Cihad, lügatte gayret etmek, gücü sonuna kadar sarf etmektir.
Cihad, Kur’ân-ı Kerîm ahkâmının, Müslümanlara tatbikini sağlayabilmek için Kur’ân’ı hâkim kılıp devamını temin etme; gayr-i Müslimlere de İslam’ı tebliğe engeli ortadan kaldırma gayretidir.
Cihadı, mü’minlerin öğretim ve eğitiminin temeline koymak gerekir. Cihad anlayışını eğitime koymamak, Kur’ân’ın hâkim olmasını ve ahkâmının tatbikini istemiyorum demektir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı takvalı olun, O’na (Allah’a yaklaştırıcı) vesileler arayın ve yolunda cihad edin ki kurtulasınız.”
(Mâide sûresi 5/35)
Takvâ, Hakk’a ve halka karşı hassas davranmaktır.
“Takvâ, dikenli tarlada ayağına diken batmadan yürümektir.”
Ebu Hureyre (r.a.)
Takva, küfür ve şirkten korunmak; haramlar ve mekruhlar gibi sakınmamız gerekli olanlardan kendimizi korumaktır. Maddî ve manevî virüslerden kalbimizi ve kalıbımızı korumaktır.
Vesile, Allah’a manen yaklaştıran her güzel şeydir. En büyük vesile, imandır; imanı kemale erdiren farzlar, vacipler, sünnetler ve mustehaplar gibi sâlih amellerdir, dinin yasak ettiği şeylerden sakınmak ve sakındırmaktır.
Cihad, aslında vesile kapsamında olmasına rağmen özellikle zikredilmesi, hem takvayı hem vesileyi sağlaması açısından önemli olduğunu göstermektedir.
Cihadın Dindeki Yeri:
Hz. Peygamber (s.a.s.), cihadın dindeki yeri hakkında şöyle buyurmuştur:
“İş (din)in başı, islâm (teslimiyet); direği, namaz; zirvesi, cihaddır.”
(Tirmizî, Îmân, 8 ; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 231, 237.)
Binada çatı, nasıl binayı korursa, cihad da Müslümanları, küfür ve şirkten, isyana düşmekten, düşmanların itikadî, iktisâdî, siyâsî, hukûkî her türlü istilasından korur.
Çatının binayı koruduğu gibi, cihad da canı, aklı, dini, nesli, malı korur.
Cihad, bütün insanlığın müşterek haklarını kullanabilmesi, Hakk’ın hâkim olması ve dünya barışı için gayret etmektir. Bu manada cihad hem barış hem de savaş döneminde devamlı olarak yapılır. Bu sebeple cihad her zaman gereklidir ve savaştan daha kapsamlıdır. Bu ümmetin seçiliş sebebi de aslında cihaddır. Delili de şu âyet-i kerîmedir: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. Sizi (cihad için) O (Allah) seçti. Üzerinize dinde bir güçlük de yüklemedi, babanız İbrahim’in dini gibi. Bundan önce de, bu kitab (Kur’ân)’da da size müslüman adını O (Allah) taktı ki, Peygamber, size karşı şâhit olsun. Siz de bütün insanlara karşı şâhitler olasınız. Artık namazı dosdoğru kıl(maya devam ed)in, zekâtı verin, Allah’a (dinine) sarılın ki, Mevlanız ancak O’dur. Ne güzel Mevla O!.. Ve ne güzel yardımcıdır O!..”
(Hacc sûresi 22/78)
Cihad denilince sadece savaş anlayan yanlış anlamıştır.
Delili de şudur:
Rivayet olunur ki Hz. Hasan (r.a.) Hacc suresinin 78. âyetini okumuş ve şöyle demiştir:
“Adam, Allah uğrunda cihad eder, hâlbuki bir kılıç vurmamıştır.”
(Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, V, 3423.)
Cihadda savaş yoktur diyen de yanlış anlamıştır. Çünkü cihad, hem kalp, hem dil, hem de beden ile yapılır.
Cihadın kısımları:
Kalp ile cihad:
Kalp ile küfrü ve şirki reddetmektir ki her mümin için olmazsa olmazdandır.
Dil ile cihad:
Bâtılın iptaline, Hakkın ispat ve tespitine dil ile gayret etmektir.
Beden ile cihad:
Hakk’ın hâkimiyeti için bütün gücü ile mücadele etmek, gerektiğinde müdafaa harbi, gerektiğinde taarruz harbi ile savaşmaktır.
Kurtulmak isteyen için gerekli olan beş şey:
1) Niyet,
2) Bilgi,
3) Plan,
4) İrade,
5) Fiil.
Önce kurtulmayı niyet etmek gerekir.
Niyet edene, niyet ettiği hedefine ulaşması için bilgi lazımdır.
Doğru ve isabetli bilgiye sahip olan, hedefe giden yolda başarılı olması için Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmalıdır. Allah’ın ahlakı kader yani planlı çalışmaktır.
Planın hayata geçmesi için fiiliyat gerekir. Fiiliyat için de irade lazımdır.
