Mümin, Allah Teâlâ tarafından imtihan edildiğini bilir ve idrak ederse, imtihanı kazanmaya yönelir.
Mü’min, şöyle bilir ve yaparsa her haliyle imtihanı kazanmış olur; imtihanı kazanınca her hali lehine ve hayrına olur:
Bela/musibet olunca sabrederse,
Rahatlık olunca şükrederse,
Fakir olunca sabrederse,
Zengin olunca şükrederse;
Hastalık olunca sabrederse,
Sağlıklı olunca şükrederse her hali lehine olur ve hayır olur.
Her iki durumda da imtihan edildiğimizi bildiren âyet-i kerîme:
كُلُّ نَفْسٍ ذَائِقَةُ الْمَوْتِ وَنَبْلُوكُم بِالشَّرِّ وَالْخَيْرِ فِتْنَةً وَإِلَيْنَا تُرْجَعُونَ
“Her nefis ölümü tadacaktır. Biz, sizi şerle ve hayırla imtihan ediyoruz (edeceğiz de). Ve bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ sûresi 21/35.)
Âyet-i kerîmedeki şerden maksat, sıkıntı, fakirlik, hastalık, darlıktır; hayırdan maksat, rahatlık zenginlik, sağlık, genişliktir.
“Mutluluğun (ve huzurun) unvanı üçtür: Bela verilince sabreder, nimet verilince şükreder, günah işleyince istiğfar eder.”
“İbn-i Kayyım el-Cevziyye el-Vâbilü’s-Sayyıb mine’l-Kelimi’t-Tayyib, s. 3.)
Bela ve musibetle sınanan mü’min, Allah’ın bela hükmüne sabreder yani rıza gösterir.
Kendisine nimet verilerek sınanan mümin de bu nimetin gerçek sahibinin, nimeti verenin, nasip edenin Allah olduğuna itikad ederek şükreder; nimeti Allah’a nispet etmek manasında “elhamdülillâh” diyerek diliyle şükreder; nimeti, bedenen Allah’a ibadet ve taatte kullanarak şükreder.
Mümin, sabreder ve şükrederse bir eli yağda bir eli balda demektir.
Bunu bildiren hadîs-i şerîf de şudur:
«عَجَبًا لِأَمْرِ الْمُؤْمِنِ إِنَّ أَمْرَهُ كُلَّهُ خَيْرٌ وَلَيْسَ ذَلِكَ لِأَحَدٍ إِلَّا لِلْمُؤْمِنِ إِنْ أَصَابَتْهُ سَرَّاءُ شَكَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ وَإِنْ أَصَابَتْهُ ضَرَّاءُ صَبَرَ فَكَانَ خَيْرًا لَهُ».
“Müminin işi gıpta edilmeye değer. Çünkü onun her işi (her hali) kendisi için bir hayır (sebebi)dir. Bu sadece mümine aittir. Kendisine sevinecek bir durum isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir bela (kendisine veya malına) gelecek olsa sabreder. Bu da onun için hayır olur.”
(Müslim, Zühd, 64; Dârimî, Rikâk, 61; Ahmed; V, 24.)