Haberin Kapısı
2024-03-25 12:53:02

İMAN, NASIL SALİH AMELİ SAĞLAR?

İbrahim Cücük

25 Mart 2024, 12:53

a) İmanın ve amelin gayesini bilmek, imanın en büyük nimet olduğunun idrak edip imanı korumaya ve kemale erdirmeye çalışmak

b) Salih amel ehli ile birliktelik kurmak

c) Kamil mümin kime denir bilmek, kemal şartlarını yerine getirmeyi dert edinmek

d) Salih amele engel olan yanlış anlayışları tespit etmek, yerine doğru anlayışı ikame etmek

e) En büyük engel olan nefis engelini aşmayı dert edinmek için nefsin oyunlarını kavramak ve daima nefsi itham etmek

f) Nefse iğva ve vesvese veren şeytanın oyunlarını anlayabilmek için hakkı-batılı, doğruyu-eğriyi bilmek, kalbe ihlas-ı tâmmeyi yerleştirmeye çalışmak

a) İmanın ve amelin gayesini bilmek, imanın en büyük nimet olduğunun idrak edip imanı korumaya ve kemale erdirmeye çalışmak

İmanın gayesi; Allah Teâlâ’yı tanımak, Allah’ı, Peygamberi ve Peygamberin Allah’tan getirdiğini tasdik etmek, insanı dünyada huzurlu kılmak, âhirette ebedî azaptan emin kılıp ebedî huzura erdirmektir.

Tasdik, tatbiki yani ameli gerektirir.

Allah’ın yegâne rab ve ilah olduğunu kabul edip tasdik eden, Allah’ın emirlerine uyarak ve yasaklarından sakınarak Allah’a kulluk eder.

Meleğe inanan, meleklere makbul ameller yazdırır.

Kur’ân-ı Kerîm kitabına inanan hayatını ona göre düzenler.

Hz. Peygamber'e inanan, peygamberi örnek alır, peygambere itaat eder. Çünkü Allah’a itaat ancak peygambere itaatle gerçekleşir.

Âhirete inanan, hesaba çekildiğinde cenneti kazandıracak ameller işler.

Kadere inanan, imtihanda olduğunu kabul eder, kederden kurtulur, Allah’ın kendisi hakkındaki bela ve bal hükmüne razı olur, belada imtihanı sabrederek balda imtihanı şükrederek kazanır; mademki Allah’ın dediği oluyor, dediğine teslim olur kurtulur.

Dünyada mümine verilen en büyük nimet iman nimetidir. Çünkü dünyanın huzuru, imanlı olmaya; âhiretin ebedî huzuru imanlı ölmeye bağlıdır.

İman nimetini korumak dünya ve âhiret huzurunu korumaktır.

İmanı koruyacak ve kemale erdirecek olan kimse sahîh ilim, sâlih amel, makbul zikir ve isabetli fikir yani tefekküre dikkat eder.

Ya Rabbi! Bizi imanı sâlih amele dönüştürmede bizi muvaffak kıl diye daima Allah’tan yardım isteyelim.

b) Salih amel ehli ile birliktelik kurmak

İnsana, insan gibi faydalı; insana yine insan gibi zararlı yoktur. Salih amel, aklı ve kalbi doyuran sahîh bilgi ve kâmil iman ile sağlanır. Bu da kökü mazide olan âtî düşüncesindeki örnek çaplı aile, sâlih arkadaş ve ideali yüce okul gibi sağlam ortam ile mümkün olur.

Bu konuda en güzel tespiti şu hadîs-i şerifte görüyoruz:

إِنَّما مثَلُ الجلِيس الصَّالِحِ وَجَلِيسِ السُّوءِ: كَحَامِلِ المِسْكِ، وَنَافِخِ الْكِيرِ، فَحامِلُ المِسْكِ إِمَّا أَنْ يُحْذِيَكَ، وَإِمَّا أَنْ تَبْتَاعَ مِنْهُ، وَإِمَّا أَنْ تَجِدَ مِنْهُ ريحًا طيِّبةً، ونَافِخُ الكِيرِ إِمَّا أَن يَحْرِقَ ثِيابَكَ، وإمَّا أَنْ تَجِدَ مِنْهُ رِيحًا مُنْتِنَةً.

