Dünyada ve âhirette Allah için olan İslam kardeşliğinin gereği, sıkıntılarını kendi sıkıntımız saymak, hakta ve hayırda yardımlaşarak dayanışmaktır.

1. İslâm’ın kardeş dediğini kardeş bilmek

2. İslâm’ın kardeşliğe verdiği değere değer vermek

3. İslâm kardeşliğini bozan şeylerden son derece sakınmak

4. İslâm kardeşliğini devam ettiren sebeplere ve vesilelere tutunmak

Dünyada ve âhirette en çok muhtaç olduğumuz şey, Allah için olan İslam kardeşliğidir. Kardeşliğin gereği; kardeşlerimizi kendimize tercih etmek, kardeşlerimizin sıkıntılarını kendi sıkıntımız saymak, hakta ve hayırda yardımlaşmak, birlik olmak, dayanışmaktır.

1. İslâm’ın kardeş dediğini kardeş bilmek.

a) Allah Teâlâ’nın, müminleri kardeş ilan etmiş olduğunu bilmek.

“Müminler ancak kardeştirler.”

(Hucurât sûresi, 49/10)

Müminler, bizim din kardeşlerimizdir ki bu hükmü Allah koymuştur. Kardeşlik yapmayı Allah Teâlâ emretmiştir.

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hiyânet etmez, yalan söylemez ve yardımı terketmez. Her müslümanın, diğer müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. (Kalbini göstererek) Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter.”

(Tirmizî, Birr, 18.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) Vedâ haccı esnasında, Kurban Bayramı günü, Mina’da bütün hacılara îrâd ettiği hutbesinin bir bölümünde şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz ki, sizin kanlarınız, mallarınız, ırz ve namusunuz, şeref ve haysiyetiniz, şu gününüzün, şu beldenizin ve şu ayınızın haram olduğu gibi, birbirinize haram kılınmıştır. Rabbinize kavuşacaksınız ve O size amellerinizi soracak. Sakın benden sonra birbirinizin boynunu vurarak kâfirlere dönmeyiniz.”

(Buhârî, Hac, 132; Müslim, Kasâme, 29.)

Kardeşlere karşı kardeşlik hukuku geçerlidir. Bu hukuku Allah koymuştur.

Hiçbir haklılık, kardeşlik hukukunu bozmaya yetmez.

Kardeşliği bozmak ancak şeytanı razı eder, Allah’ı kızdırır, şeytan ve adamlarının işine yarar.

b) Mümini, fâsık da olsa kâmil de olsa yine mümin bilmek.

Mümin, Allah Teâlâ’ya, Hz. Muhammed’e ve Hz. Muhammed’in getirdiğini kalbiyle tasdik edip diliyle de ikrar edene denir.

Eğer sadece tasdik edip ikrar ediyor da tatbik etmiyorsa itaatten çıkan mümin manasına mümin-i fâsık denir.

Eğer kalbiyle tasdik, diliyle ikrar ediyor ve bedenen de tatbik ediyorsa işte bu kimseye mümin-i kâmil denir.

Mümin-i fâsık da mümin-i kâmil de mümin olduklarından dolayı bizim kardeşimizdir; kanı, malı, ırz ve namusu, şeref ve haysiyetine dokunulamaz.

2. İslâm’ın kardeşliğe verdiği değere değer vermek

a) Müslüman kardeşi sevmenin, imanın tadını almanın sebebi olması

Müslümanları birbirine kenetleyen manevî bağın temeli imandır. İmanın tadını almanın şartlarından birisi de birbirlerini Allah için sevmeleridir.

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Üç özellik vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse, imanın tadını tadar: Allah’ı ve Rasûlünü (bu ikisinden başka) herkesten fazla sevmek, sevdiği kimseyi Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmak gibi kerih görmek”

(Buhârî, Îmân, 9, 14, İkrâh, 1, Edeb, 42; Müslim, Îmân, 67; Tirmizî, Îmân, 10.)

b) Müslüman kardeşin Allah için olan dostluğunun kıyâmet gününde fayda vermesi

Sırf Allah için olan dünyadaki İslâm kardeşliği kıyâmet günü mümine fayda verecektir.

Bu durumu şu âyet-i kerîme ortaya koymaktadır:

“Muttakiler dışında dünyadaki bütün dostlar, o gün birbirine düşmandır.”

(Zuhruf sûresi, 43/67)

“Dost edinin, onlar sizin için dünya ve âhiret sermayesidir.”

