4. Malı bereketlendirmek.
Şu âyet-i kerîmelerde fâizin bereketleri mahvettiği; zekâtın ve sadakanın bereketlere sebep olduğu bildirilmiştir:
“Allah fâizi tüketir (fâiz karışan malın bereketini giderir), sadaka(sı verilen mal)ları ise bereketlendirir. Allah (haramı helal tanımakta ısrar eden) hiçbir kâfiri ve günahta ısrar eden hiçbir kimseyi sevmez.”
(Bakara sûresi 2/276.)
Âyette, gerçek ribânın yani artışın fâizde değil infakta yani zekâtta ve sadakada olduğu ortaya konmuştur. Artık bu kadar büyük bir zarar olan ribayı bir kâr, bir kazanç sanıp da arkasında koşmamalıdır. Sonra ribâcıların zannettiği gibi, ribâ malı artırır da sadakalar eksiltir değildir. Tam tersine, Allah, malı artırır sanılan ribâyı derece derece eksilte eksilte nihâyet mahveder. Ribâ, içinde ayın on dördü gibi parlak görünen servetleri, hilâl gibi küçülte küçülte nihâyet gözle görülmez hale getirir de buna karşılık, malı eksiltir sanılan sadakaları “irbâ” eder, yani gitgide büyütür ve çoğaltır, nemalandırır. Ribâ, mal üretecek hayatları kurt gibi yiye yiye bitirir, nihâyet sermayelerin de batmasına sebep olur. Hâlbuki sadakalar ecir, hayat ve bereket olur. Ve Cenab-ı Allah, haramı helal tanımakta ısrar eden çok kâfir, çok günahkâr kimselerin hiç birini sevmez. O tövbe edenleri sever, onlardan razı olur. Ribâ ise pek kâfirane ve günahkârane bir iştir.
(Yazır, Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, II, 251.)
“İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir fâiz, Allah katında artmaz. Allah’ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekâta gelince, işte zekâtı veren o kimseler, evet onlar (sevaplarını ve mallarını) kat kat artıranlardır.”
(Rum sûresi 30/39.)
“De ki: Benim Rabbim, kullarından dilediğine rızkı bol verir ve (dilediğinden de) kısar. Siz hayıra ne harcarsınız, O (Allah), onun yerine başkasını verir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
(Sebe sûresi 34/39.)
Mallardaki artışı ve eksiltmeyi yaratan Allah Teâlâ’dır. Malın artmasını, âhiretteki sevabı düşünüyorsan Allah için infâk et, demektir. Nasıl olsa her şeyin gerçek sahibi, verene vereceğini va’d etmiştir. Öyle ise ver demektir, ver ki sana tekrar ve yine verilsin.
Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
“Her sabah iki melek iner. Biri:
-Ya Rabb! Cömertlik edene malının karşılığını (halef) ver, der. Diğeri de:
-Ya Rabb! Cimrilik edenin malını telef et, diye dua eder.”
(Buhârî, Zekât, 27; Müslim, Zekât, 57.)
Meleğin duası da bedduası da reddolunmaz, kabul edilir. Meleğin bedduasını değil de duasını almak istiyorsan cömertlik edip infak et! Cimrilik etmek ise bedduasını istiyorum, demektir.
“Kim helal kazancından bir hurma kadar sadaka verirse -ki Allah, helâlden başkasını kabul etmez- Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar, herhangi birinin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür.”
(Buhârî, Zekât 8; Tevhîd, 23; Müslim, Zekât, 63, 64; Tirmizî Zekât, 28, Nesâî, Zekât, 48.)
Dünyada verdiği habbenin âhirette kubbe olmasını isteyen helalden Allah rızası için vermelidir. Bunun şartı helal olmasıdır.
“Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkça Allah da onun şerefini artırır. Kim Allah için alçakgönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.”
(Müslim, Birr, 69; Tirmizî, Birr, 82.)
Hadîs-i şerîfte üç şeyin zâhire göre zarar olduğu ama hakîkatte yarar olduğu anlatılmaktadır. Böylece esas faydanın zâhirde değil bâtında, gerçek faydanın maddî tarafta değil manevî tarafta olduğu ortaya konmuş olmaktadır. Sadaka verilince zâhire göre eksilmekte ama hakîkatte eksilmemektedir. Allah Teâlâ da o eksileni âlâsıyla telâfi etmekte hatta artırmaktadır.
Affetmek de insanın nefsinde görünürde küçülmedir. Hâlbuki ruhunda, insanların yanında ve Allah’ın yanında değeri artmakta ve manen büyümektedir. Tevâzu da aynı şekilde nefsinden fedakârlık yapmaktır. Ama Allah Teâlâ onun kadrini toplum yanında yüceltmektedir.
Allah Teâlâ âdeta kula infak etmeyi kulun infakına bağlamıştır. Kul az verir ama Allah kula çok verir. Zira Allah kendisine yakışan şekilde ihsan eder. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a.s.), hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
“Allah Teâlâ şöyle buyurdu: Ey âdemoğlu! (Allah için) infâk et ki, sana da infâk olunsun!”
(Buhârî, Tefsîru sûre (11) 2; Nefekât, 1; Tevhîd, 35; Müslim, Zekât, 36, 37; İbn Mâce, Keffârât, 15.)