Haberin Kapısı
2024-04-09 13:13:52

İSLÂM’IN RUHU OLAN MAHABBETULLAHI KAZANABİLMENİN ŞARTLARI

İbrahim Cücük

09 Nisan 2024, 13:13

1. Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini, manalarını anlayarak ve âyetlerdeki Allah (c.c.)’ın muradını kavrayarak okumak

2. Farzlardan başka nafilelerle Allah (c.c.)’a yaklaşmaya dikkat etmek

3. Allah (c.c.)’ı, lisanla, kalple, amel ve hal ile daima zikretmek. Zira seven sevdiğini daima anar.

4. Hevâ galebe edeceği zaman Allah (c.c.)’ın sevgisini kendi arzumuza tercih etmek

5. Allah (c.c.)’ı isim ve sıfatlarının manalarını kalbin, anlayarak müteala etmesi

6. Allah (c.c.)’ın bizim üzerimizdeki gizli ve açık nimetlerini ve iyiliğini müşahede etmek

7. Allah (c.c.)’ın huzurunda daima inkisâr-ı kalp ile durmak

8. İlâhî tecellinin indiği seher vakitlerinde münacatta, Kur’ân okumada ve istiğfarda bulunmak

9. Sâdıkların, muhiplerin meclisinde bulunup sözlerinden, feyizlerinden istifade etmek, maslahat olmadıkça huzurlarında konuşmamak ve halinin kemalini bunda bilmek

10. Kalp ile Allah (c.c.) arasındaki her maniden uzak durmaktır.

(Allâme Firuzâbâdi, Besâiru zevi’t-temyîz fî Letâifi’l-Kitâbi’l-Azîz, II, 421-422, Şirketü’l-İ’lânâti’ş-Şerkıyye, 1964.)

Şu dört şey sloganımız olsun:

Oku! Düşün!. İnan!.. Tatbik et!...

Önce Kur’ân-ı Kerîm’i oku! Sonra ölçüye sahip olunca Kur’ân’ın üzerinde durduğu konularını konu edinen kitapları seviye seviye okuyalım!

Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerindeki Allah’ın muradını düşünelim!.

Kur’ân gerçeklerine inanmaya devam edelim!..

Kur’ân’ın ahkâmını tatbik etmeye devam edelim; Kur’ân’da anlatılan ve örnek almamız gereken peygamberlerden dersler ve ibretler alalım!...

Tatbik etmek için, inanmak; inanmak için, düşünmek; düşünmek için önce üstaddan sonra ilmin anahtarını elde ettikten sonra lazım ve faydalı olanı kendi başına okumak yani bilmek gerekir. Çünkü ilim olmadan ne iman olur ne amel olur.

İnsanın, önce kendisini yaratanın Kitâb-ı Kerîm’ini okuması sonra kendisini okuması sonra da içinde bulunduğu kâinat kitabını okuması gerekir.

Bu okuyacak insan, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in talebeleri olan Ashabın müctehidlerini, Tâbiînin ve Tebeu’t-Tâbiînin müctehidlerinin üsûllerini izleyen, icmayı temel alan ilim halkasından ders almışsa Kur’ân-ı Kerîm’i doğru okuyabilir. Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini muhkem ve müteşâbih diye ikiye ayırdığımız zaman; doğru okuyan kimse muhkem olanlarını iyi kavrar, müteşâbih âyetlere de muhkemin ruhuna uygun “Allahu a’lem/Allah en iyi bilendir” diyerek aklın tefekkür kabiliyetini çalıştırarak tevil ederek mana vermeye çalışır.

Bu ölçüyü kavrayan daima gelişir, artık değişmeye ihtiyaç duymaz. Doğru bilgiye sahip olan doğru düşünceye sahip olur, doğru düşünceye sahip olan kimse de doğru anlayışa sahip olur, doğru anlayışa sahip olan da doğru davranışa sahip olur.

İnsanın kendisini doğru ve isabetli tanıması, ancak kendisini yaratanın rahmet programı olan Kur’ân-ı Kerîm’in insanı tanıtmasıyla mümkün olur.

Kâinat kitabını tanıması da kâinatın tefsiri olan Kur’ân-ı Kerîm’le mümkün olur.

