1. Tarih ve tarih bilinci ne demektir?
2. Tarihi bilmenin faydaları
3. Tarihte bizi biz yapan değerler nelerdir?
4. Bugünle dünü kıyas edince; bugün en göze çarpan yanlışlar nelerdir?
5. Geçmişimizden istifade ne için ve nasıl olmalıdır?
6. Tarihimizdeki çöküş ve yükselme devirlerinin analizleri
1. Tarih ve tarih bilinci ne demektir?
Tarih, geçmiş dönemlerde yaşamış insan topluluklarının maddî ve manevî kültürlerini, yaşayış şekillerini, medeniyetlerini, savaş ve barışlarını zaman ve yer göstererek neden ve sonuç ilişkisi içinde değerlendirerek ve belgelere dayanarak tarafsız biçimde inceleyen ve anlatan sosyal bir ilim dalıdır.
Kur'ân-ı Kerîm, aynı zamanda en sağlam tarih kitabıdır. Eski ümmetlerden, zâlim ve mazlumlardan, tevhid mücadelesinden, peygamberlerden ve en büyük kahramanların peygamberler olduğundan, karşı çıkanların helak olduklarından, taraf olanların galip geldiklerinden, yeryüzünü gezip ibret dersleri almamızdan bahseder.
“Tarihçiler için ilk yasa, hakikat olmayanı ağza almamaktır. İkincisi, doğru olan bir şeyi örtbas etmemektir. Bunlardan başka yazdığı bir şeyde taraf gütmemek ve kin beslememektir.”
Cicero
Tarih bilinci, kolektif şuur dediğimiz bir bilinçtir. Toplumlar, uzun bir zamanın ürünü olarak ortaya çıkar. İşte bu uzun zaman içinde toplumsal bir düşünceye ve bilince ulaşılır ki bu ma’şerî/kolektif bilinç, toplumun etrafında ittifak ettiği değerler bütünüdür.
“Tarih, kralların, generallerin çiftliği değil; milletlerin tarlasıdır. Her millet geçmişte bu tarlaya ne ekmişse gelecekte onu biçer”
Voltaire
2. Tarihi bilmenin faydaları
a) Zararlı, gereksiz ve bizi biz yapan değerlere engel meşguliyetlerden kurtarır
Kendi tarihini, tarihindeki başarılı olanları ve en büyük nasihat olan tarihi eserlerini görüp öğrendiği zaman kendi kendisine şöyle diyecektir:
Onlar insan ben de insanım, onlar başardığına göre ben de insanım ben de başarırım. Üstelik bu asırda bizim imkânlarımız daha fazladır. İşte bu algı sebebiyle gereksiz ve zararlı meşguliyetlerden uzak durur ve bizi biz yapan, asırlara hükmeden değerlere sırt çevirmekten vazgeçip aslına döner, kendi yoluna ve yönüne yönelir ve hedefine de er-geç ulaşır.
“Tarih bilmeyen diplomat, pusuladan anlamayan kaptana benzer. Her ikisi de karaya oturma tehlikesi kaçınılmaz sonuçtur.”
Cevdet Paşa
b) Doğru bilgi ve isabetli hedef göstererek toplumu ve fertleri ruh afiyetine kavuşturur ve yeni hamlelere hazırlar.
“Tarih okuyanın aklı çoğalır.”
İmam Şâfiî (rh.a.)
“Tarih, faydası herkesi kapsayan bir ilimdir. Yaşanılan çağın olaylarıyla eski çağın olaylarını karşılaştırıp sonuca varmak gerekir.”
Nâimâ
“Tarih, muazzam bir erken uyarı sistemidir.”
Norman Cosins
c) Mazi ile alaka kurdurur, milletine mensubiyet aşılar ve kökü mazide olan farklı âtî olmaya sevk eder.
“Ecdadını unutanlar, kaynaksız ırmağa, köksüz ağaca benzerler.”
Çin Atasözü
d) Eserleri ile kendisini bize anlatan dili çözdürür, resmi gösterir ve doğru algılamamızı sağlar
“Tarih bir milletin hafızasıdır, tarihini bilmeyen millet, hafızasını kaybetmiş insana benzer.
B. Lewis
Tarih, geçmişte yapılmış, şu anda elimizde olan ve fakat istikbali gösteren dürbündür.
2. Tarihi bilmenin faydaları (Devamı)
e) Tarihi bilmek, en kıymetli meyve veren ağaç durumunda olan tarihî kökümüzü korumamızı sağlar.
“Bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa bir millet için de tarih odur. Tarihini bilen millet, kökü sağlam çınar gibidir. Zamanla eski âdet ve ananesini, yaşayış tarzını unutan, tarihini bilmeyen, ecdadının neler yaptığından haberi olmayan bir millet, kendini ayakta tutan köklerinden birkaçını kurutmuş demektir. Tarih okuyarak onu sulamak lazımdır.”
Kâzım Paşa
f) Tarihini bilmek, tarihteki başarı sebeplerini öğrenmeye ve başarılı olmaya sevk eder, başarısız olanları veya tarihten silinen toplumları veya devletleri öğrenince de aynı hatayı yapmaya engel olur.
“Dünü öğren, bugünü yaşa, yarına ümit et.”
Wilhelm Wiggles
Yarına ümitli olmamız için, bugünü doğru yaşamamız gerekir. Çünkü yarın, bugünle kazanılmaktadır. Bugünü doğru yaşamak belki daha iyi yaşayabilmek için dünü öğrenmemiz gerekmektedir.
Dün yani tarihte başarılı olanları ve başarı sebeplerini öğrenince kişiyi atılganlığa sevk eder. Yahut dün niçin başarılı olmadıklarını öğrenince, hataları öğretmen bilir, hatalardan yani tarihten ders alır da aynı hataya düşmez. Mesela, yakın tarihimizde şark insanını insan yerine koymayan ve ezen bir anlayışın yanlış olduğu bilinince önce kınama başlar, ardından bu tarih bilinci sayesinde idareciler aynı hataları işlemez olur. İşte tarihi bilmenin faydası!
Yakın tarihimizde ruh kökümüze uygun olmayan anlayışların eğitime olumsuz etkisi sebebiyle, tarihiyle sağlam bağlar kuramayan, tarihini küçümseyen hatta ruh köküne düşman bir nesil ortaya çıkmıştır. Zihni istila edilmiş bu neslin ne kökünden haberi var ne de körü körüne taklit ettiği batıyı tam olarak tanıyor.
Bugün uzak-yakın tarihini bilip ibret alan, dersler çıkaran ve hem şarkı hem garbı tanıyan bir İmam-Hatip nesli var. Bu nesil içinde ruh kökünden istifade edenler geldi de tarihi çınar ağacının köklerini suladılar ve hemen yeşermeye başladı. Bu başarıların etkisiyle bizi biz yapan değerler tercih edilmeye başlandı. İşte tarihî gerçekleri bilip tarihten ders ve güç almanın faydası!
“Garbı bilmez, şarka bakmaz, görgüden yok vâyesi
Bir utanmaz yüz, tükenmez söz bütün sermayesi!”
Mehmed Akif Ersoy
“Tarih değil, hatalar tekerrür eder.”
II. Abdülhamid
g) Tarih bilinci, her hadiseyi başından sonuna kestirebilme basiretini sağlar.
Hiçbir iş yoktur ki bir benzeri önceden bulunmamış olsun. Tarihteki başarılar ve başarısızlıklar; kitap, cami, han, hamam gibi kalıcı eserler, nice tarihi miras bilinince ve akıl, tecrübe, basîret ile değerlendirilince, yanlışlardan korunma, güzellikleri elde etme aşkı ve heyecanı oluşur.
"Suyun suya benzediği gibi, gelecek de geçmişe benzer."
İbn-i Haldun
h) Dünya ve üzerindeki her şeyin fanî olduğunu gösterir.
İyiler de kötüler de zalimler de mazlumlar da haklılar da haksızlar da hatta “En büyük rab benim” diyen Firavunlar da öldüler, kötülerin sadece kötü hatıraları kaldı. Demek ki dünya kimseye kalmıyor. Öyle ise dünya ve âhirette iyi anılmaya mazhar olmak isteyenler tarihtekilerden ibret alsınlar da kötü anılanların yolunu değil, peygamberlerin, sıdıdkların, şehitlerin ve sâlihlerin yolunu izlesinler.
3. Tarihte bizi biz yapan değerler nelerdi?
İlme, ilim ve irfan ehline çok değer verirdik, misafirperver idik, yardımlaşmayı severdik, kötülük edenleri bile affedip iyilik yapardık.
Düşman karşısında birbirimize olan kırgınlıkları unutur, birlik olurduk, düşmanlık etmedikçe insana en kıymetli varlık olarak bakar, Yaratandan dolayı severdik.
