Haberin Kapısı
2024-07-29 14:06:00

HZ. PEYGAMBER (S.A.S.)’İN ÂİLE HAYATININ BAŞLICA ÖZELLİKLERİ

İbrahim Cücük

29 Temmuz 2024, 14:06

1. Doğruluk, dürüstlük ve sadâkat

Hz. Hadîce (r.anhâ) ile sevgi, saygı, sadakat ve iffet prensipleri çerçevesinde 25 senelik birliktelikleri

Peygamberliğin geldiği gündeki maddi-manevi desteğini ortaya koyması

Hayatlarındaki sadelikleri, lüksü değil Hz. Peygamber’in sade hayatını tercihleri

(Ahzâb sûresi 33/28-29.)

“Sadelik, iyilik ve doğruluk olmayan yerde büyüklük yoktur.”

Tolstoy

Doğru ve isabetli sevginin, Allah için olan sevginin neticesi fedakârlık, fedakârlığın neticesi dünya ve âhiret huzuruna ulaşmaları

“Hoşlanmadığınıza sabretmedikçe hoşlandığınıza ulaşamazsınız.”

Hz. İsa (a.s.)

2. Güven

Güven, sıkıntılı zamanlarda çok net bir şekilde ortaya çıkar:

Hz. Hatice annemiz (r.anhâ):

“Hayır, asla endişe etme! Vallahi Allah seni asla utandırmayacaktır. Çünkü sen akrabalara karşı sorumluluklarını eksiksiz yerine getirir, doğru konuşur, işini göremeyenlerin yükünü çeker, yokluk içindeki insanlara kazandırır, misafire ikram eder, bütün sıkıntılarına rağmen halka yardım edersin.”

(Buhârî, Bed’u’l-Vahy, 1; Müslim, Îmân, 252.)

Hz. Âişe annemiz onun için:

“Onun ahlâkı Kur’ân idi.” demiştir.

(Müslim, Müsâfirîn, 129.)

Güvenin sebebi doğruluk, güvensizliğin en önemli sebebi doğru sözlü ve dürüst olmamaktır.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in en önemli yönü güvenilen Muhammed manasında Muhammedü’l-emîn olarak bilinmesiydi.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), evinde eşkıya gibi, dışarıda evliya gibi değildi, eller iyisi değildi; herkese karşı ve her durumda iyi idi.

Şahsiyetinde ve davasında açığı yoktu, her haliyle güveni sağlamıştı.

Davası yani çağrısı Kur’ân-ı Kerîm’in çağrısıdır ki o da sadece Allah’a kulluğa davetti, şahsiyeti bu çağrının kendisinde en üst seviyede görülmesi ve yaşanmasıydı.

3. İffet

İffetin ispatı hayâdır.

1. Fıtrî olan hayâ: Halkın yanında kapanması gerekli olan yerlerini kapatmak, açıkça göstermemek gibi hususlardır.

2. Dînî olan hayâ: İnsanlar ve Yaratıcı huzurunda edep ve hürmet duygularıyla dopdolu olmaktır.

(Rıfat, Ahmet, Tasvîr-i Ahlâk, s. 121.)

Hayâ, insanın, yaptığı bilinince utanacağı bir şeyi yapmamasıdır. Mü’min, kendisi ne yapsa Allah’ın gördüğünü bilir. Allah’ın, her yaptığını gördüğünü kişinin bilmesi, kıyamet gününde de yaptıklarını tek tek mutlaka ikrar edeceğini ve orada utanacağını ve sıkıntıya düşeceğini bilmesi, kişiyi utandıracak şeyleri terk etmeye götürür. İşte bu hayâdır. Elbette bu hayâ hissi insana hayır getirir.

Hayânın hakikati, çirkin olanı terk etmeye sebep olan, başkasının hakkında kusur işlemeye engel olan bir huydur. Onun için bazı hikmet ehli şöyle demişlerdir: Kim hayâ elbisesini giyerse insanlar onun ayıbını görmez.

(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmiı’s-Sağîr, III, 427; A. el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhu’l-Mişkâti’l-Mesâbîh, VIII, 800-801.)

3. İffet/Hayânın devamı

“Rasûlullah (s.a.s.) perdesi içindeki bâkireden daha utangaçtı. Bir şeyden hoşlanmadı mı onu yüzünden anlardık.”