Düşünce, aklın faaliyetidir. Akıl göz gibi, ilim de ışık gibidir. Göz ışıkla görebilir. Elbette ışıktan da göz istifade eder. Aklın doğru çalışması, doğru neticeye ulaşması doğru ve isabetli bilgi ile mümkün olur. Akılda ışık hiç yok değil. Ama belli mesafeyi gösterebilir. İmam Mâtürîdî (rh.a.), akıllı kişi, vahiy olmasa bile bu alemin yaratıcısının olduğunu ve tek olduğunu bulmakla sorumludur, der. Bunu da Hz. İbrahim aleyhisselam’ın, yıldıza, aya ve güneşe tapanları akılla mars etmesini, bunların Rab olamayacağını akılla ispat etmesini delillendirerek ortaya koyar. Akılda ancak bu kadar ışık vardır. Ancak akıl, düşünce kabiliyetini çalıştırdığı zaman ışık ortaya çıkmaktadır.

İbrahim aleyhisselam, yıldıza, aya ve güneşe tapanlara “sizin iddianıza göre bu benim rabbim” diyordu. Zaten üst âyette “Biz İbrahim’e yakîne/kesin bilgiye varanlardan olsun diye göklerdeki ve yerdeki ilâhî hükümranlığı/otoriteyi açıkça ortaya koyan delilleri gösteriyorduk” demişti Rabbim.

(En’âm sûresi 6/75.)

Hiçbir peygamberin peygamberlik öncesinde ve sonrasında asla şirk olmamıştır.

İbrahim aleyhisselam’ın yıldıza, aya ve güneşe rabbim demesi iltizâmî/kabullenmesi değil, ilzâmî yani onların rab olamayacaklarını delillerle kabul etmelerini sağlamasıdır.

1. Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini, manalarını anlayarak ve Allah (c.c.)’ın âyetlerdeki muradını kavrayarak okumak

Allame Firuzabadî, mahabbetullahı kazandıran on şeyin birincisi olarak Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin manalarını anlamayı ele almıştır.

Manayı anlamaya çalışmak, aklın tefekkür kabiliyetini çalıştırarak mümkün olur.

Âyetlerin manasını anlamak, kelime manası ve tefsiri ile mümkün olabilir. Bu da Kur’ân’ı, Kur’ân ile, hadîs-i şerîfler ve Arabın şiiri ile anlamaya çalışmakla olur.

Âyetlerin manasını anlayıp tefsirini kavramaktan maksat, âyetlerde

Allah (c.c.)’ın muradını kavramaktır. İşte Kur’ân-ı Kerîm’i, âyetlerde Allah’ın muradını kavrayarak okumak gerekir.

İnsana Allah’ı tanıtıp Allah'a yaklaştıracak yegâne kitap, Kur’ân-ı Kerîm ve onun kavlî ve fiilî beyanı olan hadîs-i şerîflerdir.

Allah’a dostluk, Allah’ın kitabını hayat programı yapmak ve Kur’ân-ı Kerîm’in öngördüğü Allah’ın elçisini örnek edinmekle gerçekleşebilir.

Müslümanların çoğunun Kur’ân-ı Kerîm’i yüzünden bile okurken yanlış okuduğu şu âyet-i kerîmede Rabbimiz şöyle buyurmuştur:

“Benim velim/dostum, kitabı (Kur’ân-ı Kerîm’i) indiren Allah’tır ve O (Allah) sâlihlere velilik/dostluk eder (sahip çıkar).”

(A’râf sûresi 7/196)

Demek ki Allah’a dostluk, Kur’ân-ı Kerîm’le gerçekleşebilir. Âyetteki sâlihler, Kur’ân’a uygun iman eden ve o imana ve Sünnet’e uygun hareket edenler, amellerinde ihlaslı olan kimselerdirler. Allah’ın dostluğunu ancak bu dostlar elde edebilirler.

Kur’ân’ın âyetlerindeki maksadını kavramak, âyetlerin sadece kelime ve hatta cümle manasını anlamakla değil ancak tefsirini kavramakla hâsıl olabilir.

2. Farzlardan başka nafilelerle Allah (c.c.)’a yaklaşmaya dikkat etmek

Şu hadîs-i şerîf, buna en güzel delildir:

“Her kim (ihlâs ile bana kulluk eden) bir velime/dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilân ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, bence daha sevimli herhangi bir şeyle bana yakınlık kazanamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdetâ) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne isterse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa, onu mutlaka korurum.”