Hz. Ali (r.a.)

“Ömrüm boyunca oruç tutsam, hiç uyumadan geceyi ibâdetle geçirsem, malımı parça parça Allah yolunda infak etsem ve bu hal üzere ölsem, fakat gönlümde Allah’a itaat edenlere karşı bir sevgi, isyan eden (kâfir)lere karşı da bir nefret duygusu olmasa, bütün bu yaptıklarımdan bir fayda göremem.”

Abdullah b. Ömer (r. anhümâ)

c) İmanın kemale ermesinin, kardeşin kardeşi sevmesiyle olması

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Sizden biriniz kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.”

(Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72; Tirmizî, Kıyâmet, 59; Nesâî, Îmân, 19, 33.)

Bu hadîs-i şerîf, bize huzurlu ve birbirini seven bir toplum oluşturmanın temel şartının, kendisi için sevdiği ve istediği bir şeyi mümin kardeşleri için de sevmesi ve istemesi olduğunu ortaya koymaktadır.

Mü’minleri sevmek iddiadır, ispat ister. Mü’minleri sevmenin ispatı, fedakârlık etmektir.

d) Cennete doğrudan girmenin şartlarından birinin, birbirimizi sevmek ve merhamet olması

Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”

(Müslim, Îmân, 93; Ebû Dâvûd, Edeb, 131; Tirmizî, İsti‘zân, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 6, Edeb, 11.)

Birbirlerini sevenler, birbirlerine daima selam vererek selamet dilerler, varlıklarını birbirlerine feda ederler, birlik içinde güçlü olurlar ve tüm bunlar Allah’ın onları sevmelerine sebep olur.

İyâz b. Himâr (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’ı şöyle buyururken dinledim, dedi:

“Cennetlikler üç gruptur. Bunlar: Âdil ve başarılı devlet başkanı, yakınlarına ve müslümanlara karşı merhametli ve yufka yürekli olan kişi, ailesi kalabalık olduğu halde haram kazançtan sakınıp kimseden bir şey istemeyen adamdır.”

(Müslim, Cennet, 63.)

Mü’minler birbirlerine merhamet edince Allah da onlara merhamet eder. Allah’ın merhamet etmesi, merhamet ettiği mü'mini daimi rahmet yeri olan cennete koymasıdır.

3. İslâm kardeşliğini bozan şeylerden son derece sakınmak

İslâm kardeşliğini zayıflatan ve zamanla birbirinden uzaklaştıran; münakaşa etmek, gıybet, sû-i zan, yalan ve iftira etmek gibi yasaklardan sakınmak gerekir.

Münakaşa haklı da olsa kalpleri birbirine karşı soğutmakta, ayrılıklara sebep olmaktadır.

Cahillerin çoğunluğu, konuşulması gereken konuları normal konuşamazlar ancak kavga ederler. Ehl-i insaf ve ilim ehli ise münakaşa değil ilmî müzakerede bulunurlar.

Ebû Ümâme el-Bâhilî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Haklı dahi olsa münakaşayı terk eden kimseye cennetin kenarında bir köşk verileceğine ben (şefaatçi olarak) kefilim, şaka da olsa yalanı terk edene cennetin ortasında bir köşk verileceğine ben (şefaatçi olarak) kefilim, ahlâkı güzel olan kimseye de cennetin en yüksek yerinde bir köşk (şefaatçi olarak) verileceğine ben kefilim.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 8; Tirmizî, Birr, 58; İbn Mâce, Mukaddime, 7.)

Tartışmada kazanan yoktur, hep kaybeden vardır. Kendimizi, birbirimizi, cemaatimizi, huzurumuzu, birliğimizi ve gücümüzü kaybetmemek için tartışmayı bırakmak gerekir.

“Bir tartışmada, mutlaka son sözü söylemek istiyorsanız, siz haklısınız demeye çalışınız.”

Faray Worldoen

“Uzun zaman devam eden bir anlaşmazlık, her iki tarafın da haksız olduğunu gösterir.”

Voltaire

Gıybet, ölmüş kardeşin etini yemek gibi haramdır. İslâm toplumunu oluşturan fertlerin kaynaşmalarına engel olan, belki dağılmalarına sebep olan yanlışların başında birbirlerinin gıybetini yapmış olmaları gelir.

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın. Sizden biriniz ölmüş kardeşinizin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah tövbeyi kabul edendir, Rahîm/merhamet edendir.”

