Mekke olmadan Medine olmaz, Medine olmadan da Mekke’nin manası kalmaz.
Bu konuda şunları bilmek ve şunlara dikkat etmek gerekir:
1. Allah Teâlâ neyi emretmişse, neyi nehyetmişse, neyi yaratmışsa ve nasıl yaratmışsa, bunların hepsi hikmetlidir, yerli yerindedir.
Bize gereken, Allah Teâlâ’nın ahlakıyla ve Allah’ın yetiştirdiği müeddeb/edepli kıldığı Hz. Rasûlullah Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmaktır. İlim, tecrübe, basîret ve cesaret özelliklerine sahip olmaktır.
2. Kur’ân-ı Kerîmin mesajı, ilk olarak Mekke’de verildi. Mekke de yaratılış olarak yeryüzünün merkezi olduğu gibi o çevrenin siyâsî ve ticârî merkezi konumundaydı.
İslam o beldeye mal edilirse, o beldeyi takip eden toplumlara da mal edilirdi. Nitekim öyle de oldu.
3. Davanın dili, davaya uygun nitelikte olmalıdır. Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’i indirmeden önce Arapçayı zirveye ulaştırdı. Böylece dinin yani Kur’ân-ı Kerîmin zirveliği bu zirve dille anlaşılmış oldu. Demek ki İslam davetçisi konuştuğu dili de davanın esas dili olan yani Kur’ân-ı Kerîm’in dili Arapçayı da çok iyi bilmesi gerekir.
4. İlk gelen mesaj, “oku!” idi. Hz. Peygamber Efendimiz, iki şeyi okudu: Çevreyi ve çareyi.
Çevreyi bilmeyen çare olamaz, çareyi bilmeyen de çare olamaz.
Hz. Peygamber (s.a.s.), gündemi kendisi oluşturuyordu. İnen âyetler ve sûreler müşriklerin tepelerine iniyordu bazen bomba gibi bazen de ruhlarını okşayan munis bir el gibi.
Hz. Peygamber Efendimiz Mekke süresi içinde ilâhî talim gereği talim, tezkiye/terbiye, tatbik stratejisini izledi, Medine’de de aynısı devam etti. Esas ahkâm âyetleri Medine döneminde inmeye başladı.
Elbette bütün hayatı, ana hatlarıyla böyle olmuştur. Bunu şu âyetten de biliyoruz:
“Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara âyetlerini okuyan, (inkârdan ve kötü ahlaktan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler.”
(Âl-i Imrân sûresi 3/164)
5. Hz. Peygamber Efendimizi Medine’ye hicrete sevk eden, Peygamberimizin Mekke’deki talim ve terbiyesi, müşriklerin akıl almaz düşmanlıkları, düşmanların yanlış düşünce ve hareketleri, İslâm’ı beraberce hem tatbik edebilecek hem de yayabilecek mekân arayışı olmuştur.
İşte bize gereken, önce İslâm’ı bütün asırların problemlerine çözüm getiren bir sistem olarak bilmek ve ortaya koymak; karşı olduğumuz materyalizmin ve sekülerizmin batıllığını, âhiret düşüncelerinin olmamasının hayata çok kötü yansımasını ve diğer dinlerin aslî hüviyetlerini kaybettiğini, çözüm olamadığını delilleriyle ispat etmektir.
6. Medine’ye göç eden yapının lideri, açığı olmayan zat idi; çevresi, yürüyün deyince yürüyen, durun deyince duran ve İslâm’ı beraberce istikamet üzere uygulayan kadrosu bulunuyordu ve daimi kadro yetiştiren bir yapı mevcut idi.
Bu konuda bize gereken bazı şeyler:
a) İçi dışından büyük, lider kabiliyetli, lider karakterli ve lider davranışlı, çevresine heyecan bahşeden davanın önderinin bulunması,
b) Liderin, lider olabilecekleri kendi çevresinde bulundurması ve deneyerek çaplı kadro yetiştirmesi,
c) Liderle kadrosu arasında fikrî ve amelî uygunluk bulunması,
d) Kadronun denenince imtihanı kazanması, daima âhireti dünyaya, Hakkın rızasını nefsin hevasına tercih etmesi,
e) Yükselmenin önüne engel olunmaması ve böylece ehliyet ve adalete değer verilmesi,
f) Çareyi ve çevreyi okuyabilen, gençliğin önünde giden, asrın problemlerine isabetli çözümler üreten, aydının ve halkın kalplerinin etrafında hudut bekleyen ulema sınıfının oluşmasına gayret edilmesi,
g) “Sıkıntıya katlanmayan sıkıntıdan kurtulamaz” gerçeğini hepimizin hazmetmesi.
Unutmayalım! İslâmî hâkimiyetin oluşması Mekke’de başladı, Medine’de ispat edildi. Bu gerçeği kabullenerek talim, terbiye, tatbik usulünü tedrici olarak uygulayıp Mekke dönemini kemale erdirmeye çalışmak gerekir.