(Müslim, Fedâil, 67; Buhârî, Menâkıb, 23, Edeb, 72, 77; İbn Mâce, Zühd, 17; Ahmed, III, 71, 79, 88, 91-92.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Hayâ ve iman bütünüyle birbirinin arkadaşıdırlar. İkisinden birisi kaldırılırsa diğeri de kalkar.”

(Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, h. No: 3861.)

Hayâ, nefsin çirkinliklerden geri durmasıdır. Bu ise insanın özelliklerinden biri ve çocuktaki anlayış kuvvetini ortaya çıkaran en önemli faktördür.

Hayâ insana, şehvetin cezbettiği çirkinlikleri reddetmek için konulmuştur. Tâ ki insan hayvan gibi olmasın... İnsan, iffet ve korkaklıktan yâni çekinme ve sakınma duygusundan oluşmuştur. Bundan dolayı, utanan fâsık olmaz, fâsık da hayâlı olmaz. Çünkü iffet ile fısk bir arada bulunmaz.

(Münâvî, a.g.e., III, 426; Suyûtî, a.g.e., Hadîs No: 3861; Hâfız Irâkî: Hadîs sahîh garîbdir, demiştir.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) şu iki hadisde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz her dinin (ağır basan) bir huyu/karakteri vardır. İslâm’ın da (ağır basan) ahlâkı-huyu/karakteri hayâ (utanmak)tır.”

(İbn Mâce, Zühd, 17; Muvatta, Husnü’l-Hulk, 9.)

“Geçmiş peygamberlerin sözünden (hiç eksiksiz) insanlara erişen haberlerden birisi de, ‘utanmazsan dilediğini yap!’ sözüdür.”

(Buhârî, Edeb, 78; Ebû Dâvûd, Edeb, 7; İbn Mâce, Zühd, 17.)

Hayâ duygusu, seni engellemediği ve frenlemediği zaman dilediğini yaparsın, demektir.

Enes (r.a.) şöyle demiştir:

Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hayâsızlık her ne şeyde olursa onu kirletir, hayâ da her ne şeyde olursa onu süsler.”

(Tirmizî, Birr, 47; İbn Mâce, Zühd, 17.)

“Hayâ ancak hayır getirir.”

(Müslim, Îmân, 60; Buhârî, Edeb, 77.)

Evet, hayâ/utanma hayır getirir. Bir kimse çirkin bir şeyi yaptığında görürler diye insanlardan utanırsa, bu durum o kimseyi Rabbi’nden daha fazla utanmaya sevk eder. O zaman da hiçbir farîzayı zayi etmez ve hiçbir günahı işlemez. İşte bu da hayırdan başka bir şey değildir.

“Hayâ imandandır ve iman cennettedir; çirkin söz cefâdandır ve cefâ cehennemdedir.”

(Tirmizî, Birr, 65; İbn Mâce, Zühd, 17; Ahmed, II, 501.)

Hayâ da imandan yani kâmil imanın cüzlerindendir. İmanın kemâlinin terk edilmesi zamanla imanın da temelinin terk edilmesini doğurabilir. İmanın temel cüzleri altı, kemal cüzleri yetmişten fazladır. Hayâ da imanın kemal cüzlerindendir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) şu iki hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur:

“Hayâ imandandır.”

(Buhârî, Îmân, 3, 16, Edeb, 77; Müslim, Îmân, 57-59; Ebû Dâvûd, Sünnet, 14; Tirmizî, Birr, 56, 80; Îmân, 7; Nesâî, Îmân, 16, 27; İbn Mâce, Mukaddi-me, 9, Zühd, 17; Muvatta, Husnu’l-Hulk, 10; Ahmed, II, 56, 147.)

3. İffet/Hayânın devamı

“Hayânın hepsi hayırdır.”

(Müslim, Îmân, 61; Ahmed, IV, 426, 436, 440, 442, 445, 446.)

Hayâ, ister fıtrî/yaratılıştan var olan, ister kesbî/sonradan kazanılan olsun imanın kemâl şubelerinden ve iman ehlinin ahlâkındandır. İmanın, ehlini çirkinliklerden menettiği gibi hayâ da çirkinlikleri men eder, iyi ve hayırlı olana sevk eder.

Hayânın ilki ve en üstünü Allah’tan hayâ etmektir. O da seni yasakladığı yerde görmemesi, emrettiği yerde kaybetmemesidir. Hayânın kemâli ise marifet ve murakabenin devamı ile gerçekleşir.