“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satan ve körük çekenin haline benzer: Misk satan ya sana güzel kokusundan bir miktar meccanen verir veya sen satın alırsın yahut (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku bulur (koklamış olur)sun. Körük çeken kimse ise ya elbiseni yakar ya da (en azından körüğün) kötü kokusunu bulur (rahatsız olur)sun.”

(Buhârî, Zebâih, 31, Büyû’, 38; Müslim, Birr, 146; Ebû Dâvûd, Edeb, 16.)

Sâlih arkadaşı seçmek dini seçmek gibidir. Çünkü insan dostundan etkilenmektedir.

İşte bu konuda da en güzel öğüt, Hz. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) sözüdür:

اَلْمَرْءُ عَلَى دِينِ خَلَيلِهِ فَلْيَنْظُرْ أَحَدُكُمْ مَنْ يُخَالِلُ

“İnsan, dostunun dini üzerindedir (yaşayış tarzından etkilenir). O halde her biriniz dost edineceği kişiye baksın/dikkat etsin!”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 16; Tirmizî, Zühd, 45.)

İyi olmak isteyen, iyi adamı bulmalıdır. İyi adam, Allah ve Rasûlünün iyi adam dediği kimsedir. İnsanın iyi olmasını sağlayan en tesirli vesile, sâlih mümindir.

Âyet-i kerîmede şöyle geçmektedir:

يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ. ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً. فَادْخُلِي فِي عِبَادِي . وَادْخُلِي جَنَّتِي

“Ey yakîn ile huzur bulmuş nefis! Kendin razı olmuş ve (ilâhî) rızaya ermiş olarak Rabbine dön! Haydi katıl (sâlih) kullarıma! Ve (onlarla) gir cennetime”

(Fecr sûresi 89/27-30.)

Âyet-i kerîmede, “cennete gir” demeden önce “cennet ehli arasına gir” şeklinde emredilmiştir. Demek ki cennete girebilmek için dünyada iken cennet ehli arasına girmek gerekmektedir.

c) Kamil mümin kime denir bilmek, kemal şartlarını yerine getirmeyi dert edinmek

Kâmil mümin, imanın kemal şubelerine sahip olan mümindir.

Bir müminde, altmış veya yetmiş, sayılınca yüzü bulan bu kemal şubelerden ne kadar varsa o kadar kâmildir.

Bu şubeler hakkında Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

اَلْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ أَوْ بِضْعٌ وَسِتُّونَ شُعْبَةً، فَأَفْضَلُهَا قَوْلُ لَاإِلَهَ إِلَّا اللهُ، وَأَدْنَاهَا إِمَاطَةُ الْأَذَى عَنِ الطلطَّرِيقِ، وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ."

“İman, yetmiş küsur yahut altmış küsur şubedir. Bunların en üstünü Lâ ilâhe illallâh demektir. En aşağısı ise yoldaki eziyet verecek şeyleri gidermektir. Hayâ da imanın (çok önemli şubelerinden) bir şubesidir”

(Müslim, Îmân, 58; Buhârî, Îmân, 15; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, Îmân, 6, 7; Nesâî, Îmân, 16; İbn Mâce, Mukaddime, 9, Edeb, 7, 9.)

Mü’min her yaptığını imanına dayanarak, imanından kaynaklanarak, imanının yönlendirmesine göre yapar. İmanın en aşağı şubesi olan “yoldaki eziyet verecek şeyleri gidermeyi” de kâmil imanın gereği, kâmil imanın şubesi olarak yapar.

Sübût-u kat’î ve delâlet-i kat’î delil ile sabit olan amellerin tasdiki, imanın temel şubelerindendir, tatbiki kemal şubelerindendir.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.), imanın kemal şubelerinin birisi olan hayâyı ayrıca zikretmesi, bu şubenin en önemlilerinden birisi olduğunu göstermektedir.

Hayâ, utanmak demektir. Hayâ, şerefli bir elbise gibidir ki, onu giyenlerin ayıp ve noksanlıkları örtülür, herkesten de izzet, hürmet ve ikram görürler. Utanma elbisesinden soyunmuş kişiler ise ne kadar şeref ve itibar sahibi olurlarsa olsunlar kendilerinden aşağı kimselerden bile hakaret görürler.

(Rıfat, Ahmet, Tasvîr-i Ahlâk, s. 121.)

