Şifâ deyince sadece maddî şifâ akla gelmemelidir. Manevî şifâ daha önemlidir. Özellikle kalbin şifâsı çok önemlidir. Kalp şifâ bulunca, bedende de dilde de şifâ hâsıl olur.
Bedenin ve dilin şifâsı, kalbe uygun olmasıdır. Bazen bedenin şifâsı, şükür olmayınca kalbin şifâsına engel olmaktadır.
İbn-i Sina, "Şifâ" isimli kitabını maddî şifâlar için yazmıştır. Kâdî Iyâz'ın (rh.a.) dilimizde "Şifâ-yı Şerîf" diye bilinen "eş-Şifâ bita’rîfi hukûkı’l-Mustafâ" isimli eseri ise mü’minin bütün hayatına şifâ vermesi için Hz. Peygamber Efendimizin şemâil, siyer, hasâisu’n-nebî, delâilü’n-nübüvve ve megâzî gibi yönleriyle hayatını bin sekiz yüzden fazla rivayetle yazdığı değerli bir eserdir. Türkçeye tercümesi de yapıldı.
Dua ederken de hepimiz için “Ya Rabbi bize maddî ve manevî şifâ ihsan eyle!” diyelim.
Mü’min kişi kalbini, önce küfür ve şirk hastalığından koruma konusunda çok ciddi olmalıdır.
İşte bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Nerede olursan Allah’a karşı (küfürden ve şirkten, büyük-küçük günahlardan, şüphelilerden ve gafletten korunarak) takvalı ol! Kötülüğün (günahın) arkasından iyilik (sevap) işle ki onu silsin. İnsanlarla (da) güzel ahlakla geçin.”
(Tirmizî, Birr, 55; Dârimî, Rikâk, 74; Ahmed, V, 153, 158, 169, 177, 228.)
Gizli şirk olan riyadan; amelin sevabını gideren ucup ve hasetten korunmaya dikkat etmesi, günah kirlerinden de tövbe ederek kalbini temizlemeye çalışması lazımdır.
Riyâ, “Allah’tan başkasının rızasını/hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlâsı terketmektir”
(Cürcânî, Tarîfât, “riyâ” md.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Ümmetim için gizli şirk ve şehvetten korkuyorum/kaygı duyuyorum” deyince:
“Sizden sonra da hâlâ şirk olacak mı?” sorusuna, “Evet, fakat güneşe, aya, taşa ve puta tapmak şeklinde olmayacak, insanlar ibadetlerini riya için yapacaklar.” cevabını vermiştir.
(Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124.)
Ucub; kendisini beğenme, üstün görmedir. Ucub, kişiyi zamanla kibre götürmektedir. Kibir kendisini üstün görüp başkasını hakir görmek, hakkı inkâr etmektir.
İblis de önce ucuba düştü sonra ucub onu kibre götürdü, kibir de küfre götürdü.
Hased, kendisinde olmayanı başkasına da razı olmamasıdır. Bu da ya başkasının elindekinin kendisine geçmesini veya onun elindekinin yok olmasını istemektir ki Allah’ın takdirine rıza göstermemektir.
Mü’mine yakışan gıpta, münafıka yakışan haseddir.
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Bir kulun kalbinde imanla hased bir arada bulunmaz.”
(Nesâî, Cihad, 8.)
“Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi hased de iyilikleri mahveder.”
(İbn Mâce, Zühd, 22; Ebû Dâvûd, Edeb, 44.)
Allah Teâlâ, bize manevi hastalıklardan şifâya erme derdini nasip etsin; sahih ilim, kâmil iman, sâlih amel ve takva özelliklerini kazanıp ihsan derecesine ulaştırsın.