(Münâvî, a.g.e., III, 426.)

Gerçek hayâ ile ilgili Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Allah’tan gerçek hayâ ile hayâ ediniz!” (Sahabe diyor ki) dedik ki,

-Ya Rasûlallah! Biz elhamdülillâh hayâ ediyoruz. Hz. Peygamber:

“Bu (hayâ) değil! Lakin Allah’tan gerçek hayâ ile hayâ etmek, başı ve başın içine aldığı şey (göz, kulak ve dil)i koruman, batını ve ihtiva ettiği şey (kalbi, tenasül organını yasaklardan ve çirkinlikler)den korumandır. Ölümü ve çürümeyi düşünmendir. Kim âhiret yurdunu isterse dünya ziynetini terk eder. Kim de bunu yaparsa gerçek manada Allah’tan hayâ etmiş olur” buyurdu.

(Tirmizî, Kıyâmet, 25; Ahmed, I, 387.)

Hayâ, İslâm’a göre yaşamaktır evde de evin dışında da. Eve gelenlere karşı haremlik selamlık uygulamaktır, evin huzurunun devamını sağlamaktır.

Allah Teâlâ şöyle buyurmyştur:

“Mümin erkeklere söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini, korusunlar. Bu, onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah yaptıklarından şüphesiz haberdardır.

Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Süslerini, kendiliğinden görünen kısmı müstesna, açmasınlar. Baş örtülerini yakalarının üzerine salsınlar. Süslerini kocaları veya babaları ve kayınpederleri veya oğulları veya kocalarının oğulları veya kardeşleri veya erkek kardeşlerinin oğulları veya kızkardeşlerinin oğulları veya müslüman kadınları veya cariyeleri veya erkekliği kalmamış hizmetçiler, ya da kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar. Ey inananlar! Saadete ermeniz için hepiniz tevbe ederek Allah'ın hükmüne dönün.”

(Nur sûresi 24/30-31.)

Allah Teâlâ bu iki âyet-i kerîmede şehevî duyguları tahrik eden şeylerden birisi de şehvetli bakışlar olduğu için böyle emir vermiş, gözleri şehvetli bakıştan korunmasını emretmiştir.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.) bu hususta Hz. Ali (r.a.)’ye: Ey Ali, bakışını sürdürme! Zira ilk bakış sanadır. Ama ikinci bakış aleyhinedir” buyurmuştur.

(Ebû Dâvûd, Nikâh, 44; Tirmizî, Edeb, 28. )

Ashaptan Cerir (r.a.) şöyle anlatmıştır:

“Rasûlullah (s.a.s.)’a âni bakışı sordum. Bana:

“Gözünü hemen çevir!” buyurdu.

(Müslim Âdâb, 45; Ebû Dâvûd, Nikâh, 44; Tirmizî, Edeb, 29.)

Erkekle yabancı bir kadının yalnız kalmalarını şöyle yasaklamıştır:

“Sakın bir erkek, yanında mahremei olmadıkça yabancı bir kadınla yalnız kalmasın!”

(Buhârî Nikâh, 111; Müslim, Hacc, 424.)

Dünya-âhiret kurtulan mü’min olmak istiyorsak, huzur ve mutluluk duymak istiyor isek iffete, hayâya çok dikkat edelim.

4. Sevgi ve Saygı

Hz. Peygamber (s.a.s.), insanlara karşı son derece saygılı ve nazikti.

“Bir tarafa dönünce (sadece başını çevirmez) bütün vücuduyla dönerdi…”

(Tirmizî Menâkıb, 8.)

Bu, karşısındakine ne kadar değer verdiğini gösterir. Değer veren de değer görür.

Hz. Ali (r.a.) Peygamber Efendimiz’i şöyle anlatırdı:

“…İnsanların en iyi kalplisi, en cesuru ve en doğru sözlüsü idi. O ahlâk bakımından herkesten üstün, güzel iletişim yönüyle de herkesten daha geçimli idi. Onu aniden gören ondan heybet duyardı; onu tanıyarak beraber olan, kalpten severdi. Onu anlatan şöyle derdi: ‘Ben ne ondan önce ne de ondan sonra onun gibisini görmedim.’”

(Tirmizî, Menâkıb, 8.)