Bazı hikmet ehli şöyle demişlerdir: Kim hayâ elbisesini giyerse insanlar onun ayıbını görmez.

(Münâvî, Feydu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmiı’s-Sağîr, III, 427; A. el-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh Şerhu’l-Mişkâti’l-Mesâbîh , VIII, 800-801.)

İmanı kemale erdirme dertlisi olmak gerekir ki kemal şubelerini elde etmeye çalışsın.

İşin başı dert edinmektir. Dert edinen gayret eder, gayret eden kişinin Allah’ın lütfu ile kemale ermesi zamanla hâsıl olur.

d) Salih amele engel olan yanlış anlayışları tespit etmek, bunların yerine doğru anlayışı ikame etmek

Anlayış yanlış olursa, davranış da yanlış olur. Anlayışın kaynağı bilgidir. Bilgi yanlış olursa, anlayış da yanlış olur, bilgi doğru olursa, anlayış da doğru olur.

Anlayışın yanlış olduğunu anlamak için, doğru bilgiyi ortaya koymak gerekir. İslam’ın ana omurgasını oluşturan Ehl-i Sünnet itikadı ortaya konursa, hak olan anlayış da ortaya konmuş olur.

Doğru bilginin kaynağı vahiydir. Vahiyden yani Kitap ve Sünnet’ten Ehl-i Sünnet olarak müctehid imamlarımız iki usul ortaya koydular:

a) Akide konularını anlamanın usülü, usûliddîn;

b) Amelî konuları anlamanın usülü, usul-i fıkıh.

Hak bilinince batıl da bilinmiş olur. Bunu ortaya koyan âyet-i kerîme şudur:

فَذَلِكُمُ اللَّهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلَّا الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ

“İşte O, sizin gerçek Rabbiniz olan Allah’tır. Hak’tan sonra sadece bâtıl/sapıklık vardır. O hâlde, nasıl oluyor da (Hak’tan bâtıla) döndürülüyorsunuz?”

(Yûnus sûresi 10/32.)

Hak olan, bütün delilleriyle ortaya konmalıdır. Ardından bâtıl izale edilmelidir ki yerine hak olan ikame edilebilsin.

Bir şeyi kabul ederken de reddederken de delille kabul etmek ve delille reddetmek gerekir.

Önce Ehl-i Sünnet akidesi ortaya konacak. Yanlış olan akidenin yanlışlığı böylece anlaşılacak ki onun yerine Ehl-i Sünnet akidesi konabilsin.

Kişi, ömür boyu bâtılı öğrense de hakka ulaşamaz; ama hak bilinince hakkın dışındakilerinin batıl olduğu ortaya çıkınca, onun yerine hak olan yerleştirilir Allah’ın izniyle!

e) En büyük engel olan nefis engelini aşmayı dert edinmek için nefsin oyunlarını kavramak ve daima nefsi itham etmek

Engel aşılmadan hedefe ulaşılmaz. Burada esas hedef Allah’ın rızasıdır. Allah’ın rızası, nefisle mücahede ile başlar, nefs-i mutmainneye erdiği zaman Allah’ın rızası tam hâsıl olur.

Önce nefs-i emmareyi, levvameyi ve mülhimeyi bilmelidir. Daha sonra nefs-i emmareye hep muhalefet etmek, hazzını değil hakkını vermek; nefs-i levvamenin gereği daima nefsi itham etmek hatta ne dereceye ulaşsa bile bir üst seviye ile kıyas ederek nefsini/kendisini levmetmek/kınamak gerekir.

Nefs-i mülhime hem şeytanın iğvasıyla hem meleğin ilhamıyla karşı karşıya gelir.

Burada hakkı bilmek, hakka ters olduğu müddetçe kalbe gelenin şeytandan olduğunu bilip karşı koymak, kalbe gelenin hakka uygunsa ve nefs-i emmareye de zıt ise melekten olduğunu bilip Allah’a hamdetmek yani bu başarıyı Allah’a nispet etmek lazımdır.

“Nefsini, mücadele etmen gereken bir düşman ve geri vermen gereken bir emanet bil!”

Cafer-i Sâdık (rh.a.)

Nefis, yenilmezse hakka itaat gerçekleşmez, isyan gerçekleşir. Nefsi yenmek, sabırladır.

Sabır; nefsi, aklın veya Şeriatın gerektirdiği üzere hapsetmektir.

