Velî, lügatte “yakın, yâr, dost, arkadaş, yardımcı, mahabbet besleyen” mânalarına gelir.
(İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, XV, 411.)
Aynı zamanda bu kelime, kulun ihlâsla Allah’a tâati ve Allah’a muhabbetinin devam etmesi anlamına gelir.
Evliyâullah ünvânı bu cümleden olup “Allah’a dost olanlar” demektir.
(Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb, Tahran ts. V, 682; Abdüsselâm el-Lekkânî, İthâfü’l-Mürîd Şerhu Cevhereti’t-Tevhîd, Mısır 1310, s. 205.)
Terim olarak velî, “Allah Teâlâ’yı imkân nispetinde bilen, günahlardan çekinen, lezzet ve şehvete dalmayan ve tâate devam eden kimsedir.”
(Teftâzânî, Şerhu’l-Makâsıd, II, 203; Ramazan Efendi, Hâşiyetü Şerhi’l-Akâidi'n-Nesefî, s. 290; Ali el-Kârî, Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber, s. 69; Cürcânî, Ta’rîfât, s. 254.)
Akaid kitapları veliyi, ârif-i billâh diye tarif ederler. Âlim-i billâh ancak Allah Teâlâ’dır. Çünkü “arefe” fiili, bazı şeyleri bilmede kullanılmaktadır. “Alime” fiili her şeyi bilmede kullanılmaktadır. İşte bundan dolayı veli, Allah’ın bildirdiği ve velinin bilebileceği kadar bildiğinden ârif-i billâh denmektedir. Allah Teâlâ ise kendisini tarif ederken “ve hüve bikülli şey’in alîm” (O her şeyi en iyi bilendir) buyurmuştur.
Velî, “günahlardan çekinen” derken bütün bütüne kendisinden günah meydana gelmez demek, mâsumdur demek değildir. Tövbesiz günah işlemez demektir.
Allah bir kulu severse günahına tövbeye muvaffak kılar. Tövbe edince de günah işlememiş gibi olur. (İbn Mâce, Hadis no: 4250)
Velî, Kur’ân-ı Kerîm’i lazım olan her konuda aydınlatıcı kitap bilerek Allah’a müracaat ederek dostluk eder. İşte âyet-i kerîme -ki bu âyeti yüzünden okurken % 90 mü’minler yanlış okurlar-:
“Muhakkak benim velim, kitabı (Kur’ân’ı) indiren Allah’tır ve O (Allah) sâlihlere velilik (dostluk, sahiplik) eder.”
(A’râf sûresi 7/196.)
Bu âyet-i kerîmede neden başka sıfatını değil de “kitabı indiren Allah” diyerek ifade buyurdu?
Allah’a ancak dostluk, Kur’ân-ı Kerîm’i hayat programı yaparak ve Allah’ın Kur’ân’ın beyanını kavlen ve fiilen öğrettiği Hz. Peygamber aleyhisselam’a itaat ederek, örnek alarak gerçekleşir.
Biz mü’minler olarak Allah’a dostluğumuzu; öğretim ve eğitim hayatımızı, itikâdî ve iktisâdî hayatımızı, hukukumuzu İslamlaştırarak gerçekleştirsek Allah bize sahip çıkar, bizi galip kılar; eserimizle, başarımızla, iyiliğimiz ve ahlakımızla İslam’ı tebliğe bizi muvaffak eder. Dünya ve âhiret mutlu ve huzurlu oluruz.
Velî hem dost olan hem dost olunan mânasındadır.
Velî, Allah’a iman ve takvâya devam edip itaatle dostluk eden; Allah da velisine/dostuna ikramla dostluk edendir.
Allah’ın dostuna en büyük ikramı; küfrün, şirkin ve isyanın karanlıklarından çıkarıp iman, takva ve itaatte devam nuruna ulaştırmasıdır. Şu âyette belirttiği gibi:
“Allah, iman edenlerin velîsidir/dostudur. Onları karanlıklardan nûra çıkarır.”
(Bakara, 2/257)
Diğer âyette de: “Allah, muttakîlerin velisidir/dostudur” (Câsiye, 45/19) diyerek muttakilere dostluk ettiğini haber vermiştir.
Demek ki Allah’ın dostluğunu kazanmak, iman ve takva iledir.
