a) Emanet ne demektir?
b) Emaneti koruma ve önemi
c) İnsana emanet edilen şeyler
d) Emanetleri korumak nasıl olur?
a) Emanet ne demektir?
Emanet, iki manada kullanılmaktadır: Birisi, eminlik sıfatı; diğeri emanet edilen manasındadır.
Eminlik sıfatı olarak emanet, insanın itimat edilir ve emin olması, kendisine verilen maddi veya manevî bir şeyin gönül rahatlığı içinde teslim edilebilir ve istenildiğinde sağlam bir vaziyette alınabilir halde bulunması demektir.
(Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Heyet, Erkam yay. II, 111.)
Emanet edilen manasında; hem Rabbimize hem kendimize hem de halka karşı mükellef olduğumuz maddi veya manevi olarak geri alınmak üzere insana tevdi edilen her şey demektir.
Allah Teâlâ’nın, “Muhakkak Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder” (Nisâ sûresi, 4/58.) buyurduğu emanetler, insana tevdi edilen emanetlerdir.
Rabbine karşı emanete riâyet eden bir kimse, Allah’ın hükümlerine, ilâhî kanunlara uyar.
Bu, bütün uzuvları ilgilendiren vazifelerimizle doğrudan alâkalıdır. Çünkü insanın her uzvu kendisine verilen bir emanettir.
Her emaneti, yerli yerinde ve Allah’ın rızasına uygun tarzda kullanmak, korumak gerekir. Aksi takdirde emanete hiyânet edilmiş olur.
İnsanın kendine karşı eminliği, din ve dünya işlerinde en doğru ve kendine en faydalı olanı tercih edip seçmesi, zararlı olan her şeyden uzak durmasıdır.
Halka karşı emanet sahibi olmak, insanların hak ve hukukunu gözetmek, onlara zarar ve ziyan vermemek, insanları aldatmamaktır.
Yöneticilerin halka adaletli davranması, âlimlerin insanları hak olan yola, doğru itikada ve sahih amele sevketmesi, halkın da yöneticilere ve âlimlere hıyanetten sakınması, bu emanetin gereklerindendir.
Eşlerin birbirine karşı hak ve vazifeleri, ırz ve namuslarını korumaları, çocuklarını terbiye etmeleri de emanetin içinde sayılır.
O halde emanet, Allah’a karşı hak ve vazifeleri, kulların hukukunu, yani umûmî ve husûsî hukuku, bunlarla ilgili olan davranışları, sözleri, itikâdî, amelî ve ahlâkî alanı, maddî ve manevî hakların hepsini kapsayıcı bir niteliğe sahiptir.
(Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, Heyet, Erkam yay. II, 112.)
b) Emaneti korumak ve önemi
Mü’min kişi, kendisinde eminliği koruduğu müddetçe, emanetlere riayet eder ve emanetleri de korur.
Eminlik, insanın kalbinin derinliklerinde olduğu müddetçe emanetlere riayet eder, asla hıyanet etmez.
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak emanet, insanların kalplerinin derinliklerine kök salıp yerleşti. Sonra Kur’ân indi. Bu sayede insanlar Kur’ân’dan ve Sünnet’ten emaneti öğrendiler.”
(Buhârî, Rikâk, 35, Fiten, 13; Müslim, Îmân, 230; Tirmizî, Fiten, 17; İbn Mâce, Fiten, 27.)
Kur'ân-ı Kerîm, kurtulan mü’minlerden bahsederken şöyle buyurmuştur:
“Onlar emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler.”
(Mü’minûn sûresi, 23/8.)
Mü’minde Allah korkusu, âhirette hesaba çekileceği inancı olduğu sürece emanete riayet eder, hıyanet etmez.
Mü’minde emanete hıyanet bulunmaz. Çünkü emanete hıyanet, münafıklık alâmetidir.
İşte hepimizin bildiği hadîs-i şerîf:
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”
(Buhârî, Îmân, 24, Şehâdât, 28, Vesâyâ, 8, Mezâlim, 17, Cizye, 17, Edeb, 69; Müslim, Îmân, 107-108; Tirmizî, Îmân, 14.)