(Râğıb, el-İsfehânî, el-Müfredât fi Ğarîbi’l-Kur’ân, s. 403)

Sabır, nefsi hoşlanmadığı şeyi yapmaya hapsetmektir. Bu ise ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleşir. İşte bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

وَاصْبِرْ وَمَا صَبْرُكَ إِلَّا بِاللَّهِ وَلاَ تَحْزَنْ عَلَيْهِمْ وَلَا تَكُ فِي ضَيْقٍ مِّمَّا يَمْكُرُونَ. إِنَّ اللَّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَوا وَالَّذِينَ هُمْ مُّحْسِنُونَ.

“Sabret! Senin sabrın da ancak Allah’(ın yardımı) iledir. Onlara üzülme, kurmakta oldukları tuzaktan dolayı sıkıntıya düşme. Şüphesiz Allah, muttakîlerle ve muhsinlerle beraberdir.”

(Nahl sûresi (16/127-128)

Âyet-i kerîmede “sabret” demek, nefsini hoşlanmadığı şeye hapset, nefsine muhalefet et, düşmana karşı koymada tahammüllü ol, hakta sebat et, yasaklara ve gayr-i meşru dünya zevklerine karşı iffetli ol demektir. Bunlar da ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleşebilir.

Bir hoca, talebesine, “Karşına bir köpek çıksa ve sana hücum etse, sen ne yaparsın?” der. Talebe, “Karşı koyarım” der. Hocası, “Köpek yine hücum ederse ne yaparsın? deyince, talebe, “Yine karşı koyarım” der. Hocası, “Evladım, sen köpeğin sahibine müracaat et, o seni köpekten korusun!” der.

O köpek, nefistir, nefsin sahibi ise Allah Teâlâ’dır. Doğru olan, nefsin sahibi Allah’a müracaat edip yalvarmaktır. Hem fiilî hem kavlî dua edeceğiz. Fiilî dua, nefse karşı koyma manasında sabır yani nefse muhalefet etmektir. Kavlî dua, “Allah’ım! Nefsimin şerrinden sana sığınırım, beni nefsimle baş başa bırakma, nefsime karşı koymada bana yardım eyle!” diye dua etmektir.

f) Nefse iğva ve vesvese veren şeytanın oyunlarını anlayabilmek için hakkı-batılı, doğruyu-eğriyi bilmek, kalbe ihlas-ı tâmmeyi yerleştirmeye çalışmak

Şeytanın ve adamlarının işini kolaylaştıran nefistir. Bir bakıma nefis, dışarıdaki düşmanın içerideki ajanı gibidir. Çünkü düşman neyi istiyorsa nefis de onu istiyor. Düşmana muhalefet etmek isteyen, şeytana karşı koymak isteyen kişi nefsine muhalefet etmeli, Allah’tan da yardım istemelidir.

Kalbe gelenin şeytandan mı melekten mi olduğunu ayırt edebilmek için; hakkı-batılı, hayrı-şerri, haramı-helali, şüpheli olanı-şüphesiz olanı bilmek gerekir.

Kalpteki niyette tam ihlas olursa, bedenin amellerinde de Sünnet’e uygunluk varsa, Allah’a isyan da yoksa; Allah’ı razı eden, şeytanı kovan ve şeytanı hezimete uğratan, kalbin pasını, kasvetini gideren, kalbi uykudan uyandıran, cilalayan ve kalbe ferahlık, sevinç ve neşe, bedene kuvvet veren zikir de varsa Allah’ın yardımı olur, nefs-i mutmainneye ermeye de Allah muvaffak kılar.

Yahya b. Muaz (ö. 258/872) (rh.a.)’a “Kul ne vakit ihlas sahibi olabilir”? diye sormuşlar. O şu cevabı vermiştir: “Ahlakı süt emer çocuğun ahlakı gibi olduğu zaman. Yani kendisini öven ve yerenlere hiç aldırış etmediği vakit.”

Allah Teâlâ’ya karşı ihlâslı olmanın ve O’nun rızasını istemenin faydalarından biri de, Ebu Süleyman ed-Dârânî (ö. 215/830)’nin şu söylediğidir: “Kul ihlâslı olursa, vesveselerin ve riyanın çoğu ondan ayrılır.”

(İbn Kayyım el-Cevziyye, Medâricu’s Sâlikin s. 96.)