(Buhârî, Rikâk, 38.)

Farz artı nafile olunca “nihayet ben onu severim” buyurmuştur. Allah Teâlâ, kulunu sevince bütün organlarında rızası tecellî eder, rızasına uygun amellere muvaffakiyet hâsıl olur.

Gaye, kurbiyyettir; vazife, kulluktur.

Kulluk, itikaden, ahlaken ve amelen yasaklardan sakınmak, imkân nispetinde şüphelilerden bile sakınmaya çalışmak; farz, vacip, sünnet ve müstehap gibi emredilenleri yerine getirmektir.

Emredilenlerin bir kısmı vücûbî, bir kısmı istihbâbî veya nedbî hükümdedir. Nasıl ki patronlar fazla mesâî yapanlara fazla ücret tahakkuk ettirdikleri gibi, Rabbimiz de kulunun kalbindeki ihlas oranına, farzlara ilave olarak yaptıkları nafilelere ve nafilelerle ilgili kalplerindeki kurbiyyet niyetlerine göre, amellerindeki sünnete uygunluğuna göre sevap ihsan etmektedir.

Nafileler işlenirken dikkat edilmesi gereken, vacipleri ve farzları işlemeye engel olmamasına özen göstermektir. Çoğu defa nafilelere aşırı yüklenmek zamanla farzları ve vacipleri işlemede güç kaybından dolayı zorlanma görülmektedir. Çünkü ifrat tefriti doğurmaktadır.

3. Allah (c.c.)’ı lisanla, kalple, amel ve hal ile daima zikretmek. Zira seven sevdiğini daima anar.

Allah’ı kâmil zikir, ancak “lisanla, kalple, amel ve hal ile daima zikretmek”tir. Allah’ı, Kur’ân ve hadis-i şerîflerle kim tanısa, Allah’ı sever; kim de Allah’ı sevse, anar. Çünkü sevmesi çok olanın anması da çok olur.

Gerçek zikir, devamlı olan, gafletsiz yapılan, ne dediğini bilen ve dilin söyleyip aklın düşündüğü ve kalbe yer eden zikirdir. İşte böyle zikrin faydaları çok olur.

Allah Teâlâ bizi böyle zikretmeye muvaffak kıla!

Mü’min, bu konuda Hz. Peygamber Efendimizi örnek almaya dikkat etmelidir.

Hz. Âişe radıyallahu anhâ, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in zikri hakkında şöyle demiştir:

“Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanının her anında Allah’ı zikrederdi.”

(Buhârî, Hayz, 8, Ezan, 19; Müslim, Hayz, 117; Ebû Dâvûd, Tahâret, 9; İbn Mâce, Tahâret, 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 70, 153 178.)

Hz. Peygamber, Allah’ı zikretmede yaratılanların en kâmiliydi. Şöyle ki, bütün kelâmı, her söylediği Allah’ı zikir ve o maksatla O’nunla ilgili idi. O’nun emretmesi, yasaklaması, ümmet için hüküm koyması, Allah’ın isim ve sıfatlarından, hükümlerinden ve fiillerinden, vaadlerinden ve tehditlerinden haber vermesi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah’ı zikretmesi idi.

Hz. Peygamber’in, Allah’ı nimetleriyle övmesi, yüceltmesi, hamd ve tesbih etmesi, Allah’tan ümitli olması ve korkması da zikir idi. Susması da Allah’ı kalp ile zikretmesiydi.

Hz. Peygamber her anında, her halinde Allah’ı zikrederdi. Alıp verdiği nefesleriyle Allah’ı zikrederdi. Ayakta, otururken, yatarken, yürürken, inerken, yolculuklarda konaklamasında ve ikâmesinde hep zikir halinde idi.

(İbnü’l-Kayyım el-Cevzî, Zâdü’l-Meâd fî Hedyi Hayri’l-Ibâd, II, 16.)

Özetle, Hz. Peygamber’in bütün hayatı Allah’ı zikir ve o maksatla idi. Ya kalben ya dille ya da bedenle zikir halinde idi.

4. Hevâ galebe edeceği zaman Allah (c.c.)’ın sevgisini kendi arzumuza tercih etmek

Mü’min tercih adamıdır. Allah’ı tercih eden, elbette sevgisini de tercih eder. Peygamberler nefislerin hoşlanmadığı şeyleri getirmişler. (Bakara sûresi 2/87)

Demek ki İslam dini, nefsin heva ve heveslerine muhalefet dinidir. Nefsin hevasına muhalefet, sabırla başarılabilir. Sabır da ancak Allah’ın yardımıyla gerçekleşir.