Başka bir rivayette: “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendisini mü’min zannetse bile” buyrulur.
(Müslim, Îmân, 109.)
Bedir savaşında elde edilen ganimetlerin taksiminde kayıp bir eşya için münafıklar, “Herhalde Muhammed almıştır” deyince hıyanetle ilgili şu âyet-i kerîme nazil oldu:
“Hiç bir peygambere, emanete ihanet yaraşmaz. Kim ihanet ederse, kıyamet günü ihanet ettiğiyle gelir.”
(Âl-i Imrân sûresi, 3/161.)
Kalp bozulunca, dil ve bedenin fiilleri de bozulur. Kalp, niyet ve hedefini değiştirirse bozulma başlar.
Kalbin niyeti, Allah’ın rıza ve hoşnutluğu olursa, hedefi de âhirette ebedî mutluluk yeri cennete ulaşmak olursa, elbette yalan söyleyemez, sözünden cayamaz, emanete hıyanet edemez.
Mü’minin niyeti, Allah’ın rızasına ters insanların rızasını kazanmak; hedefi de dünya ve dünyalık şeyler olunca bozulma başlar, yalan da söyler, sözünde durmaz, emanetlere de hıyanet eder.
Mü’min bir fert bozulunca fertlerden oluşan toplum da bozulur.
Mü’minde münafığın özellikleri bulununca hemen kâfir olmaz. Zamanla kâfir olmasından korkulur. Zira bozulma önce dilde ve bedende olur sonra da kalpte olur. Önce amelen ve ahlaken benzeme sonra da itikaden benzeme olabilir.
Eminlik, iman alameti; hıyanet ise münafıklık alametidir.
Emanete hıyanet, kıyamet alametidir.
Ebû Hureyre (r.a.) şöyle dedi:
Rasûlullah (s.a.s.) bir yerde sahâbîlerle konuşurken bir bedevî çıkageldi ve:
- Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu.
Rasûlullah (s.a.s.) sözünü kesmeden konuşmasına devam etti. Bunun üzerine sahâbîlerden biri:
- Bedevînin sorusunu duydu, fakat soruyu beğenmedi, dedi. Bir başkası da:
- Hayır, soruyu duymadı, dedi. Rasûlullah (s.a.s.) konuşmasını bitirince:
- “Kıyamet hakkında soru soran nerede?” buyurdu. Bedevî:
- Buradayım, Yâ Rasûlallah! dedi.
- “Emanet, zâyi edildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu.
Bedevî:
- Emanet nasıl zâyi olacak? diye sordu. Resûl-i Ekrem de:
- “Emanet, ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!” buyurdu.
(Buhârî, İlim, 2, Rikak, 35; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 361.)
Hâlbuki Allah Teâlâ ise emanetleri ehline vermemizi emretmiştir:
“Muhakkak Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi emreder”
(Nisâ sûresi, 4/58.)
Toplum için en büyük bela yalan söylemektir. Yalan varsa, emniyet yoktur, güven yoktur. Güvenin ve emniyetin olmadığı bir toplum, kıyameti kopmuş bir toplum demektir.
Huzur toplumunun üyeleri olan mü’minler emin kişilerdir, cennete gitmeden cennetin tadını alan ve topluma cennet havasını tattıran kimselerdir. Onların yanına varılınca da çevresinde de huzur hissedilir.
Kendisinde münafıklık bulunan kimseler toplumda kınanmalı, onlara iş verilmemeli, hiçbir şey emanet edilmemelidir.
Toplumlar için en büyük bela hıyanettir. Hıyanet, emaneti zayi etmektir, eminliği ortadan kaldırmaktır.
Eminliği yani güveni ortadan kaldırmak, toplum binasının temeline dinamit koymaktır.
Hıyanet, ancak düşmandan gelir. Hain demek, düşman adına hareket eden ajan demektir.
“Bir sürü için, o sürünün köpeğinin kurtla arkadaşlık etmesinden daha büyük bir bela yoktur.”