İmam Nevevî (ö. 676/1277) (rh.a.) şöyle demiştir:

“Bir kimse, kötü işlerine başkaları muttali olduğu zaman üzüldüğü gibi, güzel işlerine muttali oldukları zaman da üzüntü duyarsa, bu onun ihlasının alametidir. Çünkü nefsin onunla ferahlaması masiyettir. Bazen riya, birçok günahlardan daha tehlikelidir.”

(Tenbîhü’l-Muğterrîn, Şa’rânî, trc. Ömer Temizel, s. 41, Sönmez yay. 1979.)

Özetle nefsimizin öğretmeni olur, imanımızın da öğrencisi olursak, nefsi terbiyeden geçirir, tezkiye neticesi çirkin sıfatların yerine güzel sıfatlara sahip olursak iman sâlih ameli sağlar.

Önce bilmek sonra iman etmek, daha sonra amel etmek gelir. Amel sâlih olursa makbul olur. Sâlih amel, kalpteki niyette ihlasın, amelde de Sünnet’in bulunduğu ameldir.

Amelin olması, ancak amel edecek seviyeye gelmekle mümkün olur. Amel edebilecek seviyeye ulaşmak, nefsi tezkiye etmekle mümkün olur. Nefsi terbiye etmede bütün organlarla tutulan orucun faydası çok büyüktür.

Nefis tezkiyesi, Allah Teâlâ ve Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından kınanmış olan sıfatlardan nefsi temizlemektir.

Nefis tezkiyesinin merkezi, kalptir. Kalp, Allah’ın ve Rasûlünün yerdiği sıfatlardan temizlenir de Allah’ın ve Rasûlünün övdüğü sıfatlarla sıfatlanırsa insan bütünüyle kurtulmuş olur.

Bunun delili şu hadîs-i şerîftir:

وَإِنَّ فِي الْجَسَدِ مُضْغَةً إِذَا صَلَحَتْ صَلَحَ الْجَسَدُ كُلُّهُ وَإِذَا فَسَدَتْ فَسَدَ الْجَسَدُ كُلُّهُ أَلَا وَهِيَ الْقَلْبُ

“Dikkat ediniz! Vücutta bir et parçası vardır ki o bozulursa bütün vücut bozulur, eğer düzelirse bütün vücut düzelir. Dikkat edin o et parçası kalptir.”

(Müslim, Müsâkât, 107; Buhârî, Îmân, 39; İbn Mâce, Fiten, 14; Dârimî, Büyû’, 1.)

Kur’ân-ı Kerîm’de tezkiyeye dâir âyetlerden birkaçı:

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى

“Muhakkak (nefsini beğenilmeyen sıfatlardan) temizlemeye çalışan kurtuldu.”

(A’lâ, 87/14)

Âyet-i kerîme, her türlü kınanmışlıktan kurtulmaya çalışan, gayret eden kimsenin er veya geç sonunda mutlaka kurtulacağını müjdeliyor. Çünkü çalışan mahrum olmaz. Şu da bir gerçektir ki vüsûl usûl iledir. Zira her çalışan vâsıl olmamıştır, ama vâsıl olanlar da çalışanlardır.

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا . وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا

“O nefsi temizleyen kimse gerçek kurtuluşu buldu. Onu korumayıp günahlarla alçaltarak gömen (yahut Allah’ın öyle alçaltıp gömdüğü günahkâr ve alçak nefis) gerçekten zarar edip hüsrana uğradı.”

(Şems, 91/9-10)

Bu âyet-i kerîmeden önce Allah Teâlâ yedi şeye yeminde bulunmuştur. Yani bu yedi şeye yemin olsun ki nefsi tezkiye eden/manevî kirlerden temizleyen kurtulur, kalbi yerilen kirlerden temizlemeyen dünya ve âhiret huzursuzluktan kurtulamaz, muradına eremez, vâsıl-ı ilallâh olamaz, demektir.

وَمَن تَزَكَّى فَإِنَّمَا يَتَزَكَّى لِنَفْسِهِ وَإِلَى اللَّهِ الْمَصِيرُ

“Kim (küfürden ve şirkten, günah ve kötü ahlâk kirlerinden) temizlenirse kendisi için temizlenmiş olur. Dönüş Allah’a aittir.”

(Fâtır, 35/18)

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.