İşte âyet: “Sabret! Senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir.”

(Nahl sûresi 16/127)

Kendime de başkalarına da “Kâbe’yi görür görmez Allah’tan mahabbetullah isteyin” diyorum. Çünkü Allah’ın sevgisinden üstün bir şey yok.

Allah’ın bizi sevmesine sebep olacak razı olduğu sâlih ameller nasip ede Rabbimiz.

5. Allah’ın (c.c.), isim ve sıfatlarının manalarını kalbin mutâlea, müşâhede ve marifet bahçelerinde dolaşması. Kim Allah’ı isimleri, sıfatları ve fiilleriyle tanırsa muhakkak sever.

Allah Teâlâ’yı tanımak, Kur’ân ve sahîh hadîslerde belirtilen isimleri ve sıfatları ile mümkün olur.

Allah’ı tanımak aklın ve kalbin mütalaası için olmalıdır. Bilmek tanımak için, tanımak, tanıdığını kalple tefekkür etmek içindir.

Allah’ın her bir ismini bilmek ve tanımak; ilk olarak o isime inanmak, sonra o isimin gerektirdiği ameli yerine getirmek. Meselâ Hakîm isminin gereği; Allah’ın her emri ve nehyi yerindedir, her yarattığı isabetli ve hikmetlidir diye inanmak ve o imanın gereği Allah’ın hükümlerine tabi olmaktır.

Allah’ın esmâ-i hüsnâsını saymaktan maksat, o isimlere inanmak ve inanmanın gereğini yerine getirmektir.

6. Allah (c.c.)’ın bizim üzerimizdeki gizli ve açık nimetlerini ve iyiliğini müşahede etmek

Bizim üzerimizde daimi olarak zahir ve batın nimetleri mevcuttur. Zahir nimetlerin en üstünü âfiyet yani sağlık, batın nimetlerin en üstünü imandır.

Bu nimetlerin farkına varmak, elbette nimet verene sevgiyi sağlar, razı olacağı amelleri işlemeye şevkimizi artırır. Her gün birisi bize yüz veya beş yüz lira hediye verse, vereni daima anar, teşekkür ederiz.

Allah Teâlâ kurtuluş için şöyle buyurmuştur:

“O halde Allah’ın nimetlerini zikredin ki kurtuluşa erebilesiniz.”

(Â’râf sûresi 7/69)

Burada zikirden maksat hatırlamaktır. (Vehbi, Mehmed, Hulâsatü’l-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, IV, 1664.)

Nimet, nimetin gerçek sahibi olan Allah’ı hatırlatır, sahibini gösterir ve sahibinin kıymetini düşünmeye sevk eder. İşte bu insan, Allah’ın insanda ve insan için hazırladığı kâinattaki ve yeryüzündeki nimetleri hakkında düşünse, bu nimetleri veren Allah’a şükreder.

Kalbin şükrü, bütün nimetlerin Allah’ın olduğuna inanmak, Allah’a saygılı olmak ve hükmünü kabul etmektir.

Dilin şükrü, bu nimetlerin Allah’a ait olduğunun itiraf demek olan “elhamdülillâh” demektir.

Bedenin şükrü ise ibadet ve itaattir.

İnsan işte bu üçüyle kurtuluşa erişir.

7. Allah’ın (c.c.) huzurunda daima inkisâr-ı kalp ile durmak

Allah’a yakınlığı elde eden, huzuru elde eder. Huzuru elde etmek isteyen ise peygamberlerle ve salihlerle kendisini kıyas etmelidir. Kıyas edince kendisinin layıkıyla huzurunda olamadığını, gerekli kulluk edemediğini düşünerek kendisini kusurlu görür, nefsini de levm eder/kınar.

Kendisini kınayan mümin, Allah ve Rasûlünün beğenmediği sıfatları terk etmeye çalışır, Allah ve Rasûlünün beğendiği sıfatlarla sıfatlanmaya gayret eder.