Abdurrahman Câmî
c) İnsana emanet edilen şeyler
İnsana verilen her şey; akıl, can, nesil, mal ve din; dini oluşturan Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîfler, âlimlerimizin bize bıraktığı eserler; İslam Medeniyeti ve medeniyetimizi ifade eden ecdadın bize bıraktığı tarihî eserler, kütüphaneler, müzeler; içinde yaşadığımız evren, yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz; aile ve aile fertleri, sahip kılındığımız mal-mülk, kendi ruh ve cesedimiz, ömrümüz, sorumlu olduğumuz makamlar, bize emanet olarak tevdi edilen amme malları ve bize verilen sırlar emanettir.
Başkalarının kanları, malları, şerefleri, namusları ve haysiyetleri de birer emanettir, koruma altındadırlar ve birbirlerine haramdır.
Her birimiz, devlet başkanından çobana varıncaya kadar hepimiz sorumluyuz.
Eğer biz, hesaba çekileceğimiz gerçeği ve sorumluluk şuuru ile hareket edersek emanetlere riayette ve emanetler ne için konmuşsa o maksada uygun korumada başarılı oluruz.
Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Hepiniz çobansınız; hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Devlet reisi de bir çobandır ve sürüsünden sorumludur. Erkek, ailesinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Kadın, kocasının evinin çobanıdır ve sürüsünden sorumludur. Hizmetkâr, efendisinin malının çobanıdır; o da sürüsünden sorumludur. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.”
(Buhârî, Cum’a, 11, İstikrâz, 20, İtk, 17, 19, Vesâyâ, 9, Nikâh, 81, 90, Ahkâm, 1; Müslim, İmâre, 20; Ebû Dâvûd, İmâre, 1, 13; Tirmizî, Cihâd, 27.)
Kıyamet günü, peygamberler de dahil hepimiz hesaba çekileceğiz.
Hesap inancı ve düşüncesi, hayatı mutlu bir hayat yapar ve hem dünya hem âhiret huzurlu kılar.
İşte âyet-i kerîme:
“Andolsun ki, kendilerine peygamber gönderilenleri de peygamberleri de sorgulayacağız.”
(A’râf sûresi, 7/6.)
d) Emanetleri korumak nasıl olur?
Her emanet, ne için ise ona göre kullanmak, emanete riayettir.
Bu emanetleri korumak, insanı korumak, insanlığı korumak, dünya ve âhiret huzuru korumaktır.
Bu emanetleri korumak, Allah’a ve Rasûlüne hıyanet etmemekle gerçekleşir.
Allah’ın, Kur'ân-ı Kerîm’inde belirttiği itikadî, ahlâkî ve amelî sistem korunursa; mutlak örnek kılınan Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.s.) sözleri, fiilleri ve tasviplerini oluşturan Sünneti hayatımıza hayat verirse, emanete riayet gerçekleşmiş olur ve böylece hıyanet de olmamış olur.
Bu konuda bize bizden merhametli olan Rabbimiz şöyle emretmiştir:
“Ey iman edenler! Sakın Allah’a ve Rasûl’e hıyanet etmeyiniz (aksi halde) kendi emanetlerinize bile bile ihanet etmiş olursunuz.„
(Enfal, 8/27.)
Aklı korumak; akla zarar veren yiyecek ve içeceklerden kaçınmak; aklı doğru çalıştıracak doğru bilgi sahibi olmak ve aklı yanlış çalıştıran yanlış bilgilere kapılmamakla mümkün olur.
Canı korumak, öldüreni öldürmekle yani kısasla mümkün olur. Ancak bu öldürme işinin, ihkak-ı hak suretiyle değil, devlet otoritesiyle olması şarttır.
Kısas hakkında Allah Teâlâ, şöyle buyurmuştur:
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Tâki (birbirinizi öldürmekten) sakınırsınız.”
(Bakara sûresi, 2/179.)
Öldüren öldürülürse, öldürmek isteyen kendisini hayatta bırakmak için öldürmekten vazgeçer. İşte böylece kısasın olmasında toplum için hayat vardır.