Büyüklere hürmet, küçüklere şefkat vardı, olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol anlayışı geçerli idi, mutlu olmayı mutlu etmede arardık yani veren el alan elden üstündü.
İhracat yapan ithalat yapandan üstün idi, elimizden çıkana üzülmüyor, elimizdeki ile de şımarmıyorduk.
İtikadda, ahlak ve amelde düşmanların istilasını kabul etmedik, kabul etmediğimizin isbatı, yakın tarihimizdeki istiklal savaşımızdır. İstiklal marşımız da bu istiklâliyetimizin marşı oldu.
Osmanlının kuruluşunda, Osman Bey ilme, ilim ve irfan sahibi olan kaimpederi Şeyh Edebali’nin nasihatine çok önem verdi, nasihatine kulak verdi de yedi asır dünyaya tesir edecek Osmanlı İmparatorluğunun temellerini attı.
Fatih Sultan Mehmed de sırf ilme ve ilim adamına değer vermekten kaynaklanarak Ali Kûşî’yi, her bir konaklamakta şu kadar altın vererek getirtmişti.
İspanyadan kovulan Yahudileri alan Kanuni misafirperverliğinden dolayı almıştı.
Bizim İstiklal harbimizde Pakistanlı kardeşlerimizim kollarındaki altın bileziklerini, kulaklarındaki küpelerini bize göndermeleri yardımlaşma örneğiydi.
Esir aldığı Diyojeni, tedavi edip affeden Salahaddin-i Eyyûbî bir Müslüman komutana yakışan kemali göstermişti.
Şüphesiz bu özellikler kişilerde olmaktan ziyade bütün bir topluma mal olunca ve ecdadımızın değer verdiği değerlere değer verince biz de değerlilerden olabiliriz.
Bizi biz yapan değerlerin başında din yani İslâm dini gelir sonra dilimiz sonra da ders alacağımız tarihimiz gelir.
Dinin temiz kaynağından istifade ederek ehli olanları yetiştirir, onların yolunda ve yönünde hareket ederek hayatımızı tarihteki gibi devam ettirirsek; dilimizi medeniyetimizin temeli olan eski kültür eserlerimizi anlayacak seviyede zenginleştirirsek ve tarihimizden daha doğrusu tarihî büyük şahsiyetlerden istifade edersek, maddî ve manevî açıdan zenginleşir, insanlık âlemine yine örnekler ve örneklik sergileyebiliriz. Zira din, insanda insanı oluşturan hücreleri birbirine bağlayan ruh gibi; dil, insanda insanı idare eden beyin gibi; tarih de geçmişini düşünen, gününü değerlendiren geleceğe hazırlık yapan zekâlı hafıza gibidir.
4. Bugünle dünü kıyas edince; bugün en göze çarpan yanlışlar nelerdir?
Dün, Cumhuriyet öncesinde en zayıf dönemimizde bile hâkimdik, şimdi en iyi dönemimizde bile düne oranla mahkûmuz.
Dün kendi medeniyetimizin kültürü hâkimdi, bugün çok iyi çalışmalar olmasına rağmen hâlâ hâkim konumda değiliz.
Dün İslam Hukuku mahkemelerde merci idi, bugün ise yasak durumundadır.
Dün maarif yapımızda Ehl-i Sünnet itikadı geçerli idi, bugün sadece İlahiyat Fakültelerinde okutulmakta, diğer fakültelerde ise Batı Felsefesi hâkim konumda.
Dün Allah’a ve Âhiret gününe iman kendi kültürümüzün temelini oluşturuyordu, bugün ise tabiatın yaratıcı olduğu ve böylece Allah’ı inkâr, fizikte eşyanın korunumu kanunu olan “yoktan var olmaz, vardan da yok olmaz” diyerek âhireti inkâr felsefesi eğitimin temeli konumundadır.
Dün haramı ve helali, İslâm daha doğrusu Allah belirlemişti, bugün çarşı pazarda açık saçıklık serbest ve muamelatta ise faizli işlemler geçerli, İslam’ın haram saydığı şeylerin çoğu serbest durumdadır.
Dün esnaf ve sanatkârlar, Âhîlik ahlâkı ile yetiştirilmekte ve ehil olmadıkça ehliyetname verilmiyor idi, yanlış ve eksik yapanın ceremesini Âhîlik teşkilatı ödüyordu, bugün yetişen esnaf ve sanatkârlar diğerlerinden farklı ise hüda-yı nâbit kabilinden yetişen durumunda.