(Hucurât sûresi 49/12)

Allah Teâlâ gıybeti, ölü etini yemek gibi günah, zararlı, tiksindirici olarak belirtmiştir.

Ölü etinden ancak canavar olan hayvan yer. İşte Müslüman olan kimse de gıybeti canavarlık saymalı, canavarlıktan nasıl sakınmak gerekiyorsa gıybetten de öylece sakınmalıdır. Bunun çaresi Allah korkusudur ki âyette “Allah’tan korkun!” diye buyurmuştur.

Allah’ı tanıyan, Allah’ın kendisini görüp gözettiğini, her sözünü işittiğini kabul eden ve âhirette de hesaba çekileceğine inanan, Allah’a karşı saygılı olur ve gıybeti de terk eder.

Gıybet etmek haram olduğu gibi dinlemek de haramdır. Gıybet edilmesini sağlayan dinlenilmesidir.

Gıybeti dinlemeyi eğer terk eder, gıybet edenin gıybet etmesine ve söylediğine karşı çıkılırsa gıybet azalır ve yok olur.

Müslümana gereken, gıybet etmediği gibi gıybet edene karşı gıybet edileni savunmaktır.

İşte bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Kim (din) kardeşinin ırzını (namus ve şerefini) gıybet edene karşı savunursa, Allah da kıyâmet günü o kimseyi cehennemden korur”

(Tirmizî, Birr, 20.)

Suizan bir çeşit yalandır. Zan hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.”

(Hucurât sûresi 49/12)

Müslümanın herhangi bir konuda herhangi bir kimse hakkında delil olmadan hüküm vermesi doğru değildir.

Delil olmadan hükmederse zan ile hükmetmiş olur ki işte bunu Allah Teâlâ yasaklamaktadır. Zira bunların çoğunda hata eder.

Zandan sakınılmasının bir sebebi de netice itibariyle yalan olmasıdır ki işte bunu da Hz. Peygamber (s.a.s.) şu hadîs-i şerîflerinde yasaklamıştır:

“Zandan sakının. Çünkü zan sözlerin en yalan olanıdır.”

(Buhârî, Vesâyâ, 8, Nikâh, 45, Ferâiz, 2, Edeb, 57, 58; Müslim, Birr, 28; Tirmizî, Birr, 56.)

Zan, hakikati ifade etmez. Hakikati ifade etmeyince onunla hükmedilmez. O ancak yanlış olur, yalan olur.

Bir kimse "Allah’ın uyarısına ve Hz. Peygamber’in yasaklamasına önem veriyorum" diyorsa delil olmadan hiçbir kimse hakkında hüküm veremez. Delil, o anlayışı veya davranışı kesin olarak Allah ve Rasûlünün yasaklamış olmasıdır.

Allah Teâlâ kâfirleri kınama sadedinde şöyle buyurmuştur:

“Onlar ancak zanna ve nefislerin arzu ettiği şeylere uyarlar.”

(Necm sûresi 53/23)

Âyet-i kerîmelerde ve hadîs-i şerîflerde kınanan ve yasaklanan zan, sû-i zanla ilgilidir.

Müslümanlarla ilgili daima hüsnüzan etmelidir. Güvenmek ayrı bir konu, herhangi bir insana delil olmadan suizan etmek ayrı bir konudur.

Onunla iş yapmak, dayanışma içine girebilmek, ona idare işini havale etmek ve ona bir sırrı emanet etmek v.s. gibi konularda elbette hemen hüsnüzan etmek de yanlış, hemen ona suizan etmek de yanlıştır.

Allah’tan korkan kimse, Allah’ın kendisi ile daima beraber olduğuna ve her şeyini takip edip denetlediğine inanır, yalan söylemez ve iftira etmez.

Doğruluğundan emin olmadığı hiçbir sözü, haberi, hükmü söylemez.

Yalan, Müslümanın özelliği değil, münafığın özelliğidir.

Yalandan sakınmak demek bir bakıma münâfıklıktan sakınmak demektir. Zaten bir kalbe Allah korkusu yerleşirse dil ancak doğru ve gerekli olan sözü söyleyebilir. Zira dilin kilidi kalptedir.

Âhirette hesaba çekileceğine gerçekten inanan diline sahip olur.

Şu âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“İnsan hiçbir söz söylemez ki yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın.”

(Kaf sûresi 50/18)

Münâfıklık alâmetlerinden birisi de yalancılıktır.