Eşlerine karşı büyük bir sevgi ve yakınlık gösteren Rasûlullah Efendimiz, zaman zaman onlarla şakalaşır, onların hoşlarına gidecek hitap tarzlarıyla kendilerine hitap eder ve sevgisini gösterirdi. Hz. Âişe annemize, Uveyş-Ayşecik, Humeyra gibi onun hoşuna gidecek hitaplarda bulunduğu, kendisiyle koşu yarışı yaptığı, Hz. Âişe’nin başını omzuna dayayarak birlikte savaş oyunları oynayan Habeşlileri seyrettikleri bilinmektedir.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), ilk eşi Hz. Hatice’ye büyük değer verir ve onu çok severdi. Mümkün olduğu kadar ona muhabbetini gösterirdi. Hz. Hatice vefat edince ağladı ve onun hatırasını her durumda muhafaza etti. Daha sonra en genç hanımı Hz. Âişe, “Ben vefatının üzerinden uzun bir zaman geçtiği halde Hatice’yi kıskandığım kadar hiç kimseyi kıskanmadım” demiştir.

(Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 20; Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 74-76.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) bütün eşlerini sevmiş ve onlara sevgisini göstermiş olmakla birlikte hanımları arasında Hz. Hatice’den sonra en fazla Hz. Âişe’yi sevmiş, dünyada en çok kimi sevdiği sorusuna karşılık olarak onun adını vermiştir.

Hz. Âişe’ye olan bu farklı sevgi, onun dînî hükümleri iyi anlayıp, iyi kavrayıp muhâkeme ve muhafaza ederek insanlara aktarmak suretiyle İslâm’ın tebliğinde önemli bir görevi yerine getirmesinden kaynaklanıyordu.

Aile reisinin eşini sevdiğini söyleyip göstermesi, aile yuvasının devamı ve aradaki sevginin kökleşmesi açısından son derece önemlidir. Bunun içindir ki Hz. Peygamber (s.a.s.), gerçeği tam olarak yansıtmasa bile eşlerin birbirlerine karşı sevgilerini dile getirmelerinin yalan kapsamında değerlendirilmeyeceğini ifade etmektedir.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hanımları arasında da uyum ve saygı vardı. Birbirlerini saygı ile anarlardı.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in hanımları İslâm hazinesini bize aktarmada en büyük anneliği yani şefkatliliği göstermişlerdir. Kendi dünya zevklerini bir tarafa bırakarak ümmetin önderinin ehl-i beytine yakışan bir olgunlukla, “Ey Peygamber Hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz…” âyetinde belirtilen misyona-göreve lâyık olmuşlardır.

(Ahzâb sûresi 33/33.)

Bazı âlimlere göre, İslâmî konuların dörtte biri, Hz. Âişe annemiz tarafından aktarılmıştır.

(Sîret Ansiklopedisi, II, 122.)

5. Nezaket

Hz. Peygamber (s.a.s.), hanımlarına çok nazik davranırdı. Bir seyahat esnasında develere binen kadınlara karşı nazik davrandığının bir işareti olarak develeri hızlı sürene uyarıda bulunmuş ve kadınları bir kristale benzetmiştir.

Hz. Safiye’yi deveye bindirmedeki tavrı, vefat hastalığında Hz. Âişe’nin yanında kalabilmek için diğer hanımlardan izin istemesi, eşlerinin incitmemek için bütün duyarlılığını ortaya koyuyordu. Zira o “Halka teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez!” (Tirmizî, Birr, 35; Ebû Dâvûd, Edeb, 12.) buyurarak yapılan iyiliğe karşı teşekkür etmeyi de bir nezaket kuralı olarak telkin etmiş, bunu kendisi aile hayatında ve diğer insanlarla ilişkilerinde de uygulamış ve bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Kim, kendisine yapılan bir iyiliğe karşı, bunu yapana ‘cezâkellâhu hayran: (Allah sana bunun karşılığını daha güzel bir şekilde versin)’ derse, teşekkürü en mükemmel şekilde yapmış olur.”

(Tirmizî, Birr, 88.)

Kadınların erkeklere iyilikleri gerçekten çoktur, şöyle ki:

• Cehenneme karşı kalkan olup bizi korurlar.

• Çocuklarımızı emzirir, yedirir, içirir, temizler ve yetiştirirler.

• Bize her türlü hizmeti yaparlar.