Dün devlet başkanı, “kavmin efendisi, onlara hizmet edendir” hadîs-i şerîfi gereği hâdim/hizmetçi anlayışında idi, bugün son seneler hariç hâdim değil hâkim durumundadır.
Özetle, istila altındayız.
İstiladan kurtulmamız, düşman istilasından kurtulmamız gibi farzdır.
İstiklal harbinde düşman kalıplarımızı istila etmişti, o istilada ölen şehid oluyordu bugün ise kalpler istiladadır, kalpler küfrün istilasında iken ölenler ise kâfir olarak ölürler.
Demek ki bu istiladan topyekûn olarak kurtulmamız için yeniden istiklal harbi anlayışıyla hareket etmek durumundayız.
Bu anlayışta olmayan bizler ise bu düzenin imalat hatalarıyız.
5. Geçmişimizden istifade ne için ve nasıl olmalıdır?
Altı asır dünyada ayakta kalan bir devlet ve devlet kurumları, devleti ve kurumları ayakta tutan millet, nasıl oldu da ayakta kalabildi?
Bir devletin veya bir kurumun yahut bir insanın iyilikleri kötülüklerinden çoksa kötülükleri anılmaz olur gerçeği ile hep iyi taraflarından istifade edilmelidir.
Yabancılar gelip Osmanlı Arşivini, bürokrat yetiştiren Enderun’u, mahkeme usulleri yapısını inceleyip istifade ederken biz niçin istifade etmeyelim ki?
Evinin mahzeninde hazine olup da açlığından ölen ahmağa benzeme durumundan kurtulmak için kendi tarihimizi; medeniyet tarihimizi, tarihteki eserleri, idârî ve iktisâdî yapıyı, büyük âlimleri ve eserlerini incelememiz gerekmektedir.
Kökü mazide olan âtî durumuna ulaşmak için bilmek, tahlillerini yapmak, bugüne uyarlamak gerekmektedir.
Geçmişimizden istifade, itikâdî ve iktisâdî, hukûkî ve siyâsî, kültürel ve sosyal olarak istiladan kurtulmak için lazımdır.
Ne idik, ne olduk ve ne olmalıyız? sorularını sorup nefis, millet ve Müslüman olarak muhasebe yapmamızın gereği geçmişimizi bilmemiz lazımdır.
Tarihimizden istifade, büyüklerimizi, büyüklerimizin ölmez eserlerini, cami merkezli külliyelerimizi, devlet ve millet yapımızı incelemek ve bize uygun bir şekilde uyarlamakla olur.
Şahıs, millet ve İslam dünyası olarak hâlihazır durumuzun tesbiti ile muhasebe yapmak ve çare ortaya koymak düşüncesiyle şunları diyebiliriz:
1. Şahıs olarak temizdik, yanlış eğitimin, bilgisiz ve ilgisiz ailenin koruyamaması neticesinde çevrenin ve batının istilasıyla kirlendik.
Taassubun ve şüphenin bulunamayacağı, dînî ilimlerle fen ilimlerinin bulunduğu, dünyadan ve dünyadakilerden habersiz olmayan, içinde bulunduğu asra öncülük yapabilecek bir ilim ve kültür çevresinde yetişmek.
İslâm’ı, usûl ve fürû’ olarak doğru bilip doğru uygulamak için tedris, tebliğ ve telif ehli ilmiye sınıfı temelinde terbiyeden geçmek gerekir.
2. Millet olarak tarihte İslâm’a girdik, İslâm’la şereflendik, İslâm’a hizmet ettik yükseldik. Sonra nefse hizmete başlayınca İslâm’a hizmete ve idareciliğe ehil olmaktan uzaklaşınca hâkimiyetten, önce nefse sonra düşmana mahkûmiyete düştük, önce idarecilerin kalpleri sonra idare edilenlerin kalpleri istilaya uğradı.
İstilada olduğumuzun idrakinde olup istiladan kurtulmaya çalışmak, lider millet olma konumumuza sahip çıkıp liderliğin gereğini yapmak, hangi asırda gâlip isek ve ne ile gâlip olmuş isek onları alıp hayatımıza modernize etmektir.