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kimse tam münâfık olur. Kimde bu huylardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar o kişide münâfıklıktan bir özellik bulunmuş olur: Kendisine bir şey emânet edildiğinde ona ihanet eder, konuştuğunda yalan söyler, söz verince sözünden cayar ve düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.”

(Buhârî, Îmân, 24, Mezâlim,17, Cizye, 17; Müslim, Îmân, 106; Ebû Dâvûd, Sünnet, 15; Tirmizî, Îmân, 14; Nesâî, Îmân, 20.)

İftira, bir insana yapmadığı bir şeyi yaptı demesi, söylemediği bir şeyi söyledi demesi veya kendisinin yaptığı ve kendisinin söylediği bir şeyi bir başkasının üzerine atarak yaptı veya söyledi demesidir. Bu insana yapılan bir eziyettir, Allah Teâlâ’nın şu yasağını çiğnemektir:

“Kim kasıtlı veya kasıtsız bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, muhakkak ki, büyük bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş olur.

(Nisâ sûresi 4/112)

“Mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler, şüphesiz bir iftira ve apaçık bir günah yüklenmişlerdir.”

(Ahzâb sûresi 33/58)

Bir kimseye iftira atınca, iftira atılanın üzerindeki çamurun çıkması hayli güç olmaktadır. O çamur insanda olduğu müddetçe o insan ondan dolayı eziyet görür. O eziyet gördükçe de iftira atan kimsenin günahı devam eder.

İftira vasıtası bu asırda daha geniş ve daha yaygındır. Helalleşmeyi ancak o vasıtalarla o kadar kişiye doğrusunun ulaşması şartına bağlayabilir.

Mü’min onu bunu kötülememeli ve lanetlememelidir. Zira bunlar mü’mine yakışmaz.

İbn-i Mes'ûd (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Mü’min; insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz söyleyen ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.”

(Tirmizî, Birr, 48; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 405, 416.)

4. İslâm kardeşliğini devam ettiren sebeplere ve vesilelere tutunmak

a) Birbirimize güleryüzlü olmak

Ebû Cürey Câbir b. Süleym (r.a.), Hz. Peygamber (s.a.s.)’den nasihat isteyince şöyle buyurmuştur:

“– Hiç kimseye sövme” buyurdu. Ben de ondan sonra ne hür ne köle hiçbir kimseye, ne deve ne koyun hiçbir hayvana sövmedim. Sonra tavsiyesine şöyle devam etti:

“Hiçbir iyiliği küçük görme; kardeşinle güler yüzlü bir vaziyette konuş; çünkü bu da bir iyiliktir.”

(Ebû Dâvud, Libâs, 24; Tirmizî, İsti’zân, 27.)

“Din kardeşini güleryüzle karşılamaktan ibaret bile olsa hiçbir iyiliği küçümseme!”

(Müslim, Birr, 144; Tirmizî, Et’ıme, 30, Birr, 45; Ebû Dâvûd, Libâs, 24.)

Hz. Peygamber aleyhisselam şu hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur:

“Din kardeşinin yüzüne gülümsemen sadakadır.”

(Tirmizî, Birr, 36.)

“Her ma’rûf sadakadır, din kardeşini güleryüzle karşılaman da ma’rûftandır.”

(Tirmizî, Birr, 45.)

b) Kardeşler arasını bulup barıştırmak

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Mü’minler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allaha karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız.”

(Hucurât sûresi 49/10.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) şu iki hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:

“Her Pazartesi ve Perşembe günü ameller Allah’a arz olunur. Din kardeşi ile arasında düşmanlık bulunan kişi dışında Allah’a şirk koşmayan her kula günahları bağışlanır. (Meleklere) siz şu iki kişiyi birbiriyle barışıncaya kadar tehir edin, buyurulur.”

(Müslim, Birr, 36; Ebû Dâvûd, Edeb,55.)

“Kim, din kardeşini bir yıl terk edip küserse, bu onun kanını dökmek gibidir.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 55.)

Hz. Peygamber bir gün sahabeye: “- Oruç, namaz ve sadakadan daha üstün olan bir şeyi haber vereyim mi?” buyurdu. Sahabe evet haber ver dediler. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İki kişinin arasını bulmaktır. İki kişinin arasının bozuk olması (dini kökünden) kazır.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 58; Tirmizî, Kıyâmet, 57, H. No: 2511.)

c) Birbirimizi Allah için ziyaret etmek

Muaz b. Cebel (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.)’i şöyle buyururken işittim diyor:

“Allah Teâlâ buyuruyor ki, ‘sırf benim rızam için birbirini seven, benim rızam için bir arada oturan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için birbirlerine varlıklarını adayanlar, benim sevgimi hak ederler.’”

