Haberin Kapısı
2024-08-27 18:04:48

İYİ ADAM

İbrahim Cücük

27 Ağustos 2024, 18:04

1. İlim kaynağı sahih olan

2. Niyeti doğru olan

3. İmanı ve tercihi doğru olan

4. İyi adamları tanıyan ve tanıtan

5. Hayatın bütün yönlerinde İslâmî kimliğine göre hareket eden

6. Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu ön kabulle kabullenen ve olanlara rıza gösteren

7. Kaybedince üzülmeyen, elindeki ile de şımarmayan.

8. Mutluluğu almada değil vermede arayan, Âhiretteki ebedî mutluluğu da dünya ve dünyalık şeyleri feda etmede arayan kimsedir.

Derdimiz; iyi adam olmak, iyi adam kalmak, iyi adamlarla beraber olmak, en iyi adamları baş edinmek, iyi adamlığı hâkim kılmak ve kötü adamlığı mahkûm kılmaya çalışmaktır.

1. İyi adam, ilim kaynağı sahih olan adamdır.

Davranışın kaynağı, anlayış; anlayışın kaynağı da bilgidir.

Bilgi doğru olursa, anlayış doğru olur; bilgi yanlışsa, anlayış da yanlış olur. Yanlış anlayış, yanlış davranışa sevkeder.

Kur'ân-ı Kerîm, İsrail oğullarının yanlış davranışlarına sebep olan yanlış anlayışından bahsederken şöyle buyurmaktadır:

"Bu, onların: ‘Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir’ demelerindendir. Uydurup durdukları şeyler, onları dinlerinde yanıltmıştır.”

(Âl-i Imrân sûresi (3), 24.)

Böylece onlar, ‘Bize ateş sadece sayılı birkaç gün değecektir’ diye iddia etmişler, uydurdukları bâtıl inançlar, onların zamanla itikatlarına ihanet etmelerine yol açmıştır.

Doğru bilgi, doğrunun bilgisidir. En doğru bilgi, en doğrunun bilgisidir. En doğru bilgi, Allah Teâlâ ve öğretip eğittiği Rasûlünün bilgisidir. İşte bundan dolayı Allah Teâlâ şöyle bildirmiştir:

“Doğruyu getiren ve onu tasdik edenler, işte onlar muttakî/yanlıştan korunanlardır.”

(Zümer sûresi 39/33)

Bu âyette geçen doğrudan kasıt, Kur'ân-ı Kerîmdir; doğruyu getiren, Hz. Muhammed (s.a.s.); o doğruyu tasdik edenler, mü’minlerdir.

Âyette geçen, vikâye kökünden gelen muttakî, kendisini küfür ve şirkten, büyük-küçük günahlardan, şüphelilerden ve gafletten koruyan demektir. Bütün bunların hepsini kapsayan "yanlıştan koruyan" diye mana verdik.

İnsan, kendisini yanlışlardan ancak doğru bilgi ile korur ki o doğru bilgi de Allah’ın bilgisi, vahiydir. Vahyin iki kaynağı, Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerdir.

Doğru bilgiden doğru düşünceler, doğru hareketler ve özellikle de doğru ölçüler hâsıl olur.

Doğru düşünce, doğru harekete sevkeder.

Doğru hareket, doğru eserleri vücuda getirir.

Evet, ölçüyü kavrayan daima gelişir; ölçüyü kavramayan da daima değişir. Şu da bir gerçektir ki yanılanın ölçüsü yanılır, yanılmayanın ölçüsü yanılmaz.

Yanılmayan, ancak Allah Teâlâ ve Allah’ın yanılgıdan koruduğu Hz. Peygamber (s.a.s.) yani Kitap ve Sünnet’tir.

“Doğruluğun bilgisine sahip olmayana diğer bütün bilgiler zarar verir.”

Birigitte

2. Niyeti doğru olan

İnsanın niyeti, hedefidir. Hedefi ise insanın değerini ve tercihini ortaya koyar.