3. İslâm dünyası olarak bize bizden daha merhametli olan Rabbimizin emri, halimizin, ilmin ve irfanın mecburiyeti, bir araya gelince en büyük güce ulaşacağımız gerçeğinin zorunluluğu, bütün insanlığın kurtuluşu Müslümanların kurtuluşuna bağlı olduğu sorumluluğu gereği ilmî, itikâdî, kültürel, askerî birliktelik oluşturmak. Bunların gerçekleşebilmesi için önce bu fikrin konuşulduğu bir platform oluşturmak, doğuyu-batıyı kavrayan, sâlim düşünebilen, idealle realite dengesini kurabilen, aykırı fikirlere katlanabilen çaplı, derinlikli ve insaflı, binleri arkasında taşıyan birlerin hemen bir ön çalışma yapması, hemen heyetlerin oluşturulup çalışmaya başlanması gerekir. Daha sonra bu bilgi ve gerçeklerin, zorunlulukların halka mal edilmesine çalışmak gerekir.
Her işte olduğu gibi bu işte de önce insan sonra plân daha sonra imkân gereklidir. Önce bu işin insanını bulmak gerekir. O insan olursa yani bu işin ekibi olan insanlar bulunursa o işin plânını yaparlar ve imkânını da bulup imkânını değerlendirirler.
İnsandan maksat, bu işin ehli olan büyük fikirlere sahip, kınayanın kınamasından çekinmeyen, her türlü aykırı fikirlere açık kafalardan oluşan ilim, irfan ve fikir adamlarıdır.
Plândan maksat, ilmî, itikâdî, kültürel, askerî birliktelik oluşturma plânıdır. Plân ilmî olmalı, ideal unutulmamalı, realite inkâr edilmemelidir. Plânlama yapılırken sorumluluk, misyonumuz, vizyonumuz ve nihâî hedefimiz gözetilmelidir.
İmkândan maksat ise, yetişmiş ve yetişmeye müsâit insan, yer altı ve yerüstü zenginlikleri, stratejik mekân, tarihî eserler, kütüphaneler, bunların hepsine bedel dünyayı değiştirecek olan yeni projeler zenginliği gibi…
Doğru olanın hayata geçirilebilmesi için doğru insanların, doğru planlama yapıp doğruyu uygulayabilmeleri, doğru ve hikmetli fikir, hikmetli zaman ve hikmetli başlamayı nasip etmesi için hep beraber Allah’a yalvaralım.
Allahım! Her konuda hakkı, doğruyu ve yerinde olanı hak, doğru ve yerinde bilip hakkı, doğruyu ve yerinde olanı yapmayı ve hakka, doğruya ve yerinde olana uymayı nasip et, batılı, yanlışı ve yersizi batıl, yanlış ve yersiz bilip batıldan, yanlıştan ve yersiz olandan sakınmayı ve sakındırmayı nasip et diyerek hem kavlî hem fiilî duada bulunalım!.
(Not: Dünkü yazıda “Esir aldığı Diyojeni, tedavi edip affeden Salahaddin-i Eyyûbî’yi bir Müslüman komutana yakışan kemali göstermişti”
Doğrusu Diyojeni yenen, esir alıp tedavi eden sonra da affeden Alpaslan idi.)
6. Tarihimizdeki yükselme ve çöküş devirlerinin analizleri
Son kendi tarihimizde yerini alan Osmanlıların yükselme devirlerine baktığımız zaman yükselmelerinin sebeplerini şöyle özetleyebiliriz:
a) Manevî değerlerine ve İslâm’a olan bağlı olmaları
Bunu i’lây-ı kelimetullah ruhu diye de ifade edebiliriz. Bu ruh, milletin bütün fertlerinin yegâne gayesi olarak kabul ediliyordu. Bu önemli sebepler ve kuvvetli bağlar, manevi değerlerdi. O halde manevî değerleri ile ordusunu techiz etmeyen bir millet, gelecekte her an tehlikelere maruz kalır ve varlığını sürdüremez.