Nesli korumak, evlenmeyi teşvik edip evlenmeyi kolaylaştırmak, ana karnındaki cenini öldürecek ilaç ve davranışlardan sakınmak, kürtajı ve zinayı da yasaklamakla, kürtaj yapanı ve zina edeni cezalandırmakla gerçekleşir.
Malı korumak, hırsızın elini kesmekle, başkasının malını telef edene, malın gerçek değerini tesbit edip tazmin ettirmekle mümkün olur.
Dini korumak, dinin kaynağı olan Kur'ân-ı Kerîm’i ve Hadîs-i Şerîfleri doğru anlayıp doğru anlatmakla, icmayı üst kimlik yapmakla, ehil olan alimlerin, icmaya zıt olmamak ve delili olması şartıyla asrın ihtiyacı olan gerekli ictihadları yapmasıyla; İslam davetçisi, İslam âlimi, İslam kadısı yetiştiren kurumlar kurup devamını sağlamak ve en önmelisi İslam’ın yaşanılmasının engellerini kaldırılıp en geniş manasında uygulamasını sağlamakla olur.
Âlimlerimizin bize bıraktığı eserleri korumak, önce anlamak, anlayanları yetiştirmek, anlayıp anlatanlara değer vermek, o eserlerin asıllarının tahriften korunarak daima doğru basımlarını sağlamak ve bugünkü neslin anlamasını sağlayacak seviyeyi kazandırmakla olur.
İslam Medeniyeti ve medeniyetimizi ifade eden ecdadın bize bıraktığı tarihî eserler, kütüphaneler ve müzelerin korunması; eserlerin aslına uygun restorasyonunu yapmakla, kütüphanelerin korunmasına devlet hazinesini korumaktan daha çok değer vermekle, bütün kitapların dijitale aktarılmasını sağlamakla, kısacası çeşitli aygıtlarla ve çeşitli koruma yolları ile olur.
İçinde yaşadığımız evrenin korunması, ozon tabakasını tahrip edip delen maddeleri ve fıtrata zıt olan uygulamaları yasaklamakla, toprağı kirleten, toprakta erimeyen ve geç eriyenleri tesbit edip yasaklanakla olur.
Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimizi korumak, önce kıymetlerini bilmek, ilkokuldan başlayarak toplum ahlakı haline getirmek için okullarda dersini koymak; yeraltında bulunan hazinelerimizin iyi ve doğru değerlendirilmesini ortaya koyup israftan sakınmak, çarçur edenleri, tahrip edenleri ağır caydırıcı cezalarla cezalandırmakladır.
Aile ve aile fertlerini korumak, doğru ve lazım olan bilgilerle donatmak, peygamber ahlakı ile ahlaklanmasını sağlamak, yanlış bilgilerden ve yanlış ortamlardan korumak, üstün idealler kazandırmak ve faydalı hedefler göstermek, doğru ve isabetli eserler vermesini sağlamakladır.
Sahip kılındığımız mal-mülkü korumak, haramdan bir mal gelmişse, hayır ummayarak ve vereceğimiz kimselere de haram olduğu söylemeyerek hemen vermek; helalinden kazanmışsak israf etmemek, hak yolda hesabını verebileceğimiz şekilde harcamak, özellikle bir kısımını ahiret sermayesi yapmakladır.
Kendi ruhumuz, cesedimiz ve ömrümüzü korumak, aklın gıdası tefekkür için doğru bilgi ile, ruhun gıdası, ibadet ve zikir ile korumak, bedeni hakyolda itaatte harcamak; ömrümüzü, sonsuz cennet ömrünü kazanmaya yönelik işlerde harcamakladır.
Sorumlu olduğumuz makamları korumak, o makamda isek o makama ehil olmak ve makamı Hakka ve halka hizmette kullanmakladır.
Eğer o makama ehil değilsek istememek, verilse bile kabul etmemek, ehil isek ve bizden başka kimse de yoksa kabul etmek ve reddetmemek, layık olmaya çalışmak, otoritenin temeli olan binanın temeli gibi adaleti tesis etmek ve devamını sağlamakladır.
