A. Kulluğun Tarifi
B. Kulluğun Hedefi
C. Kulluğun Zamanı
D. Kulluğun Mekânı
E. Kulluğun Kabul Edilmesinin Şartları
F. Kulluğun Alanı
Gayemiz: Allah Teâlâ
Yolumuz: Sırât-ı mustakîm yani İslâm
Önderimiz: Hz. Muhammed (s.a.s.)
Kitabımız: Kur'ân-ı Kerîm
Mesleğimiz: Kalp, dil ve gerektiğinde el ile Allah yolunda cihad
Görevimiz: Allah Teâlâ’ya kulluk ve birbirimize nasihat etmek ve diğer insanları da Allah’a kulluğa davet etmektir.
A. Kulluğun Tarifi:
Kulluk: Allah Teâlâ’nın razı olduğu ameldir.
Amel = Ret ve terk + Fiil
Ret ve terk: Ret edilmesi gerekenler küfür ve şirk; terk edilmesi gerekenler haramlar, mekruhlar, şüpheli şeyler ve câiz olmayana sebep olan mubahlar gibi.
Fiil = İman + Salih ameller
İman, kalbin ameli; sâlih ameller dilin ve bedenin ameli olan farzlar, vacipler, sünnetler, mustehaplar ve sevaba sebep olan mubahlar.
B. Kulluğun Hedefi:
Hedef iki kısımdır:
1. Nihâî hedef: Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır.
2. Ara hedefler:
a) Uhrevî ara hedefler: Şahsın, ailenin, kurumların, İslâm Dünyasının ve bütün insanlığın İslâmlaşmasıdır.
b) Dünyevî ara hedefler: Dünyada mutlu olunacak şeyleri elde etmektir.
Bu konuda ölçü şudur: Ara hedefler, nihâî hedefe götürürse nihâî hedeften sayılır, eğer götürmezse engelden sayılır. Bunun da ölçüsü şudur: Ara hedefleri elde ederken Allah (c.c.)’ın koyduğu helal-haram sınırına dikkat edilmesidir.
C. Kulluğun Zamanı:
Bütün bir ömürdür. Delil şu âyet-i kerîmedir:
“Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet/kulluk et.”
(Hıcr sûresi 15/99.)
Burada ibadetten maksat, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak ve O’na manen yaklaşmak niyetiyle yapılan kalbin, dilin ve bedenin ameli olan kulluktur.
Kulluktan emekliye ayrılmak, ancak ölümledir.
D. Kulluğun Mekânı:
Bütün bir evrendir. Delil şu hadîs-i şerîftir:
“Nerede olursan Allah’tan kork!...”
(Tirmizî, Birr, 55; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 228.)
Hz. Peygamber (s.a.s.), Allah’tan gerçek manada korkmayı; itaat edilip isyan edilmemesi, zikredip unutulmaması ve şükredilip nankörlük edilmemesi şeklinde tarif etmiştir.
(İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II, 72.)