Velilerin Allah’a, Rasûlullah’a ve Mü’minlere Dostluk Etmeleri
Allah’ın velisi olan kul, Allah’ın düşmanlarına dostluk etmeyip (Mâide, 5/51) hem Allah’a hem Rasûlullah’a hem de Allah’ın emrine boyun eğerek namazı dosdoğru kılan ve zekâtı veren dostlarına dostluk eden (Mâide, 5/55), kimsedir.
Allah Teâlâ velileri şöyle bahsederek tarif etmiştir:
“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına (velilerine) hiçbir korku yoktur; onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve takvâya devam etmekte olanlardır. Onlar için dünya hayatında da âhiret de müjdeler vardır.”
(Yunus, 10/62-64)
Bu iki âyet-i kerimeye göre bütün mü’minler velidirler.
İman ve takva, kimde kemal seviyesinde ise o mü’min velilikte de kemal seviyesindedir.
Takvanın en alt seviyesi, küfürden ve şirkten takva;
Takvanın orta seviyesi, haramlardan, mekruhlardan ve şüphelilerden takva;
Takvanın en üst seviyesi gafletten takvadır.
Birinci özellikle kişi, mü’min olur;
Birinci özellikle birlikte ikinci özellik de bulununca muttaki mü’min olur;
İlk iki özellikle beraber üçüncü özellik de bulunursa veli olur.
Demek ki veli deyince, ilk akla gelen, orta seviyeli olanla en üst seviyede olanlardan birisi olmasıdır.
Veli dediğimiz kimseler, her gün namazda okuduğumuz Fâtiha sûresinde “kendilerine nimetler verdiğin” diye belirtilen sıddîk ve sâlihleri oluşturur.
Ayrıca insanlar arasından seçilen mü’minlerin sâbikun bilhayrât olan Allah’ın izniyle hayırlarda önde olan, yarışı kazanan, peygamber varislerinden olan (Fâtır, 35/32), kendilerine ilham verilen, bazen de kendilerinde kerâmet görülen, ölürken, kabirde ve dirilirken kendilerine meleklerin “korkmayın, üzülmeyin, size va’dedilen cennetle müjdelenin” (Fussılet, 41/30) diye kendilerine müjde verilen itikâdî, ahlakî ve amelî istikamet sahibi kâmil mü’minlerdir.
Velîliğin başında, önce itikâdî, ahlâkî ve amelî helalleri ve haramları bilme yani iman ve amel-i sâlih, ahlâk-ı hamîde ve ahkâm konularını, izleyeceği Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ve ulemâ-yı kâmilîni bilmesi sonra iman ve takva gelir.
Velî, imanın altı temel şubelerinde, Allah’ı tanıma, yakîn, tevekkül, muhabbet, rızâ, havf ve recâ gibi özelliklerde bütün mü’minlerle eşittirler.”
(Ebu’l-Müntehâ, Şerhu’l-Fıkhı’l-ekber, İstanbul 1984. s. 24.)
Bu hususlarda hangi mü’min üstünse o kimse diğer mü’minlerden üstündürler. Veli olan kimse bu hususlarda kemal seviyesinde olandır. Velilerin aralarındaki farklılık ise bu özelliklerde farklı üstünlüklerledir.
Biz Allah Teâlâ’ya iman ve takva ile, Hz. Peygamber’e (s.a.s.) sünnetine ihlasla uymak suretiyle ve mü’minlere de gerçek mânada dostluk etsek, Allah da bize dostluk eder, bize sahip çıkar, bizi düşmanların ellerine bırakmaz ve bizi düşmanlara galip kılar.
Veliler niçin korkmazlar?
“Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına (velilerine) hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir de.”
(Yunus, 10/62.)
Allah korkusunun her korkuyu silmesinden ve ilerisi için de müjde olmasından dolayı veliler korkmazlar.
Veliler niçin üzülmezler?
İlerisi daha güzel olduğu için geçmişe üzülmezler ve üzülmeyecekler de. Hem bu dünyada Allah’ın ikramına hem ilham hem de keramet gibi ikramlara nail olduklarından; iman, takva ve istikamet sahiplerine dünya hayatında da âhirette de meleklerin dostluk ettiklerinden ve ölürken de cennetle müjdeleneceklerinden dolayı veliler üzülmezler.
(Fussilet sûresi 41/30; Zümer sûresi 39/73.)
