Haberin Kapısı
2023-12-21 12:03:19

MÜSLÜMANIN MİSYONU/GÖREVİ

İbrahim Cücük

21 Aralık 2023, 12:03

Allah Teâlâ, Müslümanın misyonunu/görevini, gönderdiği kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber aleyhisselam vasıtasıyla bildirmiştir.

İslam âlimleri, Müslümanın görevi ve hayat programı olan İslam’ın bütününü şu iki maddede özetlemişlerdir:

1. Hakka tazim ve itaat,

2. Halka hizmet ve merhamet.

Hakka tazim, imanı ifade eder; itaat ameli ifade eder.

Halka hizmet, yeryüzünü imar etmek ve yeryüzüne adâleti hâkim kılmaktır.

Halka merhamet, hidayette olanların hidayette devam ve kemallerine gayret etmek; hidayette olmayanların da hidayete ermelerine vesile olmaya çalışmaktır.

İman ve amel, İslam’ın Müslümana yüklediği görevin yarısını ifade eder. Halka hizmet ve merhamet de İslam’ın Müslümana yüklediği görevin diğer yarısını ifade eder.

Özetle İslam, müminlere, iman ve amel etme, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etme; gayrimüslimlere de İslam’ı tebliğ ve davet etme görevlerini vermiştir.

1. Hakka tazim ve itaat

İslam binasının temeli, imandır, tevhîddir.

İman, kalbin amelidir. Kalbin ameli= Red+Kabul.

Red; küfrü, şirki, sekülerizmi, laisizmi ve pozitivizmi reddetmektir.

Kabül, Allah Teâlâ’nın rab ve ilah olduğunu; Hz. Peygamber’in, Allah’ın rasûlü olduğunu, Hz. Peygamber’in Allah’tan getirip tebliğ ve tatbik ettiği şeylerin hak olduğunu kabul etmektir.

İman lügatte, tasdik demektir. Allah Teâlâ’yı, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) ve Hz. Peygamber’in Allah’tan getirip tebliğ ve tatbik ettiği şeyleri tasdiktir.

Bedenin ve dilin ameli= Terk+Fiildir.

Tevhîd, her şeyi Bir’e yani yegâne tek olan Allah’a nispet etmektir. Tevhîd, hem rubûbiyeti hem ülûhiyeti sadece ve yegâne, eşi olmayan bir olan Allah’a isnad ve nispet etmektir.

Tevhid; rububiyeti yani ölümü-hayatı, faydayı-zararı, bütün evreni-âlemleri yaratıp yöneten; nebatatı ve hayvanatı, insanı da insanın yaptığını da yaratan; her şeyin sahibi, mâliki, mürebbisi, mutasarrıfı olanın sadece Allah Teâlâ olduğunu kabul etmek demektir.

Tevhit; Ülûhiyeti sadece ve yegâne Bir olan Allah’a ait kılmak, Allah’tan başka hakîkî mabudun olmadığını tasdik edip kabullenmek, hüküm koymayı, helal etmeyi haram etmeyi ve teşri olarak emretmeyi, nehyetmeyi sadece Allah’a isnad etmektir.

Allah’ın Rab/yaratıcı olduğunu kabul edip ilah olduğunu kabul etmeyen mümin olamaz.

Bugün iman ve tevhîd deyince; iman, ibadet, ahlak ve ahkâm olarak ifratın ve tefritin olmadığı orta yolu oluşturan Ehl-i Sünnet’in tarif ettiği iman ve tevhîdi anlıyoruz.

İdeal iman, kâmil imandır. Kâmil iman, kalbin tasdiki, dilin ikrarı, bedenin amelidir.

İmanın temel şubeleri, Âmentüyü ifade eden altı; kemal şubeleri, altmış dört belki tek tek sayılınca yüz kadar hatta yüzü bile geçebilir.

İman tasdiktir ki tatbiki gerektirir. Tatbikten maksadımız ameldir.