Demek ki önce takvalı olmak ve Allah’a vesileler aramak özellikle de cihad için Hakkı hayata hâkim kılmak için niyet etmek, bu üç konuda bilgi sahibi olmak, bütün zamanımızı bu üç görev için planlamak, planın gereği irade ile fiile yani uygulamaya geçmektir.
Kalp, dil ve beden ile cihada şu hadîs-i şerîf delil teşkil eder:
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Benden önce Allah’ın gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki o peygamberin ümmetinden havârîleri (yardımcıları) ve sünnetine uyan, emrine tâbi olan ashabı olmasın. Sonra onların ardından, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan birtakım kötü nesiller ortaya çıkar. İşte kim bunlara karşı eliyle cihad ederse o mü’mindir. Kim onlara karşı dil ile cihad ederse, o mü’mindir. Kim onlara karşı kalbiyle cihad ederse o da mü’mindir. Fakat bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi (kadar bile) yoktur.”
(Müslim, Îmân, 80; Buhârî, Îmân, 15, Rikâk, 35, 51, Fiten, 13, Tevhîd, 36.)
Cihadın en azı kalp ile yapılan cihaddır. Eğer kalbiyle cihad etmez yani kalbi ile küfür ve şirki reddetmezse, haramların haram oluşunu, farzların farz oluşunu kabul etmezse, o kimse mü’min değildir. Demek ki kalbin cihadı imandır.
Dil ile cihad, beden ile cihaddan daha üstündür. Zira Mekkî bir sûre olan Furkan sûresinde Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Kâfirlere itâat etme! Onlara karşı o (Kur’ân) ile büyük bir cihad yap!”
(Furkân sûresi 25/52.)
Dil ile cihad eden mü’min, dilin cihadı ile hidayete vesile olabiliyor, Elbette hidayete vesîle olarak insanın kurtuluşuna vesile olmak üstün olandır. İşte bundan dolayı dil ile, ilim ve tebliğle, hal diliyle, salih amel işleyerek, iyilik ederek, ikram ederek, yapılan kötülükleri af ederek hidayete vesile olmaya çalışmak gerekir.
Kimlere Karşı Cihad
Nefse, Şeytana, Kâfir ve Fasıklara karşı mücâhede
a) Nefse karşı mücahede; önce din işlerini öğrenmek, sonra onunla amel etmek, sonra da onu öğretmeye gayret etmektir.
İşte hadîs-i şerîf:
“Mücâhid nefsiyle cihad edendir.”
(Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 20-22.)
b) Şeytana karşı mücâhede; şeytanın verdiği şüpheleri ve süslediği şehevî şeyleri defetmeye gayret etmektir.
Delil şu âyet-i kerîmedir:
“Şüphesiz şeytan, insana apaçık bir düşmandır.”
(İsrâ sûresi 17/53)
c) Kâfirlere ve fasıklara karşı mücahede:
Delili şu âyet-i kerîmedir:
“Şüphesiz kâfirler size apaçık düşmandırlar.”
(Nisâ sûresi 4/101)
Kâfirlere ve fasıklara karşı mücahede vasıtaları; el, mal, lisan, silah ve kalptir.
Bunların her birinin hükmü kendi şartlarına göredir. Çünkü hükümleri şartlar belirler. Sadece kalp ile olan yerde dil ile cihada, sadece dil ile olabilecek yerde de el ile cihada cevaz verilmez.
Kalp ile cihad, avam için farz-ı ayn; dil ve kalple birlikte cihad, ulema için farz-ı ayn; el, kalp ve dille cihad, devlet için farz-ı ayndır.
Avam, küfre ve şirke buğzeder, Allah’ı, Hz. Peygamber’i, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Allah’tan getirdiklerini tasdik eder.
Ulema, dil ile küfrü şirki iptale çalışır, İslam’ı ispata ve tespite çalışır.
Devlet, el ile küfrü, şirki ve Allah’a isyanı mahkûm edip İslam’ı hâkim kılmaya çalışır.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Cihad Dönemleri
Hz. Peygamber (s.a.s.), bütün hayatı cihad olarak değerlendirmiştir. Cihad, "Hakkı hayata hâkim kılma gayreti" olduğuna göre, elbette bütün hayatında da Hakkı hâkim kılma ile meşgul olmuştur.
Allah Teâlâ, şu âyet-i kerîme’de dünya hayatını ticaret hayatına benzetmiş:
“Ey iman edenler, sizi acı bir azabdan kurtaracak bir ticareti size haber vereyim mi? Allah'a ve O'nun Rasûlüne iman ederseniz, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad ederseniz. Bu, sizin için daha hayırlıdır; eğer bilirseniz.“
(Saff sûresi 61/10-11.)
Allah Teâlâ alış-verişte cennet karşılığında mal ve can istemiştir.
“Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını –onlara cennet vermek karşılığında- satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşır, öldürür ve öldürülürler.”
(Tevbe sûresi 9/111.)
