Duyu organlarımızın beş olduğunu biliyoruz. Osmanlıcası “havassı namse” denir. İki kelimesi de Arapçadır ve Farsça cümle yapısıyla verilir, manası “beş duyu”. Kulağımız, gözümüz, burnumuz, dilimiz ve elimiz.
Duyma, görme, koklama, tatma ve dokunma yoluyla içimize gelen bilgiler, sekiz milyar insanın içine göre anlam kazanır.
Bütün siyasilerin, siyaset bilimcilerin, insanlığın geleceği konusunda kafa yoran bilim merkezlerinin, ortak kanaati, bütün insanlığın ortak duygu ve düşüncelerde, asgari müştereklerinin olmasını isterler.
İnsanın saçından ayak tırnağına kadar kontrolü elinde tutan beynin bir olduğu,
Küçücük olduğu ve bedene yük olmadığı,
Bedeni yönetirken bütün organların bundan keyif aldığı gibi,
İnsanlığın yönetiminde de böyle bir merkez ama kimseye yük olmadan, her bir insana hizmeti götürürken herkesin memnun olacağı ve keyif alacağı bir yönetim için lazım olan ortak duyguyu meydana getirmek gerekir.
Hisli bir gönül, beyin ve organlara sahip olmak için bütün maddi ve manevi duygularımızı Yaradan’ın koyduğu kurallara göre onları beslemek ve çalıştırmak gerekir.
Herhangi birimiz, “duygusuz, hissiz, vurdumduymaz, kılı kıpırdamaz” gibi terimlerle tanıtılmaya kalkılsak bundan rahatsız oluruz ve bizim de hissimizin, heyecanımızın, duygularımızın olduğunu söyleyerek kendimizi savunuruz.
Kulluk duygusuyla Allah’a ibadet ettiğimiz,
Aşk duygusuyla eşimizi sevdiğimizi,
Milli duygularla üzerinde secde ettiğimiz vatanımızı sevdiğimizi,
Kardeşlik duygusuyla kan ve din kardeşlerimize elimizi uzattığımızı,
Asil ve ince duygularla insani ilişkilerimize zarafet kazandırdığımızı,
Şefkat duygularıyla çocuklarımızı okşadığımızı, Acıma duygusuyla yardımlaşma kurumlarını kurduğumuzu,
Sıcak duygularla dost sohbetleri yaptığımızı, Annelik duygusuyla gönlümüzü dile getirip ninniler söylediğimizi,
Hüzünlü duygularla “mersiye”ler, ağıtlar yazıp acıları hafifletirken, gelecek nesilleri uyardığımızı,
Hayranlık duygusuyla peygamberleri, âlimleri, kahramanları, sanatkârları kendimize örnek edinip geçmişi geleceğe taşıdığımızı biliyor ve o duyguyu bize lütfeden Allah’a hamd ediyoruz.
Anne sütünü biberona sağsalar ve çocuğa verseler, kimyagere göre gerekli vitaminler verilmiştir ama pedagoglara göre duygu gıdası eksiktir.
Hastaya vurulan iğneyi beyaz önlüklü doktorun vurması ile iğne vurmayı öğrenmiş bir celladın vurması arasında kimyagere göre hiçbir fark yoktur.
Suratı sirke satan bal satıcısı ile, yüzü güllü, dili ballı bir sirke satıcısının hikâyesinde sirkenin baldan daha fazla satıldığını çünkü sirke satanın yüzünün güllü, dilinin ballı olması nedeniyle müşteri çektiğini anlatır.
Bizim yüzümüz, duygularımızın resmi, dilimiz de o duyguların tercümanıdır.
Ulvi/yüce ve manevi duygularla uzmanlık alanımızda becerimizi, sanatımızı, siyasetimizi yüceltmeye çalışırken marazi/hastalıklı duygulardan da sakınalım.
Sorumluluk duygusu olmasaydı, cumhurbaşkanları, bakanlar, komutanlar, müdürler, şefler, çobanlar, kadınlar, erkekler, öğretmenler, öğrenciler, doktorlar, hemşireler vs. nasıl hizmet edeceklerdi?
“Oğullarım, gidiniz ve Yusuf’la kardeşini (kardeşlik duygusuyla) araştırınız. Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah’ın rahmetinden ümidi ancak kâfir topluluklar keser.” (Yusuf Süresi, ayet 12/87)
Kaybolmuş çocuğu ararken ücretli arayıcıların arayışı ile annenin, babanın, kardeşlerin, akrabaların arayışı arasında fark vardır.
Bütün insanları Hazreti Adem’den kardeş bilin, bütün Müslümanları hem hazreti Adem’den, hem İslam dininden kardeş bilelim ve bu dünya gemisinde yolunu kaybedenlere, deniz feneri gibi iman nuru yaymaya devam edelim.