1. Doğru nedir, yanlış nedir?
2. Yanlışlara, doğru olanı ortaya koyarak karşı çıkmak
3. Önce kendi yanlışlarımıza karşı çıkmak
Doğru bilinmeden yanlış bilinmez. İnsan, ömür boyu yanlış olanı bilmeye çalışsa doğruya ulaşamaz. Ama doğru olanı bilirse doğrunun dışındakilerin yanlış olduğunu anlar.
Şu âyet-i kerîmede belirtildiği gibi:
فَذَلِكُمُ اللّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلَالُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ.
“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah'tır. Artık haktan (ayrıldıktan) sonra sapıklıktan başka ne kalır? O halde nasıl (sapıklığa) döndürülüyorsunuz?”
(Yûnus sûresi 10/32.)
1. Doğru nedir, yanlış nedir?
Kur’ân-ı Kerîm, doğru olana sıdk ve ma’rûf demiştir. Yanlış olana bâtıl ve münker demiştir.
Doğru olanı ve yanlıştan korunmayı şu âyetle ortaya koymuştur:
وَالَّذِي جَاء بِالصِّدْقِ وَصَدَّقَ بِهِ أُوْلَئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ.
“Sıdkı/doğruyu getiren (peygamber) ve onu tasdik eden (mü’min)ler, işte onlar muttakî (yanlıştan korunan) kimselerdir.”
(Zümer sûresi 39/33.)
2. Yanlışlara, doğru olanı ortaya koyarak karşı çıkmak
Doğru olan şeyler, Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hadîsi Şerîflerin doğru olarak ortaya koyduğu gerçeklerdir. Bâtılın, bâtıl olduğunu hakkı belirterek ortaya koyması da doğrudur.
Yanlış olanlar, küfür, şirk, haramlar, mekruhlar ve şüphelilerdir.
Ma’rûfun lügat manası, "bilinen" demektir. Fıtratı bozulmayan, bütün insanlık tarafından iyi kabul edilen şey, şer’an ya da aklen güzel görülen her bir şey anlamındsdır. Karşıtı “münker”dir. Emr bi’l-ma’rûf ise Kitap ve Sünnete uygun olan şeylerin emredilmesi, iyi ve güzel olan şeylere delalet edilmesi demektir.
(Erdoğan, Mehmet, Fıkıh ve Hukuk Terimleri Sözlüğü, s. 275. )
Münker, aklen ya da şer’an kötü görülen veya haramlığı konusunda bütün müçtehidlerin görüşbirliği ettikleri şey.
(Erdoğan, Mehmet, a.g.e, s. 335.)
Dikkat edilirse ma’rûf kelimesi lügatte bilinen demektir. Demek ki önce ma’rûf olan şeyler anlatılacak, muhatap tarafından bilinir hale gelecek, işte ondan sonra muhataba ma’ruf emredilecektir.
Ma’rûfu emir ve münkeri nehy, Allah Teâlâ’nın emridir.
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ.
“Sizden hayra çağıran, ma’rûfu/iyiliği emredip münkeri/kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun.”
(Âl-i Imrân sûresi 3/104.)
3. Önce kendi yanlışlarımıza karşı çıkmak
Ma’rûfu emir, münkeri nehiy Allah Teâlâ’nın bu ümmetin her ferdine verdiği bir görevdir:
كُنْتُمْ خَيْرَ اُمَّةٍ اُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma’rûfu/iyiliği emreder, münkerden/ kötülükten men edersiniz.”
(Âl-i Imrân sûresi 3/110)
Bu yukarıda arz ettiğim âyetlerde ma’rûfun yani doğru olan, iyi olanın emri önce zikredilmiş, münker olanın nehyi ise sonra zikredilmiştir. Demek ki önce doğru olan, hak olan, hayırlı olan anlatılacak sonra da yanlış olan, bâtıl olan, zararlı olan, özetle İslam’ın beğenmediği hatta karşı çıktığı şeyler anlatılacaktır.
Bu âyet-i kerîmeler, Medenî âyetlerdir yani Medine’de devlet kurularak İslamî hâkimiyet kurulduktan sonra nazil olmuştur.
Bütün toplumda ma’rûfun emri ve münkerin nehyi, ancak İslamî hâkimiyet olunca mümkün olabilir. Her mü’min, ma’rûf olanı ve münker olanı bilecek, gücü oranında kendi evinde iş yerinde çevresine bu iki esasın tebliğini sonra ma’rûfun yapılmasını, münkerin terk edilmesini sağlamaya çalışacaktır.
Ma’rûfun emrini, münkerin nehyini ancak devlet yetkilisi yapar, tebliğini âlimler yapar fakat evde evin reisi baba ve anne bu tebliğin hikmetli bir şekilde kırmızı çizgiler belirtilerek uygulanmasını temine çalışacaktır.
İmam Serahsî, Âl-i Imrân 3/110. âyetinden şu hükmü çıkarmıştır:
“Ma’rûfun aslı imandır, münkerin aslı şirktir. Mü’minler imanı hâkim, şirki mahkûm kılmakla görevlidirler.”
(Serahsî, el-Mebsût, cilt: 10, sayfa: 2/Kitâbü’s-Siyer bölümü)
Mü’minler, ma’rûfun emrini, münkerin nehyini önce kendi aralarında birbirlerine dost olmanın gereği olarak yerine getirirler:
وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَاءُ بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَـئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ.
“İman eden erkekler ve iman eden kadınlar, birbirlerinin velisidirler. Ma’rûfu/iyiliği emreder, münkerden/kötülükten menederler. Namaz kılmaya devam ederler, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah Azîzdir, Hakîmdir.”
(Tevbe sûresi 9/71)
Başkasından önce kendi şahsımızda hem ma’rûfun/iyinin hem münkerin/yanlışın bilinmesini sağlamak sonra ma’rûfun uygulanmasını münkerin yasaklanmasını sağlamak; gücümüz oranında kendi ailemizin, yakınlarımızın, çevremizin yanlışlarına karşı çıkmak gerekir. Belki ülke olarak kendi ülkemizde İslam’ın anlaşılmasını ve yaşanılmasını sağlamak sonra da diğer ülkelere bu anlayışın ihracını sağlamak ve özellikle mü’minlere yapılan zulümlere karşı çıkmak gerekir.