Kazancımızdan kaybettiğimizi yeniden kazanabiliriz ama bu satırları okurken geçirdiğimiz vakitten bir saniyeyi geri alamayız.
En değerli sermayemizin vakit olduğunu hatırdan çıkarmayalım.
Bugün Cuma. Bir karar verelim ve Rabbimize layık bir kul olabilmek için önce bildiğimizle amel edelim.
Dairede arkadaşlarımızdan İhlas/Kul hü süresini bilmeyene öğretelim.
Bismillahirrahmanirrrahim demesini bilmeyen insanımız var.
Bir tek insana İhlas süresini ezberletmek, günün konusu olan tartışmalarla saatlerce vakit kurşunlamaktan, kapı komşunu, arkadaşını kırmaktan iyidir.
İlk, orta, liselerde din dersi hocalarımız, imam-hatip okullarında, ilahiyat fakültelerinde, Kur’an kurslarında, medreselerde, din eğitimi devam ederken biz de boş durmayalım.
Kur’an-ı Kerim okumasını bilmiyorsak, bugün Cuma namazından sonra namaz kıldığınız caminin hocasıyla başlayıverin ve bugün Elif-Ba’dan beş harfi ezberleyiverin, bir hafta sonra hecelemeye başlarsınız.
“Ben okumasını biliyorum” diyenler manasını öğrenmeye başlayıversin.
Yaşınızı ileri sürmeyin; “daha gencim veya yaşlandım kafam almıyor” demeyin.
Kur’an’ımız, bizim bu dünyada Müslümanca yaşayabilmek ve ahirette cennete kavuşabilmek için navigasyonumuz/kılavuz kitabımızdır.
Bildiğimizi amele/eyleme dönüştürürken her gün dinimizle ilgili yeni şeyleri yine yaşamak için öğrenelim.
Size iki örnek sunmak isterim:
Deniz kenarındaki bir tatil köyünde, camilerde dahi küçük çocukların Kur’an okunmasının yasak olduğu günlerde, cami avlusunda küçük çocukların oyun oynadığını gören elli yaşlarındaki bir bürokratımız, hemen harekete geçer ve caminin kapısına kadar gelir içerdeki görevliyi çağırtır.
Hemen ceketinin düğmelerini ilikleyerek gelen müezzin “Buyurun efendim “der.
Burnundan kıl aldırmayan, çatık kaşlı, asık suratlı, hazinenin arpalığından tatil yapan bu bürokratımız: “Sen mi okutuyorsun bu çocukları?” diye sorar.
Müezzin: “Şu içerde görünen beğ, imama yardım ediyor efendim”
Bürokrat: “Çağır onu buraya.”
Müezzin içeri girer ve hemen geri gelir “O buraya gelsin diyor efendim”
Bürokrat: “O kim oluyor da beni ayağına çağırıyor?”
Müezzin: “O, eski bir asker efendim.”
Bürokrat, ceketinin düğmesini ilikler, boğazını temizler, ayakkabısını çıkarır ve ders okutan beyefendinin yanına varır ve “Sizi tebrik ve teşekkür etmek istemiştim. Başarılar dilerim” der. Talat Aydemir olayında askerden atılan 1449 kişiden biri olan bu değerli insanla ben 1981 yılında tanıştım.
O yıl Kur’an okumaya başlayan bu beyefendi, şimdi Kur’an-ı Kerim’deki her sürenin ve her ayetin nerede, nasıl, niçin indiğini, hangi sahabeyi ilgilendirdiğini, o sahabenin soy kütüğünü, Kur’an’daki her kelimenin Kur’an’da kaç defa geçtiğini ve nerelerde hangi manaya geldiğini ezbere bilir.
Çocuğunu cami derslerine göndermek istemeyenleri anlayışla karşılayıp onlara özel ders veriyor.
İmamlarla birlikte Kur’an’ı baştan sona her kelimenin sarf, nahv (Dilbilgisi yönünü) ve lügatini inceleyerek bir ders yapıyorlar.
Yakın ilçenin imamlarına Arapça ders veriyor. İki yıllık ilâhiyat öğrencilerinin Arapçalarını takviye ediyor.
Haftada 24 derse katılan bu yiğit adam, biraz rahatsızlandığı için haftalık dersi on altı saate indirmiş.
Aynı şehirde mangalda kül bırakmayan biri de 1981 yılında bana “Hocam bu ülkenin hali ne olacak?” diye sormuş ardından da “Emrine hazırım” demişti. Ben de ona: “Kur’an okumasını öğren” demiştim.
Yıllar sonra aynı adam yine “Hocam, bu ülkenin hali ne olacak” diye sordu ve laf etmekten zaman bulamadığı için Kur’an okumasını da öğrenemedi.
Bu zeki, çalışkan, gayretli, boşa vakit harcamayan değerli ilim adamına “Bunu nasıl başardın?” dediğimde “Önce Allah’a, sonra askeri lise ve Ankara Harp Okulu’nda edindiğim bilgiye ve disipline borçluyum” dedi.
“Vakit, Nakittir” diyen atalarımızın sözüne uyalım ve ömrümüzün her saniyesini bize ömür verenin yolunda tüketmeye çalışalım.