Bu canı ve malı Allah yolunda cihadda sarf ederse hem bu dünya hem ahiret cennet olacak demektir.
Sahabeden olan Mekkeli mü’min muhacirler, hayat boyu iman ve cihad ettiklerini, Mekkeli müşriklerin her türlü işkence ve baskılarına rağmen imanı ve imana göre ameli tercih ederek, Hz. Peygamber’i desteklemek için hicret ederek, çağrılan savaşlara katılarak ispat ettiler.
İşte muhacirlerin bu özelliklerini Allah Teâlâ şu âyet-i kerîme ile ifade buyurmuştur:
“Müminler ancak Allah'a ve Rasûlüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, sonra da mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad eden kimselerdir. İşte onlar sadık olanların ta kendileridir.”
(Hucurât sûresi 49/15.)
Ensar olan sahabe de Hz. Peygamber ve muhacirlere gönüllerini ve evlerini açtılar, Hz. Peygamber’i malları ve canlarıyla korudular ve bütün savaşlara katıldılar.
a. Mekke dönemi
aa. Kalple cihad (gizli davet)
(Hıcr sûresi 15/85; En’âm sûresi 6/106.)
ab. Dil ile cihad (açık davet)
(Nahl sûresi 16/125; Furkân sûresi 25/52.)
b. Medine dönemi
ba. El ile cihad (müdâfaa harbi) (Hacc sûresi 22/39.)
Bedir, Uhud ve Hendek savaşları savunma amaçlıdır.
bb. El ile cihad (taarruz harbi)
(Bakara sûresi 2/193; Tevbe sûresi 9/14, 15, 29.)
Mekke Fethi ve sonraki savaşlar taarruz amaçlıdır. Mekke birkaç çatışma hariç tutulursa silahsız fethedildi denebilir.
6. Barış Dönemi
İslâm’da savaş değil barış esastır. Zira barışta huzur vardır.
Bu konuda şu iki âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sizinle din hususunda muhârebe etmemiş, sizi yurtlarınızdan da çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı, onlara adâletli davranmanızı Allah size yasaklamaz. Çünkü Allah (kime olursa olsun) adâlet yapanları sever.”
(Mümtehıne sûresi 60/8.)
“Allah, sizi ancak din hususunda size karşı savaş yapan, sizi diyarınızdan çıkaran ve çıkarılmanıza arka çıkmış olanlara dostluk etmenizi size yasaklar. Kim onları veli (dost) edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
(Mümtehıne sûresi 60/9.)
Bu iki âyet , İslâm’ın devletlerarası hukukunun ve münasebetlerinin esaslarını tayin eden iki önemli kural olması itibariyle ayrı bir önem taşır.
Bu âyette “...çıkarılmanıza arka çıkmış olanlar...” kaydının burada ifade edilip de bir önceki âyette açıkça belirtilmeden mananın delâletine bırakılmasında bir nükte aramak gerekir. Allah bilir ya, bu nükte, düşmanlara yardımda bulunan kimselerle münasebeti kesmede acele etmeyip önce yardımdan vazgeçirmek için mümkün olabilen siyâsî teşebbüslere imkân tanımaktır.
(Yazır, M. Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, VII, 4906.)
Bu âyet-i kerîme, arada dostluk kesilmiş olsa bile müşriklerle müslümanlar arasında karşılıklı iyi ilişkilerde bulunmanın, iyilik yapmanın câizliğine delâlet eder.
(Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, XVI, 120.)
İslâm, barış dinidir. Hakka saygı halka sevgi prensibine dayalı bir sistemdir. İslâm bütün dünyaya sistemini hâkim kılmak ister.
İslâm, insanların bütününü Allah’ın sancağı altında birbirleriyle tanışan, birbirlerini seven, ilim ve irfanda yarışan kardeşler haline getirmek ister.
7. Savaşın Temennî Edilmemesi
Hz. Peygamber (s.a.s.) savaşı temennî etmemiş ve ashabına şöyle buyurmuştur:
“Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin; ama onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin!”
(Müslim, Cihâd, 19, 20; Buhârî, Cihâd, 112, 156; Ebû Dâvûd, Cihâd, 98.)
Bir başka rivâyet de şöyledir:
“Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin. Allah’tan âfiyet isteyin. Onlarla karşılaştığınız zaman da sabredin. Bilin ki, cennet kılıçların gölgeleri altındadır.”
(Müslim, Cihâd, 20; Ebû Dâvûd, Cihâd, 98; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 323.)
İslâm’da barış isteyene karşı çıkılmaz.
Bu konuda şu âyette Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“... Artık onlar bir tarafa çekilirler de sizinle vuruşmazlar ve barışı size bırakırlar (anlaşma teklifinde bulunurlar)sa o halde Allah onların aleyhinde sizin için (saldırıya) bir yol bırakmamıştır.”
(Nisâ sûresi 4/90.)
Bu ilâhî hüküm, İslâm’ın temel sistemine zıt olmadıkça imkân bulduğu her durumda İslâm’ın barışı tercih ettiğine delildir.