“Kimde şu beş şey bulunursa dünya ve âhiret mes’ûd/mutlu olur:
1) Zaman zaman “Lâ ilâhe illallâh Muhammedürrasûlullâh” demek,
2) Her işe besmele ile başlamak,
3) Bir nimet (başarı, lütuf, hayır) gelince nimete şükür olarak “elhamdülillâhi Rabbi'l-âlemîn” demek,
4) Bir musibet (sıkıntı, darlık, hastalık, fakirlik) olunca “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demek,
5) Bir günah (veya hata) işleyince hemen arkasından “estağfirullâhe’l-azîm ve etûbü ileyh” demek.”
Abdullah b. Amr b. Âs (r.anhümâ)
1) Zaman zaman “Lâ ilâhe illallâh Muhammedürrasûlullâh” demek
Sâlihlerden birisi zaman zaman açıktan “Lâ ilâhe illallâh” diyormuş. Ona sormuşlar:
-Neden zaman zaman sesli olarak “Lâ ilâhe illallâh” diyorsun? O sâlih zat şöyle cevap vermiş:
“-Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Ölmek üzere olan bir mü’mine لَقِّنُوا مَوْتَاكُمْ لَا اِلَهَ اِلَّا اللَّهُ
“Lâ ilâhe illallâh (Muhammedürrasûlullâh)” (kelime-i tevhidini) telkin ediniz.”
(Müslim, Cenâiz, 1. Hadis no: 916)
Ben de her anımı ömrümün sonu bildiğimden imanla öleyim diye zaman zaman “Lâ ilâhe illallâh Muhammedürrasûlullâh” diyorum.
Niçin sesli söylüyorsun deyince de şöyle cevap vermiştir:
-Bir başka mü’min de işitip hatırlasın o da söylesin diye sesli söylüyorum.”
Mü’min için en önemli olan, iman üzere ölmektir. Çünkü sonsuzu kazanmak sonu kazanmakla mümkün olur. O da iman üzere ölmektir.
İman üzere ölmek hedef olunca, bu yüce hedefe ancak iman üzere ve imana uygun amel etmekle erilir.
İman neye farz demişse onu farz bilmek, farzın gereği farzı uygulamak; iman neye haram demişse onu haram kabul edip haramdan sakınmak gerekir.
En merhametli olan Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a gereği gibi takvaya riayet ediniz ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz”
(Âl-i Imrân sûresi 3/102.)
Dünyanın huzuru Müslüman olmaya, âhiretin ebedî huzuru Müslüman ölmeye bağlıdır. İşte bundan dolayı dünyadan ve cennetten daha kıymetli olan imanı, ilim, amel, zikir ve fikir/tefekkürle koruyup kemale erdirmeye çalışalım.
Elbette ilim sahîh olmalı, amel sâlih olmalı, zikir Allah Teâlâ’nın ve Rasûlullah’ın tarif ettiği gibi olmalı, fikir de sorumluluğumuzu ve sonumuzu düşünmek olmalıdır.
2) Her işe besmele ile başlamak
Besmele, Allah’ı hatırlamak ve Allah’tan yardım istemektir. Çünkü her şey Allah’ın ilmi, iradesi ve yaratmasıyla meydana gelmektedir.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Bismillâhirrahmânirrahîm (Rahmân ve Rahîm Allah’ın yardımıyla) ile başlanılmayan her iş (rahmetten, kemalden, bereketten) noksandır.”
(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, V, 13.)
Başka bir rivayette de şöyle buyurulmuştur:
“Bismillâhirrahmânirrahîm (Rahmân ve Rahîm Allah’ın yardımıyla) ile başlanılmayan her kelam/söz (rahmetten, kemalden, bereketten) noksandır.”
Önceki rivayetteki “her iş”, kelamdan/sözden daha geneldir. Zira söz bazen emir, bazen nehiy, bazen haber olur. Ama “iş”, bazen fiil olur, bazen söz olur.
Netice, hayır umulan her iş için ister fiil ister söz olsun besmele ile başlanmalıdır.
Hepimiz; çoluğumuza ve çocuğumuza her işe besmele ile başlamayı öğretelim, besmele demeyi öğretelim.