İşte bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder.„
(Nisâ sûresi, 4/58.)
Âyette önce ehliyet sonra adalet zikredilmiştir. O makamın hakkını verebilmek için hem ehil hem âdil olmak gerekir. Ehil olmayan kimse makamı rezil eder; âdil olmayan kimse ise hem kendisine hem o makama hem de topluma zarar verir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), “şu gök kubbe altında ve yeryüzünün üstünde Ebû Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur” (Tirmizî, Menâkıb, 35; İbn Mâce, Mukaddime, 11.) buyurmasına rağmen, valiliğe ehil olmadığı için valilik isteyen Ebû Zer el-Gıfârî’ye valiliği vermemiştir.
Bu durumu Ebû Zer (r.a.) şöyle anlatıyor: Yâ Rasûlallah! Beni vali tayin etmez misin? demiştim. Eliyle omuzuma vurarak şöyle buyurdu:
- “Ebû Zer! Sen zayıf bir adamsın. İstediğin görev ise bir emanettir. Bu emaneti ehil olarak alan ve üzerine düşeni yapanlar müstesna, aslında bu görev kıyamet gününde bir rezillik ve pişmanlıktır.”
(Müslim, İmâre, 16.)
Başka bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
“Ebû Zer! Senin gerçekten zayıf olduğunu görüyorum. Kendim için ne istiyorsam senin için de onu isterim. İki kişiye bile olsa sakın başkan olma! Yetim malına da yöneticilik yapma!”
(Müslim, İmâre, 17; Ebû Dâvûd, Vesâyâ, 4; Nesâî, Vesâyâ, 10.)
Hz. Peygamber (s.a.s.), ehli olmayan kişiye verilmesinin felaket olacağı hakkında:
“İş/idarecilik, ehli olmayana verilirse kıyameti gözle!” diye buyurmuştur.
(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, I, 451.)
Bize emanet olarak tevdi edilen amme mallarını korumak, israf etmemek, kendi menfaatine kullanmamak, haksız kazanç elde etmekten son derece sakınmak ve hesaba çekildiğimiz zaman hesabını verecek şekilde davranmakladır.
Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şu iki hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak haksız olarak Allah’ın malını (kamu malını) kullanan kimseler, kıyamet gününde cehennemi hak ederler.”
(Buhârî, Humus, 7.)
“Mal tahsili için memur tayin ettiğimiz bir kimse, bizden bir iğneyi veya ondan daha küçük bir şeyi gizlese, bu hıyanet olur ve o şeyi kıyamet günü getirir.„
(Müslim, İmâre, 30; Ebû Dâvûd, Akdıye, 5.)
Başkalarının kanları, malları, şerefleri, namusları ve haysiyetleri de birer emanettir, koruma altındadır ve birbirlerine haramdır.
Ebû Ümâme İyâs İbni Sa’lebe el-Hârisî (r.a.)‘den rivayete göre Rasûlullah (s.a.s.):
“Yemin ederek bir müslümanın hakkını alan kimseye, Allah cehennemi vâcip kılar, cenneti de haram eder” buyurdu. Bir adam dedi ki:
-Ya Rasûlallah! Şayet o küçük ve değersiz bir şey ise? Bunun üzerine Peygamberimiz:
“Misvak ağacından bir dal bile olsa böyledir” buyurdu.
(Müslim, Îmân, 218; Nesâî, Kudât, 30; İbni Mâce, Ahkâm, 8.)
Rasûlullah Efendimiz (s.a.s.) Veda Haccı esnasında Kurban bayramı günü Mina’da bütün hacılara hitaben konuşmasında şöyle buyurmuştur:
“Şüphesiz ki, sizin kanlarınız, mallarınız, ırz ve namusunuz, şeref ve haysiyetiniz, şu gününüzün, şu beldenizin ve şu ayınızın haram olduğu gibi, birbirinize haram kılınmıştır. Rabbinize kavuşacaksınız ve o size amellerinizi soracak. Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurarak kâfirler olarak geriye dönmeyiniz. Dikkat ediniz! Burada bulunanlar bulunmayanlara sözlerimi ulaştırsın. Umulur ki, sözlerim kendilerine ulaştırılan bazı kimseler, sözümü işiten bazı kimselerden daha iyi anlayıp koruyabilirler.”