Bunların her birisi için bedeli ile işçi tutsak çok büyük paralar lâzımdır ki karşılamak mümkün olsun. Bu kadar imkânı sağlayan birisine hayırlı olmak her halde güzel ahlâkın alâmetidir. Güzel ahlâk ise kâmil imanın eseridir ve göstergesidir.

Şayet ailede bu anlayış hâkim olsa; eşler birbirlerine hayırlı olsalar, evde çok güzel bir huzur meydana gelir ve cennet köşelerinden bir köşe olur.

Ailenin huzurlu oluşu da toplumun huzurlu oluşunu doğurur. Çünkü aile hem bir okuldur hem de toplum binasının tuğlalarının piştiği ocaktır.

6. Sadelik/Zühd

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in âile hayatının en açık özelliği zühd hayatının yaşanmasıdır.

Zühd, hakirliğinden veya çekindiğinden yahut azlığından dolayı yüz çevirmek ve terk etmektir.

(el-Mu’cemü’l-Vesît, s. 403.)

Zühd, rağbet etmemek ve dünyaya harîs olmamaktır.

İmam Zührî’ye zühdden sorulunca: “Allah’ın, rızk olarak verdiği helale şükretmekten ve haramı terk etmeye sabırdan acizlik göstermemek ve kusur etmemektir” diye cevap vermiştir.

(İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, III, 196, 197.)

Dünya hakkında zâhidlik, “helâl olanı bile hesap korkusundan, haramı da azap korkusundan terk etmektir” denilmiştir.

(el-Mu’cemü’l-Vesît, s. 403.)

Zühd dünyaya gereğinden fazla değer vermeyip âhireti dünyaya tercih edenlere ait bir terim olarak kullanılagelmiştir.

(Rıfat, Ahmet, Tasvîr-i Ahlâk (Tercüman 1001 Temel Eser), s. 375.)

İnsan önce kalbinde bir şeye meyleder de sonra o meylettiği şeyden dolayı eski halini terk eder, böylece yeniye yönelir.

Zühd önce kalpte, bir şeye meylederek başlar. Kalp tamamen o şeye meyledince, kişi beden ve amel olarak eski halini terk eder.

Âhiretini elde edebilmek için dünyasını, dünyasını elde edebilmek için âhiretini terk eder.

Zühd ifadesi daha ziyade âhiret için dünyayı terk etmede kullanılmıştır. Nitekim Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e zühdü emrederken şöyle buyurmuştur:

“Sakın, kendilerini denemek için onlardan bir kesimi faydalandırdığımız dünya hayatının süsüne gözlerini dikme! Hâlbuki Rabbinin rızkı hem daha hayırlı hem daha süreklidir.”

(Tâhâ sûresi 20/131.)

Hz. Peygamber, hayattan asla kopmadı, ama dünya malına kalbinde yer vermedi. Sultanlar gibi verdi, ümmetinin en fakiri gibi yaşadı; hasır yatağında yatmaya, arpa ekmeği yemeğe devam etti. Elbisesini kendi eliyle yamadı, açlıktan karnına taş bağladı, bazen evinde yiyecek bir şey bulamadı.

Zühd, insanın dünyanın içine girip dünyanın insanın içine girmemesidir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in âilesi de aynı ölçüyü kabul etmişlerdi. Hz. Peygamber (s.a.s.), esas inkılâbı önce kendinde ve kendi evinde gerçekleştirdi.

Bu örnek aile, asla lükse, konfora ve israfa yönelmedi, dengeli ve sade bir hayat tarzını terk etmedi. İşte bundan dolayı bu ailede hiçbir skandal, şımarıklık ve ölçüsüzlük asla görülmedi. Tam tersine kendisinde daima fedakârlık, sürekli başkalarını kendilerine tercih ve daima başkalarına yardım ve destek görüldü.

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Uhud dağı kadar altınım olsa, borcum olan miktar müstesna üç günden fazla yanımda kalmasını arzu etmem.”

(Buhârî, İstikrâz, 4, Rikâk, 14; Müslim, Zekât, 31; İbn Mâce, Zühd, 8.)

Bu anlayışını hem ailesine hem ashabına örnekliğiyle göstererek maddeye kul ve köle olmayacak bir şuur verip örnek bir nesil yetiştirmiştir.

6. Sadelik/Zühd (Devamı)

Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Allah kime bir nimet vermişse, şüphesiz ki Allah, kulun üzerinde o nimetinin eserini görmeyi sever.”