Amelin makbul olması sâlih olmasına bağlıdır. Sâlih amel, imana ve Sünnet’e uygun olan, ihlaslı olan amel demektir.

İmana uygun ne demek?

İman, Kitap yani Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet yani hadîs-i şerîflerdeki gerçekleri tasdik demektir. İmana uygun demek, Kitap ve Sünnet gerçeklerine uygun amel demektir.

Sâlih amel, kalpte ihlasın bedende de Sünnet’e uygunluğun bulunduğu amel demektir. İhlas, mümini münafıktan ayıran özellik; Sünnet, mümini bidatçıdan ayıran özelliktir.

İşte bu üç şartı özetleyen sâlih ameli belirten Neml sûresi 27/19 ve Ahkâf sûresi 46/15 de geçen Allah’ın razı olduğu sâlih ameldir.

2. Halka hizmet ve merhamet

Halka hizmet için yeryüzünü imar edip adaleti hâkim kılmak, bu ikisini de yapabilmek için kuvvete sahip olmak gerekir.

İşte bundan dolayı Allah Teâlâ müminlere şöyle buyurmuştur:

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّنْ قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمُ اللّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنفِقُوا مِن شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنتُمْ لَا تُظْلَمُونَ

“Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah'ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.”

(Enfâl sûresi 8/60)

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), âyette geçen “kuvvet”i

ألا إنَّ القوَّةَ الرَّميُ ألا إنَّ القوَّةَ الرَّميُ ألا إنَّ القوَّةَ الرَّميُ

“Bilesiniz kuvvet, atmaktır” diye açıklamış ve bunu da üç kere tekrar etmiştir.

(Müslim, İmâre, 167, (1917); Tirmizî, Tefsîru Enfâl (3083); Ebû Dâvûd, Cihad, 24, (2514).

Müslümanların hem haklı hem güçlü olmaları gerekir.

Elbette en büyük güç, haklı olmaktır. Ama ne yazık ki bu asırda kâfirlerin anlayışına göre güçlü olanlar haklı oluyorlar.

İslam’a göre önce haklı olmak sonra haklılığın devam edebilmesi için maddeten de güçlü olmak zorundayız ki Rabbimiz bize “Onlara (düşmanlara) karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın” buyurmuştur.

Müslümanlar güçlü olunca hem insanların normal hayat sürmeleri hem de bulundukları yeri imar edebilmeleri ve daha önemlisi daimî huzuru sağlayabilmeleri için adaleti hâkim kılmaları gerekir.

Müslümanların önce kendi insanının dünya ve âhiret huzurlarının sağlanması için hidayette devam etmelerine ve hidayette kemale ermelerine gayret etmeleri gerekir.

İslam’ın önce Müslümanın şahsında sonra da Müslümanların toplumlarında uygulanması gerekir.

Eğer Müslümanlar birbirlerine nasihat ederler, tavsiyede bulunursalar her halleri nasihat olur. Dil ile yapılan küçük bir nasihatin bile tesiri olur.

Başkalarının hidayetlerine vesile olmak için tebliğde ve davette belli başlı ilkelere dikkat etmek gerekir. Tebliğ ve davette başarılı olmak için özellikle en başarılı olan Hz. Peygamber (s.a.s.)’i ve Ashab-ı Kiram’ı (r.anhüm) örnek almalıdır.

Tebliğ ve Davette Bazı İlkeler:

Havassa hikmetle, avama güzel va’z/öğütle davette bulunmak, karşı çıkanlara en güzel usül ile mukabele etmek.

Her emri ve her yasağı hikmetli olan Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

اُدْعُ إِلَى سَبِيلِ رَبِّكَ بِالْحِكْمَةِ وَالْمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَجَادِلْهُم بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ

“Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla mücadeleni en güzel olan (yol, prensip, usûl) ile yap!”

(Nahl sûresi 16/125.)

Hikmet, toplumun önde gelenlerine, binleri arkasında taşıyan birlere yani havassa ilim ve akılla yapılandır.

