Fakîhler, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vârisleridirler. Çünkü gerçek manada âlim onlardır ki Allah Teâlâ onlara hayır murad etmiş de onları dinde fakîh kılmıştır.
Gerçek vâris, Hz. Peygamber’in hem risâletine hem velâyetine vâris olandır. İlmi ile risâletine, takvasıyla da velâyetine vâris olmuştur. Hasen-i Basrî (rh.a.), fakîhi Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bu iki yönüne vâris olması itibariyle şöyle tarif etmiştir:
“Gerçek fakîh, dünya konusunda zâhid olan, âhirete rağbet eden, dinin inceliklerini bilen, Rabbine kullukta devam eden, müslümanların şereflerine dil uzatmaktan geri duran, vera (takva) sahibi, insanların mallarına karşı iffetli olan/tenezzül etmeyen ve topluluklara nasihat eden kimsedir.”
(İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr Alâ Dürri’l-Muhtâr, I, 38, Mısır 1386.)
Bu tarif bize şunları söylüyor: Dini, bu özelliklere sahip insanlardan öğrenin ve alın. Çünkü dünyaya esir olan ve her hareketinde âhirete önem verdiği görülmeyen âlimde Peygamber vârisliği ve örnekliği görülmez ki gerçek manada istifade olsun.
İşte bu manada Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Arkadaşlık edip istifade edeceğimiz kimselerin en hayırlısı kimdir?” sorusuna şöyle cevap vermiştir:
“Sizin (arkadaşlık edip istifade edeceğinizin) en hayırlısı; kendisini görmek size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran ve ameli sizi âhirete teşvik eden kimsedir.”
(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 468.)
Kiminle arkadaşlık edeceğiz sorusuna verdiği cevaptaki “kendisini görmek size Allah’ı hatırlatan” kimse, Selef-i Sâlihîn arasında çok ve yaygındı. Tâbiînin büyüklerinden Hasen-i Basrî (rh.a.) görüldüğü zaman Allah hatıra gelirmiş.
Hasen-i Basrî’yi, arkadaşlarından olan Eş’as b. Abdullah şöyle anlatıyor: “Hasen-i Basrî’nin huzuruna girdiğimiz zaman dünyayı bir şey saymaz olarak çıkardık.”
(Ebû Nuaym, el-Hılye, II, 158, es-Seâde 1351.)
Yunus b. Ubeyd ise Hasen-i Basrî’yi şöyle anlatmıştır: “Hasen-i Basrî’ye bir adam baktığı zaman istifade ederdi amelini görmese ve sözünü işitmese bile.”
(İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 267, es-Seâde, 1351.)