(Muvatta, Şa’r, 16.)

Başka bir hadiste de ziyaret âdâbını şöyle buyurarak öğretiyor:

“Arasıra ziyaret et ki sevgi artsın!..”

(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV, 62.)

Başka bir hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:

“Allah için ziyaret et! Zira kim Allah için (bir kardeşini) ziyaret ederse yetmiş bin melek ona (yerine dönünceye kadar ikram ve değer vermek için) eşlik ederler.”

(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV, 63.)

Ziyaretle ilgili belli âdâba uymak gereklidir: İzin, gidiş, eve giriş, evde oturuş, giyilen elbise, konuşma vs.

d) Birbirimizin hatalarını bağışlamak

İnsanın hata edebileceği gerçeği herkes için geçerlidir. Sadece bizim için değil, karşıdaki insanlar için de geçerlidir.

Suç işleyen insan, affedilmeye layık olmasa bile kişi kendisini affetmeye layık görmeli de affetmelidir. Af hem insanın kendisini hem de karşıdakini kazandırır. Af, suçu ve suçluyu artırmadıkça tercih edilen bir değerdir.

Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:

“Rabbiniz tarafından bir mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve muttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun! O muttakîler ki bollukta da darlıkta da Allah yolunda harcarlar, kızdıklarında öfkelerini yutar, insanların kusurlarını affederler. Allah da böyle iyi davrananları sever.”

(Âl-i Imrân sûresi 3/133-134)

Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled’e, “Size kötülük ediyorlar sen iyilik ediyorsun, sana zulmediyorlar sen affediyorsun, senden alakayı kesiyorlar sen ise onlardan alakayı hiç kesmiyorsun, neden böyle yapıyorsun?” diye sorduklarında onlara:

“Benimle onlar arasında fark olmasın mı?” diye cevap veriyor.

İnsanı yanlışlığa ve kötülüğe iten, kişinin nefsidir. Ancak o kimseye, "nefsine sahip ol" denir. Şu da bir gerçektir ki, o kardeşe nefsinden dolayı kızmayıp affetmeliyiz.

Kötülüğü iyilik yok eder. Kötülüğü iyilikle yok etmenin çaresi hakkında Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Ne (her) iyilik, ne de (her) kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.”

(Fussılet sûresi 41/33-36.)

Dünyada öfkesini yutana, Allah Teâlâ’nın âhirette vereceği lütfu açıklama sadedinde Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Her kim, yerine getirmeye gücü yettiği halde öfkesini yenerse kıyamet günü bütün mahlukâtın önünde Allah onu çağıracak nihayette onu cennet hurilerinden dilediğini almakta muhayyer kılacaktır.”

(Tirmizî, Birr, 74.)

e) Büyüklerimize hürmet ve küçüklere merhamet

Bu konuda şu üç hadîste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Küçüklerimize merhamet etmeyen ve büyüklerimizin hakkını bilmeyen bizden değildir.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 66; Tirmizî, Birr, 15.)

“Saçı sakalı ağarmış Müslümana, aşırı gitmeyip ahkâmıyla amel etmekten kaçınmayan Kur’ân hâfızına ve âdil devlet başkanına saygı göstermek, Allah Teâlâ’ya duyulan saygıdandır.”

(Ebû Dâvûd, Edeb, 23.)

“Bir genç, yaşından dolayı bir ihtiyara ikram (ve hürmet) ederse Allah da o kimseye onun yaşına geldiğinde ikram (ve hürmet) edecek kimseyi (halk ve) takdir eder.”

(Tirmizî, Birr, 75.)

f) Kimseye eziyet etmemek, eziyetlere tahammül etmek, elin ve dilin eziyetlerinden sakınmak

Ebû Mûsâ (r.a.) şöyle demiştir:

Ey Allah’ın Rasûlü! Müslümanların hangisi en üstündür? diye sordum. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Dilinden ve elinden Müslümanların emniyette olduğu kimsedir” diye cevap verdi.

(Buhârî, Îmân, 4, 5, Rikâk, 26; Müslim, Îmân, 64, 65; Ebû Dâvûd, Cihâd, 2; Tirmizî, Kıyâmet, 52.)

Başka bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Dilini tutan kurtuldu.”

(Tirmizî, Kıyâmet, 50.)

Demek ki dilini koruyan, dinini koruyan demektir.