Âyetteki “güzel öğüt”ten maksat; vaaz, nasihat, dînî öğüt, ibret vermek, birinin kalbini yumuşatacak şekilde sevap ve azaba dair söz söylemektir.

(Râğıb, el-İsfehânî, el-Müfredât fî Ğarîbi’l-Kur’ân, s. 564.)

Güzel öğüt, avama/halk tabakasına yapılandır.

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in, davette öncelik prensibi bu âyete göre havastır, sonra avamdır. Eğer dava havassa mal edilirse avama da havas vasıtasıyla mal edilir. Zira avam, çoğunlukla havassın arkasında yürür.

Hz. Peygamber Efendimiz’in mücadeledeki prensibi, “en güzel olan”dır.

En güzel olan: Hakkı ispat ve bâtılı iptalden başka maksadın olmadığını ortaya koyarak münâzarada insafa teşvik, hakka tâbi olmak, rıfk/yumuşaklık ve güler yüzle davranarak mücadeleyi yürütmektir.

(Kâsimî, Tefsîru’l-Kâsimî, X, 177.)

En güzel olan, İmam Mâlik’in (rh.a.) “edebini un yap, ilmini tuz yap” dediği gibi; belki muhataba sözümüz tuz gibi az olmalı, halimizle ve örnekliğimizle davet un gibi fazla olmalıdır.

Başkalarının hidayetine vesile olmak isteyen İslam davetçisi, Hz. Peygamber’i (s.a.s.) kendisine örnek almalıdır.

Hz. Peygamber’in Davetçi Şahsiyetiyle İlgili Prensipleri:

1. Davasına İnanması

Hz. Peygamber (s.a.s.), davet ettiği davaya, peygamber oluşuna ve Allah’tan getirdiklerine herkesten önce kendisi iman etmiştir.

İşte bunun delili:

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ

“(O) peygamber, kendisine Rabbinden indirilen (Kurân-ı Kerîm)e iman etti. Mü’minler de (iman ettiler. (Onların) her biri Allah’a, O’nun meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler.”

(Bakara sûresi 2/285.)

Hz. Peygamber, Allah’ın davasına yardım edene yardım edeceği vaadine güveniyor, ihlâs ve samimiyet içinde O’na tevekkül ederek davet ediyordu.

2. Davet Ettiği Davayı Bütün İncelikleriyle Bilmesi

Peygamberlerin en belirgin özelliklerinden biri de içinde bulunduğu çağın ve çağdaş insanların sahip olduğundan daha fazla ilim ve hikmete sahip olmalarıdır.

Onlar insanların önlerinde ve ilerisinde yürüyorlardı. Beşer işte bundan dolayı onların arkasında yürüyor ve onlardan da ilim ve hikmet öğreniyordu.

İşte bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ.

“Nitekim aranızda içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi (şirkten ve günahlardan) arındıran, size Kitabı ve hikmeti (helal ve haramı) öğreten, bilmediğiniz (ve bilemeyeceğiniz) şeyleri size bildiren bir peygamber gönderdik.”

(Bakara sûresi 2/151. )

Demek ki, davasına inanan bir davetçi, önce davet ettiği şeyin bilgisine ve ayrıca şüpheleri ortadan kaldırıp hakkı izah edebilecek delillere, ilme ve irfana sahip olmalıdır.

3. Davet Ettiğini Yaşaması

فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ وَمَن تَابَ مَعَكَ وَلَا تَطْغَوْا إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ.

“Artık sen tövbe edenlerle beraber emrolunduğun gibi istikâmet üzere ol! Aşırı da gitmeyin! Çünkü Allah yaptığınız şeyleri görücüdür.”

(Hûd sûresi (11/112)

Davetçi, davet ettiğini kendisi uygulamazsa hem sözü geçmez hem de muhataplar tarafından kınanır. Zira davetçinin sözü ile ameli iki insan gibidir ki aynı yerde ikisinden her biri diğerinin aksini söylerse insanlar nazarında o söz hakkında şüphe uyanır.