Mü’min insanın hedefi, insandan da insana hizmet eden dünyadan ve hatta mü’min için yaratılan cennetten de üstün olmalıdır.

Mü’minin nihâî hedefi, Allah Teâlâ ve rızası, rıza evi olan cennettir. İşte bundan dolayı gerçek mü’min, sadece Allah’a kul olur, kullara kulluk etmez.

Niyetin üstünlüğü, insanın üstünlüğüne işarettir. Niyet, üstün olunca, insanı da zamanla niyetine göre üstün hale getirmektedir. İşte bundan dolayı sahih, üstün ve değerli niyet etmek ve bu sahih, üstün ve değerli niyetin gerçekleşmesine çalışmak gerekir.

“İnsanın değeri aradığı şeydir.”

Mevlana

“Daima iyi niyet sahibi olunuz. Çünkü niyete riya karışmaz.”

İkrime (r.a.)

“Ahlâkın ana temeli iyi niyettir ki o da tabiatı gereği yalnızca doğruya yönelik olabilir.”

Goethe

Amellerin, bütün faaliyetlerin değeri, kişinin niyetine, hedefine ve aradığı şeylerine göredir.

İnsanın hedefi, ulvî olursa, insan da o oranda ulvîleşir. Hedefi üstün olursa, üstün gayret eder ve hatta gücünün sonuna kadar çaba gösterir ve güzel metot takip eder.

3. İmanı ve tercihi doğru olan

Bilgi ve niyet doğru olunca, imanı ve tercihi de doğru olur. Bilgisi yanlış olursa, imanı da tercihi de yanlış olur. Çünkü insan, bilgisine göre inanır.

İman da bir bakıma tercihtir. Zira mü’min kişi, küfrü değil islamı, şirki değil tevhîdi tercih eden, Allah’a isyanı değil itâati tercih eden, nefsini ve hevasını değil Allah’ı yegâne ilah kabul eden, dünyayı değil âhireti gaye edinen, aklı tabi, vahyi metbu ve kaynak kabul eden kişidir.

4. İyi adamları tanıyan ve tanıtan adam

Büyükleri izlemeyen, büyük adam olamaz. Örnekleri örnek almayan, örnek olamaz. Büyük sıfatlar, büyüklerin sıfatlarıdır. Büyük adam, iyi adamdır. Büyük bilinen adam, iyi adam değilse büyük adam değildir. Çünkü büyük adam, bilgi kaynağı sağlam, niyet ve hedefi sahîh, imanı sağlam ve tercihi isabetli adamdır.

Gerçek büyük adam, masum olan peygamberleri ve peygamberleri izleyen sıddıkları, şehidleri ve sâlihleri izleyen adamdır.

Peygamberler mutlak liderdirler. Peygamberlerin dışındakiler mutlak lider değil mukayyed yani peygamberleri izledikleri müddetçe liderdirler.

Allah Teâlâ, insanlığın hatalardan korunmasını temin için hatalardan koruduğu peygamberleri insanlığın önüne dikmiştir.

Peygamberlerin en önemli iki özelliği, davalarında ve şahsiyetlerinde açıklarının olmamasıdır.

Peygamberleri izleyenler, peygamberleri izledikleri müddetçe hatadan korunmuş olurlar. Peygamberleri izleyebilmek için doğru bilgi, sağlam iman, salim kalp ve iyi niyet, terbiye olmuş nefis lazımdır. Bunlardan birisi bulunmasa eksik olur; ne kadar tam olsa o kadar izlemede başarı olur. Bunlar içerisinde en zor olanı ve belki en kıymetlisi terbiye olmuş nefistir. Diğerleri buna nispetle kolaydır.

Batı dünyasında Müslüman olan ilim adamların birçoğu, İslam büyüklerini tetkik sonrasında Müslüman olmuşlardır. Bu da gösteriyor ki İslam’ın büyüklüğü büyüklerde görülmektedir.