(Ahmed, IV, 438; Tirmizî, Edeb, 54; Ebû Dâvûd, Libâs, 17.)

Zenginin fakir gibi yaşaması nankörlüğü, fakirin zengine özenmesi israfı ifade eder.

Nankörlük, nimetin inkârıdır ki nimetin zevâline sebep olabilir. İsraf ise şeytanın işidir, israfçılar şeytanların kardeşidirler. İsraf, kişiyi isyan ve bâtıl yolla mal teminine iter.

Zenginin üzerinde zenginliğin görünmesi, Allah (c.c.)’ın nimet verdiğinin itirafıdır. İtiraf ise şükür ifadesidir. Şükür de nimetin artmasına sebep olur. Aynı zamanda, zenginin zengin olduğunun görünmesine ve tanınmasına sebep olur. Ta ki insanlar o zengine müracaat edip Allah (c.c.)’ın fazlından isterler.

Hadîs-i şerîfte “Allah sana mal verdiğinde Allah’ın (verdiği) nimet ve ikramın eseri üzerinde görürsün!” diye emredilmesi, işin fert ve toplum açısından önemini ortaya koymuş oluyor.

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“İsraf etmeden ve kibirlenmeden yiyiniz, içiniz, giyininiz ve sadaka veriniz!.”

(Buhârî, Libâs, 1; Nesâî, Zekât, 66; İbn Mâce, Libâs, 23.)

Bir diğer hadîs-i şerîfte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“İsraf veya kibir karışmadıkça yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz!”

(İbn Mâce, Libâs, 23; Ahmed, II, 181-182; Nesâî, Zekât, 66.)

İbn-i Abbas (r.a.) şöyle demiştir:

“İki şey -israf ve kibir- seni günaha düşürmedikçe istediğini ye ve istediğini giy!”

İbn-i Mâce, Enes (r.a.)’den merfû olarak şu hadîs-i şerîfi rivâyet etmiştir:

“Her arzu ettiğin şeyi yemen israftandır.”

Yemede israf: Herkesin doyduğundan fazlası israftır. Doymak israf değildir, ama her zaman doymak israfa dönüşebilir. Tıka basa doymak da kalbin israfıdır ki kişiyi şişmanlatır, şişmanlık kalbi zayıflatır, şehveti galip kılar, sonra da insana günahları işletmeye başlar.

Kızı Hz. Fâtıma (r.anhâ)’nın hizmetçi olarak köle isteğini reddetmiştir.

7. Güzel Geçim

Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:

“Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.”

(Nisâ sûresi 4/19.)

Erkek kemal makamındadır, ona ancak kemal davranışlar yakışır. Kadınlarla iyi geçinmek hem Allah’ın bir emri hem makamın bir gereğidir.

Âyet-i kerîmede belirtilen “birçok hayır” şunlar olabilir: Zevce derecenin artmasına sebep olabilir, onlardan sâlih evlad doğabilir, herhangi bir vesile ile aralarında yeni bir muhabbet başlayabilir.

İnsan hata işleyebilir. Kadın da insan olduğuna göre onun da hata işlediği olur. Zaten evlenirken hata etmemek şartıyla evlenmemişlerdi. Kadının da erkek gibi farklı farklı huyları vardır.

İşte bu konuda Rasûlullah Efendimiz şöyle buyurmuştur:

“Hiçbir mü’min hiçbir mü’mineye buğzetmesin/kin tutmasın! (Çünkü) onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu veya diğer bir huyunu beğenir.”

(Müslim, Radâ’, 61.)

Erkek, kadına karşı bu anlayışta olduğu gibi, kadın da erkeği hususunda bu anlayışta olmalıdır.

Erkek, kadınını başka hanımlarla kıyas etmemeli, kadın da kocasını başka erkeklerle kıyas etmemelidir. Birbirlerine bakarken sadece hatalarına değil faydalı ve güzel yönlerine de bakmalıdırlar.

İnsan, kendisini kazanırsa karşıdakini de kazanır; kendisini kaybeden karşıdakini de kaybeder

Erkek, şu aşağıdaki şartlara da uyarsa, sıkıntı varsa bile zamanla gider ve huzur gelir:

a) Sabırlı ve anlayışlı olmak, şefkat, merhamet, iyilik ve olgunluk içinde davranmak.