Bu âyet-i kerîmede ayrıca, davetçiye beraberindekilerle beraber istikâmeti takip et emri verilmektedir. Çünkü davet, önce davetçinin beraberindekilerde yankı bulmalıdır. Ayrıca davetçinin ameli, sözünü tasdik etmeli ve sözüne delil olmalıdır.

Şu âyet-i kerîmede bu manaya çok ince bir işaret vardır:

يَا أَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَاءكُم بُرْهَانٌ مِّن رَّبِّكُمْ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكُمْ نُوراً مُّبِيناً.

“Ey insanlar! Size Rabbinizden bir bürhan geldi. Size apaçık bir nur indirdik.”

(Nisâ sûresi 4/174)

Burada “nur”, Kur’ân-ı Kerîm, “bürhan” ise Hz. Peygamber’dir.

Demek ki Hz. Peygamber’in uygulamaları, elindeki davası olan Kur’ân-ı Kerîm’e delil olmuştur. İşte, her davetçinin uygulamaları da söylediklerinin lehine delil olmalı, aleyhine belge olmamalıdır.

İşte bu durumu da şu âyette görmekteyiz:

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلَا تَعْقِلُونَ.

“İnsanlara iyi olanı emredip kendinizi unutur musunuz? Hâlbuki Kitabı da okuyup duruyorsunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?”

(Bakara sûresi 2/44)

4. Davetinde Sabır ve Sebat Göstermesi

Şu âyet-i kerîme davetçinin kimler gibi sabır ve tahammül göstermesi gerektiğini ve de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in şahsında vârisleri olan davetçi âlimlerin de öylece sabır ve tahammül etmesini çok güzel ifade etmektedir:

فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ أُوْلُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ

“O halde peygamberlerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret.”

(Ahkâf sûresi 46/35)

Sabrın bir manası da, nefsin ve düşmanların yanlış isteklerine karşı olmada tahammül etmektir. Şöyle kı:

يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ.

"Ey oğulcuğum! Namazı dosdoğru kıl, marufu emret, münkerden alıkoy. Sana isabet edene de sabret. Çünkü bunlar azmedilmesi gereken işlerdendir.”

(Lokmân sûresi 31/17)

5. Davetinde Merhametli Olması

Gerçek merhamet, insanları yanlıştan, küfürden ve şirkten, günahlardan ve kötü ahlâktan kurtarmaktır.

Hz. Peygamber’in (s.a.s.) bizzat kendisi âlemlere rahmet; elindeki Kur’ân-ı Kerîm rahmet programı; bu programı Hz. Peygamber’e uyarak takip edenlerin ebedî kalacakları yer ise yine rahmet olan cennettir.

Her hali tebliğ olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz tebliğ yaparken kaba, katı, haşin olmayıp yumuşak davranıyordu. Bu durumu Allah Teâlâ şöyle belirtmiştir:

فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ

“Allah’tan olan rahmetledir ki onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı olsaydın muhakkak etrafından dağılırlardı. Artık onları(n sana olan hatalarını) affet, onlar için (Allah’a karşı yaptıkları günahlardan dolayı Allah’tan) mağfiret dile! Onlarla (hakkında nas olmayan her) iş hakkında istişare et. Azmedince de Allah’a tevekkül et. Şüphesiz Allah (kendisine) tevekkül edenleri sever.”

(Âl-i İmrân sûresi 3/159)

Hz. Peygamber (s.a.s.) hem inananlara hem inanmayanlara merhametli idi. Müslümanların yanlış davranışlarına, bazı kabalıklarına karşı merhamet ediyor, onlara kızmıyordu. Üstelik onlar için Allah’tan af diliyordu. İnanmayanlara da insan olmaları hasebiyle acıyor, onları hidâyete çağırıyor, karanlıktan nura çıkarmaya çalışıyordu. İslâm’a yeni girenlerin garip davranışlarına katlanıyor, katlanamayan ashabının yanlışlarından da yine bu kimseleri merhamet ederek koruyordu.