İslam büyüklerini öğrenmek, bir bakıma İslam’ın büyüklüğünü öğrenmek demektir. İslam büyüklerinin dışındaki büyük bilinenler eksik ve kusurlu büyüklerdir.

Bilmek bir emir, bildirmek diğer bir emirdir; iyi adamları tanımak bir farz, iyi adamları tanıtmak diğer bir farzdır.

Tanımış olduğu halde tanıtmamak, güneşi gördüğü halde başkalarının güneşi görmelerine engel olmak gibidir. Bu ise geçici olarak güneşin önüne gelen bulut gibi daha sonra bulutlar dağılmaktadır.

Batıda güneş az görülür. Zira bulutlar çok kesiftir ve uzun sürelidir. Gerçekler de batıda kasden gizlenmekte ama gerçeklerin gizlenmesi devam etmez.

İslam’ı tanıtmak için İslam büyüklerini tanıtmak gerekir. Elbette tanıtmak ancak tanımakla mümkün olur. Tanıtıldıkça tanıma da artar.

Büyükleri tanıma ve tanıtma olunca, büyüklere ilgi de artar. Çünkü bilgiden ilgi, ilgiden sevgi, sevgiden amel doğar.

5. Hayatın bütün yönlerinde İslâmî kimliğine göre hareket eden

Gerçek mü’min kişinin, içi başka dışı başka olamaz. İmanı ayrı ameli ayrı olamaz. İmanı, ameline yön verir. Gerçek mü’min, ne itikaden ne de amelen münafıklara benzemez.

Gerçek akıllı kişi, nefsini, aklına; aklını da imanına tabi kılan kişidir. İman, Kur'ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerdeki gerçekleri tasdik etmektir. Tatbik de işte bu tasdike göredir. Yani tatbikini tasdiki yani imanı belirler.

Âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Erkek veya kadın, mü’min olarak kim sâlih amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayatla yaşatırız ve mükâfatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.”

(Nahl sûresi (16), 97.)

İman olmayınca amelin bir değeri yoktur. Münafıkların amellerinin hiçbir değerinin olmadığı gibi. Amel de sâlih olması gerekir. Çünkü amel, sâlih olmazsa bir değeri yoktur. Salih amel, imana uygun amel, ihlâslı ve Sünnet’e uygun amel demektir. İman uygun demek, tasdike uygun tatbik demektir; ihlâslı amel, sırf Allah için yapılan amel demektir; Sünnete uygun amel de Allah’ın razı olduğu zat olan Hz. Peygamber’in sünnetine yani sözleri, fiilleri ve tasviplerine uygun olan amel demektir.

Şu hadîs-i şerîf bütün bu manaları en güzel özetleyen ve en güzel şekilde ifade etmektedir:

“İmanın tadını, Rabb olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, peygamber olarak da Muhammed’e razı olan tatmıştır.”

(Müslim, Îmân, 56; Ahmed bin Hanbel, Müsned, I, 208.)

Bir şeye razı olmak, “ona kanaat ettim; onunla iktifa ederek başkasını istemedim” manasına gelir. Bu manaya göre hadîs-i şerîfin manası şöyle olur:

“Allah’tan başka ilah aramayan İslâm yolundan başka bir yola girmeyip yalnız Muhammed (s.a.s.)’in şeriatına uygun olan yolu tutan kimsenin kalbinde imanın hâlis lezzeti yer eder ve onun tadını duyar.”

Kadi Iyâz’a göre hadisin manası:

“Böyle bir kimsenin imanı sahih, nefsi mutmain, içi rahat olur” demektir. Çünkü onun mezkur/belirtilen şeylere razı olması, onlar hakkındaki bilgisinin sâbit, basiretinin nâfiz ve kalbinin mutmain olduğuna delildir. Zira bir kimse bir şeye razı olursa o iş ona kolay ve lezzetli gelir. Kalbine, iman girmiş bulunan mü’min de öyledir. Allah’a ibadetlerini yapmak ona kolay ve lezzetli gelir.

(Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 239-240.)

6. Hayatın sürprizlerle dolu olduğunu ön kabulle kabullenen ve olanlara rıza gösteren

Dünya imtihan yeridir. Mü’min genişlik, zenginlik, bolluk, rahatlık ve sağlık olursa şükreder; darlık, fakirlik, hastalık olursa sabreder.

Şükür; a) Bütün nimetlerin ve başarı nimetinin de gerçek sahibinin Allah olduğuna itikad etmek kalbin şükrü; b) Bütün bunları Allah’a nisbet etmek demek olan elhamdülillah demek dilin şükrü; c) İbadet ve itaat demek olan Allah’a kulluk etmek de bedenin şükrüdür.

Sabır; a) Allah’ın emirlerini tutmada sabır, sebat manasına; b) Nehiylerinden sakınmada, cenneti kazanmaya engel olan dünyaya tenezzül etmemede sabır, iffet manasına; c) Bela ve musîtlere sabır ise rıza manasınadır.

İşte bu manada Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle imtihan ederiz, sabredenleri (Allah’ın bela hükmüne rıza gösterenleri) müjdele.”

(Bakara sûresi (2), 155.)

Kâmil ve akıllı mü’min, kaybedince sabreder; elindekine şükreder.

Âyet-i kerîmede bu durum şöyle bildirilmiştir:

“İster yeryüzünde ister nefislerinizde meydana gelen her bir musibet, mutlaka Bizim onu yaratmamızdan önce o, Kitap’ta (yazılmış)tır. Şüphesiz ki bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah, böbürlenip kibirlenen kimseleri sevmez.”

(Hadîd sûresi (57), 22-23.)

“Ne varlığa sevinirim

Ne yokluğa yerinirim

Seninle avunurum

Bana Seni gerek Seni”

Yunus Emre

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Kuvvetli mü’min, Allah’a zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimli/daha makbuldür. Ama her birinde de hayır vardır. Sana fayda veren şeye çaba göster; Allah’tan da yardım dile ve âciz olma! Başına bir şey gelirse; keşke/eğer şöyle yapsaydım şöyle olurdu deme! Fakat (bu) Allah’ın kaderidir. O dilediği şeyi yaptı (veya yapar) de! Çünkü eğer (kelimesi) şeytanın amelini açar.”

(Müslim, Kader, 34; İbn Mâce, Mukaddime, 10, Zühd, 14; Ahmed, II, 366, 370.)

Dünya ile ilgili "keşke" demek doğru değil, ama âhiretle ilgili "keşke" demek caizdir. Mesela, "Keşke şu kadar hayır yapsaydım" demek caizdir.

Dünya ile ilgili keşke dersek, şeytanın kadere çatmamız için iğva vermesine kapı açmış oluruz. Dünya ile ilgili kendi şahsi işimize ait arzu ettiğimiz bir sonuç olunca sevinmek caiz, ama olmayınca sevinmek daha güzeldir. Olmayınca, ileride bir görüyoruz ki “İyi ki o işim olmamıştır” diye seviniyoruz. Çünkü olmayınca ayrıca imtihandan da kurtulma söz konusudur.

Diğer bir hadîs-i şerîfte şöyle geçmiştir:

“Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat etmesini bilen kurtulmuştur.”

(Müslim, Zekât, 125; Tirmizî, Zühd, 35.)

Bu hadîs-i şerîfteki “Müslüman olan”dan kasıt, Allah’ın hükmüne, kaderine teslim olan kimsedir.

Yeterli geçim gerçekten rahatlıktır. Çünkü kişiyi çok da meşgul ediyor, yok da meşgul ediyor.

Teslimiyet, kalbin rızkı; yeterli geçim bedenin rızkı; kanaat ise gönlün rızkıdır.