Ebû Mutî el-Belhî, Eyyûb b. Half’e, hanımının eza ve cefalarından şikâyet yollu bahsetmiş. O da şu karşılığı vermiştir: “Bir kimse, hanımının eza ve cefalarına sabır ve tahammül edemezse, kendisinin derecesinin ondan üstün olduğunu da iddia edemez!.”

(İmam Abbdu'l-Vehhâb eş-Şa'rânî, İslâm Büyüklerinin Örnek Ahlâkı ve Hikmetli Sözleri, (terc. Ömer Temizel), Sönmez yay, İstanbul, 1979, s. 95.)

Erkeğin makamı idareciliktir ve büyüktür. Makamı büyük olanın sabrının da büyük olması gerekir. Makamı idareci olan erkeğin de hanımını idare etmesi gerekir. Hem büyüğün, küçüğe karşı şefkatli ve merhametli olması lâyıktır. Hem iyilikle elde edilen güzel netice kötülükle ele edilememektedir. Ayrıca erkeğin, olgunluk içinde davranması ile hanımının gönlünü kazanması büyük ihtimaldir.

7. Güzel Geçim (Devam)

Erkek, şu aşağıdaki şartlara da uyarsa, sıkıntı varsa bile zamanla gider ve huzur gelir:

b) Yanına varınca selâm vermek

Bu konuda Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:

“Bir eve girdiğiniz zaman o ev ehline selâm veriniz, çıktığınız zaman da ev ehline selâm ile veda ediniz!”

(Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, hadis no: 594.)

Rasûlullah (s.a.s.), Enes (r.a.)’e şöyle buyurmuştur:

“Evlatçığım! Ehlinin yanına girdiğin zaman selâm ver ki sana ve ehline bereket olsun!”

(Tirmizî, İsti’zân, 10.)

Demek ki evdekilere, özellikle eşe selâm vermek, hem verene hem alana bereket sebebi olmaktadır.

Mü’minin, önce kendisine faydalı olması, feyiz ve bereket sebebine yönelmesi, sonra sorumlu olduğu en yakını olan ailesine, eşine karşı hayırlı olması, hayır istemesi gerekir.

Bu konuda şu âyet-i kerîme de ayrı bir delildir:

“Evlerinize girdiğiniz zaman Allah katından kutlu, feyizli ve bereketli bir iyi dilek temennisi olarak birbirinize selam verin. İşte Allah size ayetlerini böylece açıklıyor. Umulur ki düşünüp hikmetini anlarsınız.”

(Nûr sûresi 24/61.)

Hz. Ömer (r.a.), “Gerçekten, şeytanın dokuz zürriyeti vardır”, deyip her birinin musallat olduğu kimseleri ve haklarında gerekli olanı belirtmiş, evlere musallat olan şeytan hakkında şu bilgiyi vermiştir:

“Dâsim: Evlerin sâhibidir. Kişi selâm vermeden, Allah’ın ismini anmadan evine girdiğinde (o bunu fırsat bilerek) onların arasına münakaşa sokuverir, hatta aralarında boşanma, ayrılma ve dayak gibi hadiseler meydana gelir.”

(İbn Hacer, el-Askalânî, Münebbihât (Çev. Celal Yıldırım), s. 94.)

c) Hanımın hal ve hatırını sormalı, zamanla isteklerinin şer’î olanlarını yerine getireceğini söz vermelidir.

d) Kadınını tahammülü üstünde zorlamamalıdır.

e) Yumuşak yoldan idare etmeye çalışmalı, kadın yanlışlardan sakınıp meşru dairede kendine düşeni yaptığı müddetçe iyilik ve olgunlukla geçinmeli ve daha fazlasını istememelidir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Gerçekten kadın kaburga kemiği gibidir. Onu doğrultmağa kalkarsan kırarsın. Hali üzere bırakırsan, kendisinden eğrilik bulunduğu halde istifade edersin.”

(Müslim, Rada’, 65.)

Ebû Hureyre şöyle demiş: Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hiçbir erkek mü’min hiçbir kadın mü’mine (erkek, hanımına) kin tutmasın! (Çünkü) onun bir huyunu beğenmezse başka bir huyunu beğenir yahut “başkasını beğenir”

(Müslim, Rada’, 61.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) güzel geçinmekle ilgili şu çok güzel hükmü ve gerçeği ortaya koymuştur:

“Mü’min, ülfet edendir. Ülfet etmeyen ve ülfet edilmeyen kimsede hayır yoktur.”

(Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 400, V, 335.)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.