(Buhârî, Hac, 132; Müslim, Kasâme, 29/1679)
Abdullah İbni Amr İbni Âs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a.s.):
“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir” buyurdu.
(Buhârî, Îmân, 4-5, Rikâk, 26; Müslim, Îmân, 64-65; Ebû Dâvûd, Cihâd, 2; Tirmizî, Kıyâmet, 52, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8, 9, 11.)
Yine bu konuda Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Nebî (s.a.s.):
“Kimin üzerinde din kardeşinin ırzı, namusu veya malıyla ilgili bir zulüm varsa altın ve gümüşün bulunmayacağı kıyamet günü gelmeden önce o kimseyle helalleşsin. Yoksa kendisinin sâlih amelleri varsa, yaptığı zulüm mikdarınca sevaplarından alınır, (hak sahibine verilir.) Şâyet iyilikleri yoksa, kendisine zulüm yaptığı kardeşinin günahlarından alınarak onun üzerine yükletilir” buyurdu.
(Buhârî, Mezâlim, 10, Rikâk, 48.)
“Müslüman, müslümanın kardeşidir; ona zulmetmez, onu (düşmanına) teslim etmez. Kim bir kardeşinin ihtiyacını giderirse Allah da o kimsenin ihtiyacını giderir. Kim bir müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah da ona karşılık kıyamet gününün sıkıntılarından bir sıkıntıyı ondan uzaklaştırır. Kim bir müslümanın ayıbını örterse Allah o kimsenin kıyamet gününde ayıbını örter.„
(Buhârî, Mezâlim, 3, İkrâh, 7; Müslim, Birr, 58; Ebû Davûd, Edeb, 38; Tirmizî, Hudûd, 3.)
Ebû Bekre Nüfey` İbni Hâris es-Sekafî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“İki müslüman birbirine kılıç çektiği zaman, öldüren de, ölen de cehennemdedir.”
Bunun üzerine ben dedim ki:
-Yâ Rasûlallah! Bu kâtil; (dolayısıyla onun durumu belli. Peki) şu öldürenin durumu niye öyle? Rasûlullah (s.a.s.):
- “Çünkü o, şüphesiz arkadaşını öldürmeye karşı çok hırslı idi” buyurdu.
(Buhârî, Îmân, 22, Diyât, 2, Fiten, 10; Müslim, Kasâme, 33, Fiten, 14, 15; Ebû Dâvûd, Fiten, 5; Nesâî, Tahrîm, 29, Kasâme, 7; İbni Mâce, Fiten, 11.)
Yine bir hadîs-i şerifte Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah’a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın.”
(Müslim, İmâre, 46; Nesâî, Bey’at, 25; İbn Mâce, Fiten, 9.)
Esasında kâmil mü’minin en alt seviyeli olanı, dili ve eli ile kimseye zarar vermeyenler. Orta seviyeli olanı hem kötülük etmeyen hem de dili ve eli ile iyilik eden ve faydalı olandır. En üst seviyeli olanı ise kötülük etmeyen, dili ve eli ile iyilik eden, faydalı olan ve kötülük edene bile iyilik edendir.
Emîn Müslüman, hayırlı olan ve şerrinden de emin olunan kimsedir.
Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Sizin hayırlınız, hayrı umulan ve şerrinden de emin olunanınız; şerliniz, hayrı umulmayan ve şerrinden de emin olunmayanınızdır.”
(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerhu’l-Câmiı’s-Sağîr, III, 499.)
Bir insan düşünün ki kendisinden hep hayır görülmüş ki hayır bekleniyor, şerlilik yapmamış ki şerrinden emin olunuyor. İşte hayırlılardan oluşan huzur toplumunun şifresi!..