Velilerde görülen üzüntüler ise, insanların ve özellikle de bazı mü’minlerin Allah’a yaptıkları isyanlarından ve İslâm’a ve Müslümanlara yapılan zulümlerden dolayıdır.
Allah’ın velisi olma derecesine nasıl ulaşabiliriz?
Âyet-i kerîmede buna cevap verilmiştir:
“Onlar, iman edip takvâya ermiş olanlardır”
(Yunus sûresi 10/63.)
Velîliğin başında önce ilim gelmekte.
İlim olmadan ne iman olur ne amel olur. İşte bundan dolayıdır ki şu âyet-i kerîmede ilim imandan önce zikredilmiştir:
“Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur.”
(Muhammed sûresi 47/19.)
Dikkat edilirse, âyette önce “bil ki” ifadesi geçmekte sonra tevhid yani iman ifadesi geçmektedir. Zira veli olsun yahut olmasın ilim her Müslümana farzdır. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“(Uygulanması ve terk edilmesi farz olanın) ilmi(ni) talep etmek her Müslümana farzdır.”
(İbn Mâce, Mukaddime, 17.)
Bu hadîs-i şerîfe göre âlime de âlim olmayan herkese de ilim farzdır.
Bunun izahını da şu hadîs-i şerîf yapmaktadır:
“Ya âlim ol ya talebe ol ya da dinleyen ol yahut seven ol, beşinci olma, helak olursun.”
(Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ ve Müzîlü’l-Elbâs, I, 149, 150.)
Bir şeyin uygulanması farz ise onu bilmek de farzdır, uygulanması vacipse bilmek de vaciptir, uygulanması sünnetse bilmek de sünnettir. Eğer onu yapmak haram ise onu bilmek ondan korunabilmek için farzdır. Önce imanla ilgili helal ve haramları bilmek, sonra ibadet, ahlâk ve ahkâmı içine alan amel ile ilgili helal ve haramları bilmek gerekir.
İman neye ve kime iman edilecek?
Allah’a iman edilecek. İnsan akıl sahibi olarak iman ettiği zatı bilmelidir. Allah Teâlâ’nın zatını hakikaten bilmek ise mümkün değildir.
Öyle ise Cenâb-ı Hakkı bilmek nasıl olacaktır?
Biz Allah Teâlâ’yı ancak O’nun (c.c) kendisini kendi kitabı Kur’ân-ı Kerîm’inde Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hadislerinde belirttiği sıfatlarıyla bilebiliriz.
(A, Kârî, Şerhu’l-Fıkhı’l-Ekber, s. 80.)
Velilerin anlaşılan alâmetleri var mıdır?
1. Görüldükleri zaman Allah hatıra gelmesi
Bu soruya Hz. Peygamber’in şu hadîs-i şerîfi ile cevap vermek mümkündür:
“Onlar, görüldüğü zaman Allah hatıra gelir.”
(İbn Mâce, Zühd, 4.)
Onların sadece şekilleri değil, esas olan tavır, ahlâk ve davranışları Allah’ı hatırlatır.
İşte bu manada Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Arkadaşlık edip istifade edeceğimiz kimselerin en hayırlısı kimdir?” sorusuna şöyle cevap vermiştir:
“Sizin (arkadaşlık edip istifade edeceğinizin) en hayırlısı; kendisini görmek size Allah’ı hatırlatan, konuşması ilminizi artıran ve ameli sizi âhirete teşvik eden kimsedir.”
(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 468.)
"Kiminle arkadaşlık edeceğiz?" sorusuna verdiği cevaptaki “kendisini görmek size Allah’ı hatırlatan” kimse selef-i sâlihîn arasında çok ve yaygındı. Tâbiînin büyüklerinden Hasen-i Basrî (rh.a.) görüldüğü zaman Allah hatıra gelirmiş.
Hasen-i Basrî’yi, arkadaşlarından olan Eş’as b. Abdullah şöyle anlatıyor:
“Hasen-i Basrî’nin huzuruna girdiğimiz zaman dünyayı bir şey saymaz olarak çıkardık.”
(Ebû Nuaym, el-Hılye, II, 158, es-Seâde 1351.)
Yunus b. Ubeyd ise Hasen-i Basrî’yi şöyle anlatmıştır:
“Hasen-i Basrî’ye bir adam baktığı zaman istifade ederdi amelini görmese ve sözünü işitmese bile.”
(İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 267, es-Seâde, 1351.