6. Davetinde Tevazu Sahibi Olması

İslâm, üstünlüğün, “yanlıştan korunma olan” takvada olduğu prensibini getirmiştir. Kim nefsinin, şeytanın ve şeytanın adamlarının yanlışından korunur, Allah’a iyi kul, insanlara faydalı, ahlâkı fâzıl, kalbi sâlim, ameli sâlih ve niyeti hâlis olursa hem kurtulmuş hem de iyi ve üstün insan olmuş olur.

İşte getirmiş olduğu prensip bu idi. Kendisi kibirli olmadığı gibi, insanların birbirlerine karşı da mütevazı olmalarını Hz. Peygamber şu hadîs-i şerîfi ile emrediyordu:

إِنَّ اللهَ أَوْحَى إِلَىَّ أَنْ تَوَاضَعُوا حَتَّى لَا يَفْخَرَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ وَلَا يَبْغِىَ أَحَدٌ عَلَى أَحَدٍ

“Şüphesiz ki Allah bana sizin tevâzu göstermenizi vahyetti. Tâ ki, kimse kimseye karşı böbürlenmesin, kimse kimseye zulmetmesin.

(Müslim, Cennet, 64; Ebû Dâvûd, Edeb, 40; İbn Mâce, Zühd, 16, 23)

Hz. Peygamber (s.a.s.), davasını anlatırken hiç kimseye tepeden bakmıyor, kâfir de olsa kimseyi aşağılamıyordu. Zaten kâfire, zâlime ve fâsıka değil küfre ve şirke, zulme ve fıska karşı savaş açmıştı. Eğer onların şahıslarına karşı olsaydı, onların bu yanlışlarıyla hiç uğraşmazdı.

İslam; Allah’a tazim ve itaat, halka hizmet ve merhamettir.

7. Daveti Allah İçin Yapması

Amelin kabul edilmesinin şartlarından birisi de Allah için, Allah rızasını kazanmak için yapılmasıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hedefi, zaten Allah’ın rızasını kazanmaktır, dünyalık elde etmek değildir. İşte bundan dolayı peygamberler insanlara hitap ederken ve insanları İslâm’a davet ederken şöyle demişlerdir:

وَمَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ.

“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim(i vermek) ancak âlemlerin Rabbine aittir.”

(Şuarâ sûresi 26/109, 127, 145, 164, 180)

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in gayesi dünyalık olsaydı, Mekke müşriklerinin kadın, mal-mülk, krallık gibi dünyalık şeyleri verme tekliflerinin hepsini reddedip de “Güneşi sağ elime, ayı da sol elime koysanız yine de bu davamdan vazgeçmem” (Sîretu İbn Hişam, 1/266; İbnu Seyyid’n-nas, Uyunu’l-eser, 1/132) demez, onların bu tekliflerini kabul ederdi. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in davetinin esas maksadı, insanları dünya ve dünyalık şeylere kul olma zilletinden kurtarıp Allah’a iyi bir kul olma izzetine kavuşturmaktı.

Daveti sırf dünya için olsaydı dünyayı âhirete tercih etmiş, böylece davasına ve kendisine ihanet etmiş olacaktı. Her hususta olduğu gibi bu hususta da esas hedefi Allah Teâlâ’nın rızasını ve rıza evi olan cenneti kazanmaktı. Her işine; söz ve fiiline, taraf oluşuna ve karşı oluşuna işte bu hedef sirâyet etmişti.

İşte İslâm davasını dava edinen her bir mü’minin de her işi davet olan mü’minin de davetindeki esas maksadı bu konuda da Hz. Peygamber’in bu rotasını hedef edinmek olmalıdır. Çünkü Allah (c.c.), niyetin, Allah rızası olup olmadığına, amelin de Hz. Peygamber’in sünnetine uyup uymadığına bakar.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.