8. İlâhî tecellinin indiği seher vakitlerinde münacaatta, Kur’ân okumada ve istiğfarda bulunmak

Kâmil mü’min olmak isteyen, gündüz isyandan sakınır, gece huzuruna çıkmak isteyerek teheccüde kalkar, ilâhî tecellinin indiği seher vaktinde münacaatta bulunur, Kur’ân okur sonunda da gerekli ve layıkıyla ibadet ve zikirde bulunamadım diyerek istiğfar eder.

Allah Teâlâ övdüğü cennetlik mü’minlerden bahsederken şöyle buyurur:

“Sabredenler, sadık olanlar, (gündüz itaat edip gece de ) huzurunda gönülden boyun büküp divan duranlar, Allah yolunda harcayanlar, seher vakitlerinde istiğfar edenler.”

(Âl-i Imrân 3/17)

“Seherlerde istiğfar (etmeye devam) ederler.”

(Zâriyât 51/18)

“Kim istiğfara yapışır (devam edip dilinden düşürmez) ise, Allah ona her darlıktan bir çıkış, her üzüntüden kurtuluş ihsan eder ve ona ummadığı yerden rızık verir.”

(Ebû Dâvûd, Salât, 361; İbn Mâce, Edeb, 57.)

“Vallahi ben günde yetmiş defadan fazla istiğfar eder/Allah’tan beni bağışlamasını diler, tövbe ederim.”

(Buhârî, Deavât, 3; İbn Mâce, Edeb, 57.)

9. Sâdıkların, muhiplerin meclisinde bulunup sözlerinden, feyizlerinden istifade etmek, maslahat olmadıkça huzurlarında konuşmamak ve halinin kemalini bunda bilmek

Sahabenin Hz. Peygamber’in (s.a.s.) huzurundaki edebi takındıkları gibi, asrın insaf sahibi ulemanın ehildir dediği, gece-gündüz İslâmî hizmette ve Kur’ân ve hadîs-i şerîf sohbetlerinde bulunan sâlihlerin meclislerinde bulunmalı, meclis adabına riayet etmeli.

Allah için olan sohbetlerde rahmet, bereket, sekîne ve ilâhî tecelli olur.

Gerekmedikçe konuşmamak belki söylenen sözleri anlamaya ve yazmaya çalışmak uygun olandır.

Kalbimize ve dilimize sahip olmaya gayret etmek ve bunun için de vesveselerden ve su-i zandan sakınabilmek için Allah’a yalvarmak gerekir.

Sahabenin ileri gelenlerinden Ebû Mûsâ el-Eş’ar’î (r.a.) şöyle demiştir:

“Abdullah b. Mes’ûd’un yanında bir kere oturmam, nefsime bir senelik amelden daha tesirli olurdu.”

(Kâdî Iyâz, Tertîbü’l-Medârik, II, 51-52.)

Hasen-i Basrî’yi, arkadaşlarından olan Eş’as b. Abdullah şöyle anlatıyor:

“Hasen-i Basrî’nin huzuruna girdiğimiz zaman dünyayı bir şey saymaz olarak çıkardık.”

(Ebû Nuaym, el-Hılye, II, 158.)

Yunus b. Ubeyd de Hasen-i Basrî’yi şöyle anlatmıştır:

“Hasen-i Basrî’ye bir adam baktığı zaman istifade ederdi, amelini görmese ve sözünü işitmese bile.”

(İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IX, 267.)

10. Kalp ile Allah (c.c.) arasındaki her maniden uzak durmak

Kalp ile Allah arasında manileri oluşturan cehalet, günahlar ve günaha götüren gaflet hallerinden uzak durup ilimle, ibadet, itaat, zikir, dua, istiğfar, emr-i bilma’rûf ve nehyi ani’l-münkerle uğraşmalı.

Rasûlullah Efendimiz’in ( s.a.s.) öğrettiği şu duayı daima yapalım:

اَللَّهُمَّ اَلْهِمْنِي رُشْدِي وَاَعِذْنِي مِنْ شَرِّ نَفْسِي.

“Allahım! Bana doğru olanı (doğru yolu bulma yeteneğimi) ilham et, nefsimin şerrinden de beni koru!”

(Tirmizî, Deavât, 70.)

Allah Teâlâ, kendisini ve sevdiği peygamberleri, sıddıkları, şehidleri ve sâlihleri bize sevdirsin; sevmediği kimseleri ve halleri sevmekten bizi lütfu ile korusun; sevdiği gibi olmaya bizi muvaffak kılsın!.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.