İyi adam, elinde olan mal veya makam, sağlık veya rahatlığın insanda dâimî olmadığını bilen ve idrak eden; bütün bunların elinden her an çıkabileceğini düşünen; çıkınca da kendisini kaybetmeyen kimsedir.

Körfez şeyhlerinden bir melik bu son on beş sene içinde bir saray yaptırmış, sarayın girişine şunu yazdırmış: “Saltanat devam etseydi sana sıra gelmezdi.”

Dünya fani olduğundan, sıkıntı da rahatlık da, fakirlik de zenginlik de, mal da makam da fanidir. Ne üzülmeye ne de sevinmeye değer.

Kişi, cehenneme girdikten sonra dünyadaki zevk u safânın ne değeri var; cennete girdikten sonra dünyada çekilen sıkıntıların ne önemi var ki!...

8. Mutluluğu almada değil vermede arayan, âhiretteki ebedî mutluluğu da dünya ve dünyalık şeyleri feda etmede arayan

Allah Teâlâ ne kadar merhametli! İnsanlığa, sonluyu verip sonsuzu kazanma, faniyi verip bâkîyi alma imkânı sunmuştur.

Bu imkân, vermekledir; almakla değil!

Bâkîyi kazanmak, fânîyi vermekledir.

Dünyalık şeyleri alan, faniyi almış olmaktadır. Ama veren, faniyi verip bâkîyi almaktadır.

Vermekle almanın farkı şudur:

Fânîyi alan, peşin alışveriş yapmaktadır. Zira aldığına bu dünyada kavuşmaktadır. Ama aldığı şey elinden çıkacak olandır. Veren ise veresiye alışveriş yapmaktadır. Zira peşin olan sonluyu verip veresiye olan sonsuzu almaktadır. Biraz sabır… Daha sonra ebedî mutluluk… Ne güzel alışveriştir bu!

“Fânîyi verip bâkîyi almak, kırık çömlek parçasını verip hazine almaya benzer.”

İmam-ı Rabbânî (k.s.)

Bir âyet-i kerîmede çok merhametli Rabbimiz ne güzel buyurmuştur:

“Allah’ın sana verdiği ile âhiret yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma! Allah sana ihsân/iyilik ettiği gibi sen de ihsân/iyilik et. Yeryüzünde fesat arama. Çünkü Allah fesatçıları sevmez.”

(Kasas sûresi (28), 77.)

Akıllı mü’min, dünyaya ve âhirete, en doğru ve en isabetli bilen Allah Teâlâ’nın projektörü ile bakar ve şu ayet-i kerimede belirtildiği gibi daima şöyle dua eder:

“Kimisi de ‘Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ver, âhirette de bir güzellik ver ve bizi o ateş azabından koru’ der. İşte bunlar, kazandıklarına karşılık (mutluluktan) nasip alacak olanlardır. Allah hesabı çok çabuk görendir.”

(Bakara sûresi (2), 201-202.)

Vahiy gözlüğü ile bakan akıllı mü’min hem dünyaya hem âhirete önem verir. Fakat dünyaya gaye değil, vasıta gözüyle bakar. Ahirete ise gaye gözü ile bakar. Dünyayı kazanır, âhireti kazanmak için. Bakar ki dünya ölümlü ve herkes ölmektedir. Demek ki dünya kalınacak yer değil geçilecek yerdir. Mü’min, sonluya değil sonsuza bakar. Sonluyu kazanır, sonsuzu kazanmak için.

Dünyaya sermaye gözü ile bakar, âhirete ise kâr gözü ile bakar. İşte bu açıdan baktığımız zaman dünya sermaye, cennet kârdır. Sermaye olmadan kâr olmaz. Öyleyse dünya, cenneti kazandırdığı için cennetten kıymetli olmaktadır.

Mümin, bütün hayata ve hayattaki muamelelerine bu perspektiften bakar.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.