b) Kurtuluşun ancak kendi medeniyetimizde olduğu bilincine ermek ve erdirmek
Tarihte kendi medeniyetimize göre hareket ettiğimiz zaman yükseldik. Bu doğru, isabetli ve başarılı çizgiden inhiraf/sapma olunca önce nefsimize sonra başkalarına esaret neticesi alçaldık. Tekrar yükselmek istiyorsak kendi doğru ve başarılı çizgimize yönelmemiz ve bu çizgiden sapmaksızın planlı ve programlı, disiplinli ve metotlu bir şekilde hareket etmemiz gerekmektedir.
Çözüm için genel prensipler şunlardır:
1. Problemi hissediniz
2. Problemi teşhis ediniz
3. Çözüm reçetesi çıkarınız
4. Planlayınız
5. Uygulayınız
6. Denetleyiniz.
Problemlerin çözümü için gerekli olanların ilki, problemi hissetmektir. Problemin varlığı hissedilince arkasından problemin teşhisi gelir. Problemden kurtulmak isteyen, çözüm arar. Çözüm arayana, ehli tarafından yani hastalığı doğru teşhis eden doktor tarafından reçete yazılır. Reçete, uygulanması içindir. Uygulamak için; insanın, zamanın ve imkânın değerlendirilmesi için planlamak gerekir. Uygulama, plana göre yapılınca isabetli olur. Plana göre uygulanıp uygulanmadığı ehli tarafından da denetlenmelidir.
Bizim medeniyetimizin temeli İslam’dır. İslam’ın temel iki referansı, Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerdir. Tarih boyunca, Kur'ân-ı Kerîm uygulandığı ve Kur’ân’ın canlısı Hz. Peygamber (s.a.s.) izlenip örnek alındığı zaman yükseldik ve huzur bulduk; terk edildiği zaman ise yükselmeyi de huzuru da kaybettik. Çünkü Allah Teâlâ, davasını dava edinen peygamberlere de kâmil müminlere de yardım edeceğine söz vermiştir.
İşte âyet-i kerîme:
“Muhakkak Biz, peygamberlerimize ve (kâmil) müminlere hem dünya hayatında hem de şahitlerin şahitlik edecekleri günde (kıyamette) elbette yardım ederiz.”
(Mü’min sûresi 40/51.)
Başka bir âyet-i kerîmede ise şöyle buyurulmuştur:
“Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (dinine) yardım ederseniz (dinine inanır, dinini uygularsanız) Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.”
(Muhammed sûresi 47/7.)
İslâm davasına hizmette bulunanın ayakları kaymaz. Yeter ki kalbindeki Allah’ın dinini hâkim kılma niyetinde ihlâs yani Allah rızası, amelinde sünnet yani Rasûlünün yolunu izleyip prensiplerini prensip edinmek olsun.
Kim de İslam’ın anlaşılması ve yaşanılmasını dava edinmekten vazgeçerse, Allah da onlardan vazgeçer. Çünkü Allah, dininden vazgeçmez ama dininden vazgeçenden vazgeçer.
Bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı da (sulh döneminde) onurlu ve (harp döneminde) şiddetlidirler; Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine (de dileyene de) verir. Allah, geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir.”
(Mâide sûresi 5/54.)
Bu âyet-i kerîme, İslâm’ın emanet edileceği toplumun özelliklerini net olarak şöyle açıklamıştır:
1. Allah’ın kendilerini sevdiği kimseler olmaları
2. Onların Allah’ı sevmeleri
3. Mü’minlere karşı mütevazı yani alçakgönüllü olmaları
4. Kâfirlere karşı sulhde onurlu, harpte şiddetli olmaları
5. Allah yolunda cihad etmeleri
6. Kınayanın kınamasına kıymet vermemeleri yani sadece Allah’ın kınayıp kınamadığına bakmaları.
Dikkat edilirse, âyette imanın fadl yani özel bir lütuf olduğu belirtilmiştir ki, kendi dilediğine de dileyene de vereceğini belirtmiştir. İmanın kıymetini bilmek gerekir. Fakat elden çıkmaz zannetmemelidir. İmanı korumak ve kemale erdirmeye gayret etmek lazımdır.
Demek ki kimsenin imanı sigortalı değildir. Sigortalı yani garantili olan iman, Peygamberlerin imanıdır. Bize gereken, imanımızı sahih ilim, sâlih amel, kalp ve dille yapılan zikir ve fikir/tefekkürle korumaya çalışmamızdır. İmanı korumak, huzuru korumaktır. Çünkü dünyanın huzuru, imanlı olmaya; âhiretin ebedî huzuru, imanlı ölmeye bağlıdır. Demek ki iman, dünyadan da âhiretten de daha üstün ve daha değerlidir. İşte bundan dolayı imanı korumak, dünya ve ebedî âhiret huzurunu korumaktır diyoruz.