“Konuşması ilminizi artıran” yönü ile ilgili şu misali vermemiz uygun olur:
Sahabenin ileri gelenlerinden Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.) şöyle demiştir:
“Abdullah b. Mes’ûd’un yanında bir kere otururdum nefsime bir senelik amelden daha tesirli olurdu.”
(Kâdî Iyâz, Tertîbü’l-Medârik, II, 51-52, er-Riyâtü’l-Mağrib, 1384.)
2. Mütevazı olup ilimleriyle ve amelleriyle gösteriş yapmamaları
3. Tam bir ihlâs sahibi olmaları
4. Çok nazik ve edepli davranmaları
5. İlim ve irfan sahibi olmaları
6. Gafletten uzak olup daima zikir, dua ve tazarru halinde olmaları
7. İçlerinin dışlarından büyük olması
8. Üzülmeleri de sevinmeleri de dünya için olmayıp Allah için, din için ve dostlar için sevinip üzülmeleri
9. Çok sabırlı olmaları
10. Varlığa da yokluğa da şükretmeleri
11. Çok cömert olmaları
12. Çok istiğfar ve tövbe etmeleri
13. Her hallerinde zikretmeleri
14. Herkese karşı çok merhametli olduklarından emr-i bilma’rûfa nehy-i anilmünkere çok önem vermeleri
15. Kerametten hoşlanmamaları
16. Nafilelere özellikle gece namazı ile yaz-kış nafile oruca dikkat etmeleri
17. Ağırbaşlı ve yumuşak huylu olmaları
18. Kalpleri yufka gözleri yaşlı olmaları
19. Herkesin derdini kendi derdi bilip ilgilenmeleri
Velhasıl, Allah dostları kırandan kırılmazlar, derya gönüllüdürler, kırılmaya layık olanı da kırmazlar, kötülük edene bile iyilik ederler.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Cihad Dönemleri
Hz. Peygamber (s.a.s.), bütün hayatı cihad olarak değerlendirmiştir. Cihad, "Hakkı hayata hâkim kılma gayreti" olduğuna göre, elbette bütün hayatında da Hakkı hâkim kılma ile meşgul olmuştur.
Allah Teâlâ, şu âyet-i kerîme’de dünya hayatını ticaret hayatına benzetmiş:
“Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti size haber vereyim mi? Allah'a ve O'nun Rasûlüne iman ederseniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad ederseniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.“
(Saff sûresi 61/10-11.)
Allah Teâlâ alış-verişte cennet karşılığında mal ve can istemiştir.
“Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını –onlara cennet vermek karşılığında- satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.”
(Tevbe sûresi 9/111.)
Bu canı ve malı Allah yolunda cihadda sarf ederse hem bu dünya hem ahiret cennet olacak demektir.
Sahabeden olan Mekkeli mü’min muhacirler, hayat boyu iman ve cihad ettiklerini, Mekkeli müşriklerin her türlü işkence ve baskılarına rağmen imanı ve imana göre ameli tercih ederek, Hz. Peygamber’i desteklemek için hicret ederek, çağrılan savaşlara katılarak ispat ettiler.
İşte muhacirlerin bu özelliklerini Allah Teâlâ şu âyet-i kerîme ile ifade buyurmuştur:
“Müminler ancak Allah'a ve Rasûlüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, sonra da mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad eden kimselerdir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir.”
(Hucurât sûresi 49/15.)
Ensar olan sahabe de Hz. Peygamber ve muhacirlere gönüllerini ve evlerini açtılar, Hz. Peygamber’i malları ve canlarıyla korudular ve bütün savaşlara katıldılar.
a. Mekke dönemi
aa. Kalple cihad (gizli davet)
(Hıcr sûresi 15/85; En’âm sûresi 6/106.)
ab. Dil ile cihad (açık davet)
(Nahl sûresi 16/125; Furkân sûresi 25/52.)
b. Medine dönemi
ba. El ile cihad (müdâfaa harbi) (Hacc sûresi 22/39.)
Bedir, Uhud ve Hendek savaşları savunma amaçlıdır.
bb. El ile cihad (taarruz harbi)
(Bakara sûresi 2/193; Tevbe sûresi 9/14, 15, 29.)
Mekke Fethi ve sonraki savaşlar taarruz amaçlıdır. Mekke birkaç çatışma hariç tutulursa silahsız fethedildi denebilir.