Osmanlı Devleti’nin bir zamanlar, bütün Avrupa’nın büyük devletlerine karşı hayatını ve varlığını devam ettiren, şu devletin ordusundaki Kur’ân’dan alınan şu fikirdir:
“Ölürsem şehidim, kalırsam gaziyim”
b) Yükselme dönemlerinde tam bir hukuk devleti olması
Hukuk sistemi, çoğunluğa göre yapılmıştı, azınlığın hakkı ise korunmakta idi.
c) Devletin devam ve bekasına sebep olan para ve askerin mükemmel oluşu
Osmanlı Devleti’nin yükselmesine sebep olan para, halktan zorla toplanan para değil, memleketin mamur olmasından ortaya çıkan paradır. Bu dönemde, Osmanlı parasının kaynakları tamamen şer’î vergiler ve meşru gelir kaynaklarıdır.
d) Hür bir ilmin olması
Memleket bir vücuda benzer; aklı ve ruhu ilim ve ma’rifettir; cesedi ve bedeni de siyâset ve idaredir. Bu iki unsur arasında muvâzenenin te’min edildiği dönemlerde, dâima medeniyet, terakki ve refah görülmüştür.
e) İşlerin, ister ilmiyede, ister seyfiyede ve isterse de kalemiyede olsun, ehil olanlara verilmesi
Çöküş sebepleri:
a) Coğrafi Keşifler ile keşfedilen yeni ticaret yolları Osmanlı Devleti üzerinden geçmekte olan Baharat ve İpek yollarının önemini yitirmesine neden oldu.
b) Sınırsız maden kaynakları bulan Avrupalı devletlerde altın ve gümüş gibi değerli madenlerin bolluğu ham madde taleplerinin artmasına yol açtı. Böylece zenginleşen Avrupa Kıtasına talep artması üzerine Osmanlı’dan ham madde akışı arttı. Yiyecek sıkıntısı baş gösterdi. Ham madde sıkıntısı da Osmanlı El Sanatlarına büyük bir darbe vurmuştu.
c) Ekonomik anlamda en büyük sıkıntı Kapitülasyonlar sebebiyle oluşmuştur. Kapitülasyonlar sayesinde Fransa’ya verilen bazı imtiyazlar daha sonra Osmanlı Devleti’ne ayak bağı olmuştur ve devletin istismar edilmesine yol açmıştır.
1838 Balta limanı Antlaşması sayesinde gayr-i müslimlerin ticaret kısıtlaması ortadan kalktı ve gümrük duvarını ortadan kaldıran bu antlaşma ile ucuz Avrupa malları Osmanlı pazarına sokulmuş oldu.
1854′te Avrupa ile ilk borç antlaşması yapıldı. Alınan borçlar yatırım olarak değerlendirilmedi. Bu paralar savaş ve zevk için harcandı. Gösterişe giden paraların faizleri bile ödenemez bir hal aldı. Sonuçta alacaklı devletler 1881 de Duyun-u Umumiye kurarak Osmanlı Devletinin bütün gelir kaynaklarına el koydular.
d) Veliahtlar merkezden ayrılmak istemiyordu ve üç kıtaya yayılmış olan devletin bu şekilde yönetilmesi aksaklıklar çıkarıyordu. Celali isyanları bu sebeple başlamıştı fakat kimse bunun önemini kavrayamamıştı.
e) Savaşlar önceden büyümek için yapılırken artık sınırları korumak için yapılıyordu ve bitmek bilmeyen bu savaşlar büyük kayıplara yol açıyordu. Artık savaşlar sadece sınırları korumak amacıyla yapıldığından bol ganimetle dönülmüyordu. Bu durum hem ekonomiyi zor duruma sokuyor hem de faydalı yaşlardaki potansiyel iş gücüne sahip insanların savaşlarda eriyerek yok olmasına neden oluyordu.
f) Tımar sistemi bozulmuştu ve sipahilerin önemi kalmamıştı. Ateşli silahlara sahip yeniçerilerin önemi artmıştı fakat bunların maaşlarını direk olarak hazineden alıyor olması ekonomiyi iyice zor bir duruma sokmuştu.
g) Milliyetçilik akımları çok uluslu bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti’ni sıkıntıya sokmuştu. Sırp ve Yunan isyanı gibi isyanlar ülkeyi çokça uğraştırmıştı.
h) Avrupalılar Osmanlının çeşitli yerlerinde bilim adamı yetiştirmek adı altında okullar açmıştı fakat bunları daha çok kendi kültürlerini yaymak için kullanıyordu. Bu sebeple Osmanlı kendi bünyesinde yetişen insan gücü potansiyelini etkin bir şekilde kullanamaz olmuştur. Osmanlının yıkılmasının esas temelinde, 33 derecede mason olan Mustafa Reşid Paşa’nın sayesinde 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayini ile azınlıklarla çoğunluk aynı haklara sahip kılınması vardır.