Şükür üç kısımdır:
a) Kalbin şükrü b) Dilin şükrü c) Bedenin şükrü
a) Kalbin şükrü:
Bütün nimetlerin, Allah Teâlâ’ya ait ve Allah Teâlâ’nın olduğuna itikad etmektir. İtikattan önce bilmek vardır. Kâinatta bir çöpün bile kendisine ait olduğu hiçbir kimse yoktur. Çünkü her şeyin yaratıcısı sadece Allah Teâlâ’dır. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Allah sizi de yarattı, sizin yaptıklarınızı da.”
(Sâffât sûresi, 37/96)
b) Dilin şükrü:
Bütün nimetlerin Allah Teâlâ’nın olduğunu “elhamdülillâh” diyerek itiraf etmektir.
c) Bedenin şükrü:
İnkıyâd yani ibadet ve itaattir.
Şükür özetle; kalbin itikadı, dilin itirafı, bedenin inkıyâdıdır.
Şiblî’nin (rh.a.) dediği gibi, “Şükür, nimeti değil, nimeti vereni görmektir.”
Nimet bir hediyedir ki daima Allah’tan gelmektedir. Şükür, hediyeyi görmek değil, hediyeyi göndereni bilmek, hediyeyi gönderenin ancak Allah olduğuna inanmak ve hediye gönderene teşekkür etmektir. Hediyeyi görüp hediye gönderene teşekkür etmemek nankörlüktür. Nankörler ise azaba müstehak olurlar.
Şükür, Allah’a kulluğun ifadesidir ki Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz olanlarından yiyin, eğer siz yalnız Allah'a kulluk ediyorsanız O'na şükredin.”
(Bakara sûresi, 2/172)
Yani ey müminler, size ikram edilen nimetleri yiyin arkasından da nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğunu bilin ve Allah’ın olduğuna inanın, yaratılma sebebi olan kulluğun ifadesi olan şükürde bulunun demektir.
Hamdler, dualar, zikirler, istiğfarlar, hayır konuşmalar dilin zikri; namaz, bedenin şükrü; zekât, malın şükrüdür.
Şükür, nimetlerin artmasına sebep olmaktadır. Allah Teâlâ, şükredene nimetlerini artıracağını vadetmiştir:
"Hatırlayın ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir! diye bildirmişti."
(İbrahim sûresi, 14/7)
Allah Teâlâ, daima bize ikram etmektedir. Bize gereken, ikramları, başarıları Allah’a nispet etmek, Allah’a karşı takva üzere olmak ve isyandan korunmak suretiyle şükretmektir. İşte bu konuda Allah Teâlâ, Bedir zaferini hatırlatarak şöyle buyurdu:
“Andolsun, siz son derece güçsüz iken Allah size Bedir’de yardım etmişti. O halde Allah’a karşı takvalı olun ki şükretmiş olasınız.”
(Âl-i Imrân, 3/123)
Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.)’e takva sorulunca çok kapsamlı olarak şöyle buyurmuştur:
“İtaat edersin isyan etmezsin, zikredersin unutmazsın ve şükredersin nankörlük etmezsin.”
(İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 72. )
Hz. Âişe’den (r.anhâ’) rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.), gece ayakları şişinceye kadar namazı kılardı. Hz. Âişe diyor ki, kendisine:
Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsun) ey Allah’ın Rasûlü? Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır, dedim. Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu.
(Buhârî, Tefsîru sûre 48, 2; Müslim, Münâfikîn, 81. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd, 6, Rikak, 20; Müslim, Münâfikîn, 79-80; Tirmizî, Salât, 187; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl, 17; İbni Mâce, İkâme, 200.)
Sevgili Peygamberimiz: Geçmiş ve geleceğin bağışlanmış olması, kulluğu azaltmaya değil, aksine teşekkürü arttırmaya vesile kılınmalıdır demek istemiştir.