3) Bir nimet (başarı, lütuf, hayır) gelince nimete şükür olarak “Elhamdülillâhi Rabbi’l-Âlemîn” demek
“Elhamdülillâh” demek, dilin şükrüdür ki bu nimetlerin Allah’ın olduğunun itirafıdır. Ayrıca şükür, nimetin artmasına da sebep olmaktadır.
Kâmil mü’min, her işinde, her zaman Allah ile beraber olmaya dikkat eder, yardım ve başarıyı hep Allah’tan ister. Başarınca da “Allah’tan bilir” ve “Allah yardım etti” der.
Kâmil mü’minin bu anlayış ve itirafı şükürdür. Şükür, Allah’a yakınlığa sebep olur, nimetin artmasına da vesile olur.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Hatırlayın ki Rabbiniz (size) şunu bildirmişti: Andolsun, şükrederseniz elbette sizi(n nimetinizi) arttırırım. Andolsun nankörlük ederseniz hiç şüphesiz benim azâbım cidden çetindir”
(İbrahim sûresi 14/ 7)
4) Bir musibet (sıkıntı, darlık, hastalık, fakirlik) olunca “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn ve Lâ havle velâ kuvvete illâ billâh” demek
“İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn”, Muhakkak biz her şeyimizle Allah’a âitiz ve muhakkak biz O’na dönücüyüz, demek Allah’ın hükmüne razıyız demektir.
“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh”, Hayrı elde etmeye olan kuvvet, şerden sakınmaya olan kudret ancak Allah’ın yardımıyladır, demek de hayrı elde edebilmek için de şerden sakınabilmek için de ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleşebilir demektir.
Mü’min, ya sabır ile ya şükür ile imtihan edilmektedir. Sıkıntı, darlık, hastalık, fakirlik gibi hallerde Allah Teâlâ’nın bizi imtihan ettiğini bilmek ve bela hükmüne rıza göstermek sabretmektir. Vâsıl olanlar hep sabırla ermişlerdir.
İbn-i Kayyım şöyle der:
“Kulun mutluluğunun ünvanı üçtür: Bela verilince sabreder, nimet verilince şükreder, günah işleyince istiğfar eder. Bu üç şey dünya ve ahiret kurtuluş alametidir. Bu üç şey kuldan hiç ayrılmaz. Çünkü kul, daima bu üç tabaka arasında döner durur.”
“Sabır, kadere kızmaktan kalbi tutmak; dili şikâyetten tutmak, beden organlarını da Allah’a isyandan tutmaktır.”
(İbn-i Kayyım el-Cevziyye, el-Vâbilü’s-sayyıb mine’l-kelimi’t-tayyib, s. 5. Lübnan, 1982. Dâru’l-Kütübiyyi’l-ilmiyye.)
5) Bir günah (veya hata) işleyince hemen arkasından “estağfirullâhe’l-azîm ve etûbü ileyh” demek”
“estağfirullâhe’l-azîm ve etûbü ileyh”, demek, büyük olan Allah’tan mağfiret talep ediyorum ve O’na tövbe ediyorum, demektir.
İstiğfar, af talebi ve Allah’tan özür dilemek; tövbe, günahtan fiilen dönmektir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
«مَنْ لَزِمَ الْاِسْتِغْفَارَ جَعَلَ اللهُ لَهُ مِنْ كُلِّ ضِيقٍ مَخْرَجًا، وَمِنْ كُلِّ هَمٍّ فرجًا، وَرَزَقَهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ».
“Kim istiğfara yapışır (devam edip dilinden düşürmez) ise, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden kurtuluş ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızık verir.”
(Ebû Dâvûd, Salât, 361; İbn Mâce, Edeb, 57.)
Yine şöyle buyurmuştur:
وَاللهِ إِنِّي لَاَسْتَغْفِرُ اللهَ وَأَتُوبُ إِلَيْهِ فِي الْيَوْمِ أَكْثَرَ مِنْ سَبْعِينَ مَرَّةً .
“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla istiğfar eder/Allah’tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.”
(Buhârî, Deavât, 3; Tirmizî, Tefsîru sûre (47) İbn Mâce, Edeb, 57.)