadar gitmek icap eder. İş oradan başlamaktadır, zira.
Malumlarınız olduğu üzere Osmanlı Devleti âliyesi Osman beyin oğullarının ülkesiydi. Devleti bu aile kurmuş ve yıkılıncaya kadar, babadan oğula devrederek yönetmişti. Padişah olarak bu aileden birisi hep başta bulunur, icracı olarak da vezirler devlet işlerini yürütürdü. İşte öteden beri bu vezirlerin kendi aralarında rekabet, çekişme, plan ve kumpasları sürekli devam edegelmiştir. Ancak İttihat ve Terakkiden sonra, memleket iyice zayıflayıp, yedi düvelin yüklenmesiyle de darmadağın olunca, karanlık bir takım organizasyonlar neticesinde Mustafa Kemal, içinde yetiştiği İttihatçıların arasından sıyrılıp, Cumhuriyeti ilan etmiş ve önce İttihad Terakkiyi ve ardından, Osmanoğullarını, saltanatı ve halifeliği yok edebilmeyi becerebilmiştir.
Yani bu Cumhuriyeti komitacılar kurmuş ve onlar idame ettirmiştir.
Cumhuriyet kurulurken sadece Sultan ve Halife değil, din de gönderilmiştir. Ulusalcı, laik, batı tarzı çağdaş, modern bir ülke hedeflenmiştir. Bunu tesis edebilmek için, binlerce alim ve dindar insan katledilmiştir. Kolay olmamıştır. Çıkan isyanlar ve başkaldırılar çok ağır ve kanlı bir şekilde bastırılmıştır. Adı Halk, ama halkı dizayn etmek için kurulan Cumhuriyet Halk Partisi din ve dindarlar üzerindeki baskı ve operasyonlarını en şedit şekilde tatbik etmiştir. Daha sonra kurulan Demokrat Parti biraz sırtını halka dayayıp, az bir şey de dini söylemlerde bulunup, ezanı tekrar arapçaya çevirince kıyametler kopmuş, rejimin sahipleri hemen ilk müdahalelerini 27 mayıs 1960 yılında yaparak, Başbakanı asmıştır. Yani, yeni rejimin kurucuları ve kurdurucaları asla eski, yani islami sisteme dönme çabalarına müsade etmemektedirler. Ancak halk ısrarla İslami söylemlere temayülünü devam ettirmektedir. Bu sefer de 12 Mart 1971'de bir muhtıra verilir. Lakin yine İslamcılar boy gösterip, Milli Selamet Partisi parlamaya başlayınca, bu sefer de 12 Eylül darbesi yönetime el koyar. Gerçi parantez içinde şunu da söylememiz icap eder, 12 Mart ve !2 Eylülde sadece İslamcılar değil, solcular da etkili olmuştur. Yeni rejim Amerikancı olduğu için sola da tahammüllü değildir. 12 Mart ve 12 Eylül darbelerinde çok solcu da bedel ödemiştir.
Ancak 12 Eylül darbesinden sonra hiç beklenmedik bir şey oldu; İslamcılar umulmadık bir şekilde hızla gelişip, devlet kademelerine dolmaya başladılar. İşte bu durum rejimin içte ve dışarıdaki sahiplerini derhal harekete geçirdi.
28 Şubat süreci başlatıldı.
Önce TSK kendi evlatlarını yedi. Çünkü darbe olması için üç saçayağının olması gerekiyordu. Yasal dayanak, kadrolaşma ve kaos ortamı. Yasal dayanak vardı. İç Hizmet Kanununun 35. maddesi Cumhuriyeti koruma ve kollama görevini TSK'ne veriyordu. Kadrolaşma elzemdi. Zira İslamcılar TSK içerisinde de boy göstermeye başlamıştı. Namaz kılan Subay ve Astsubaylar artıyor, lojmanlarda çağdaş olmayan (başörtülü) kıyafetli kadınlar görülmeye başlıyordu. Bu düşüncedeki personel müslümanlara yapılacak müdahaleye izin vermezdi. Dolayısıyla bunların hemen tasfiyesi gerekiyordu. Böylece 1630 kişi ordudan atıldı ve bunun en az iki, üç misli de emekli olmak zorunda bırakıldı. (Ben de bunlardan biriyim) Bir taraftan kadrolaşma tamamlanırken, bir taraftan da müslümanlara saldırı başlatılıyordu. Bu sefer başörtüsü üzerinden gidildi. Kamuda yasak ilan edildi. Okullara başörtülü öğrenciler alınmamaya başlandı. Halk dindar insanların bulunduğu partilere teveccüh ettikçe, rejimin bekçileri de gemi azıya aldılar. Bu sefer dine, dindarlara, millete ve halka deli gibi savaş açtılar. Özellikle medyayı kullanarak geçmiştekilerden farklı, post modern darbe planlaması yaptılar. Rektörler, yargı mensupları, odalar, barolar, sendikalar ve bürokratlar kullanılarak ve özellikle de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in yardımıyla halkın seçtiği meşru hükümet alaşağı edildi. Yani darbe başarıyla tamamlandı. Bunları iki satırda yazmak çok basit gibi, ama o günler çok acı ve ağırdı. Türkiye, tarihinde bu kadar zulüm görmemişti desem yeridir.
Bugünlerde neredeyse bir haftadır, bu konu köşe yazarları ve medyada işlenmekte, sivil toplum kuruluşları tarafından eylemler yapılmaktadır. Benim ele alış amacım ise, unutulmaması ve şu an yargılanmakta olan darbecilerin hak ettikleri cezaları almaları içindir.
Çünkü, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden itibaren ilk defa Ak Parti ile rejime ve rejimi kuranların zihniyetine uymayan iktidarı görmüş, milletin temsilcileri ilk defa muktedir olmuştur. Yine tarihinde ilk defa darbeciler yakayı ele vermiş ve yargılanmaya başlamışlardır. Artık, ulusalcı, laik, seküler sistem yıkılmak üzeredir. Halkın iradesi nihayet hakim olmuştur. Hak yavaş yavaş tecelli etmeye başlamıştır. Batıl zail olma emareleri göstermektedir. Bu kazanımların kaybedilmemesi ve daha güzel günlere varılabilmesi için darbecilerin ve darbecilerin zihniyetinin yargılanıp, hak ettikleri cezaları almaları gerekmektedir. Eğer bu Millet bunu bugün başaramazsa, bir daha başaramaz.
Üstelik, sadece Türkiye değil, bütün ümmet bizi beklemektedir. İslam alemi düşen sancağın, düştüğü yerden kalkmasını beklemektedir.
Gün bu gündür.
Allah yar ve yardımcımız olsun.