Gerçek Müslümanda letâfet, yumuşaklık ve ihsân, yerine göre tecelli eder. Bu özellikler kişiyi hem Allah’a hem topluma sevdirir. Dolayısıyla İslâm sevdirilmiş olur.
Gerçek Müslümanda letâfet, yumuşaklık ve ihsân (sağlam yapmak), yerine göre tecelli eder.
Bu özellikler kişiyi hem Allah’a hem topluma sevdirir. Dolayısıyla İslâm sevdirilmiş olur.
Bu üç konudaki deliller şunlardır:
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي اْلأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللهِ، إِنَّ اللهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ.
“Allah’ın rahmeti sayesinde onlara yumuşak davrandın. Eğer sen kaba, katı yürekli olsaydın hiç şüphesiz etrafından dağılırlardı. Artık sen onları bağışla, Allah’tan da onların günahlarının mağfiret edilmesini iste! İş hususunda onlarla istişâre et! Bir kere de azmettin mi artık Allah’a güvenip dayan. Çünkü Allah, kendisine güvenip dayanan (tevekkül eden)leri sever.”
(Âl-i Imrân sûresi (3), 159.)
Bu âyet rehberin, liderin, başkanın, idarecinin dikkat edeceği, yapacağı ve öncelikle de bilmesi gereken gerçekler üzerinde durmaktadır.
Burada işin temelinin yumuşak davranmak olduğu, bunun ancak Allah’ın rahmetinin sonucu olduğu bildirilmiştir. Şüphesiz her şeyin; kâinattaki her şeyin, herkesin yaptığının da yaratanı Allah Teâlâ’dır. İşte yumuşaklık da Allah Teâlâ’dandır ve O’nun lütfudur. Öyleyse bunu da O’ndan isteyelim, her şeyi O’ndan istediğimiz gibi. Ancak biz de bunu elde etmeye çalışalım.
İyi davranmakla elde edilen şey; dâimî, geçerli ve fıtrata uygun olandır. Kötü davranmakla da her zaman sonuç elde edilememekte, edilse bile geçici ve tutarsız olmakta, fıtrata ve Allah’ın rızasına aykırı olmaktadır. Tarih bunun açık şahididir.
Bir davanın neticeye ulaşması, davaya sahip çıkacak insanların kalplerini kazanmakla mümkündür. Kalpleri kazanmak da liderin, mürşidin, rehberin ve tebliğcinin kaba ve katı olmayıp yumuşak davranmasıyla mümkün olur. Zira iyiliğin yaptığını kötülük yapamaz, akıllılığın yaptığını akılsızlığın yapamadığı gibi.
İnsanın bulunduğu yerde hata, yanlışlık ve noksanlık olur. Büyüğe düşen kendisine karşı yapılan hataları affetmektir. Af olursa hem affedilen hem de affeden kazanır. Yapılan yanlışı doğruya çevirmek, noksanı da tamamlamak, yine büyüğe düşen bir görevdir.
Rehbere gereken, idaresi altındakilerin hem dünyalarından hem âhiretlerinden kendisini sorumlu bilmektir.
Hem kendisine karşı yapılan yanlışlıklar hem de Allah’a karşı yapılan günahlar için Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Artık sen onları affet, Allah’tan da onların günahlarının mağfiret edilmesini iste!...”
(Âl-i Imrân sûresi (3), 159.)
Yöneticiye, yönetim ahlâkının gereği olarak istişâre etmesi de emredilmiştir. Çünkü istişâre fikir alış verişidir.
Fikirlerini sormak onlara değer vermektir. Değer vermek ise onların katılımını sağlar. Katılımın temin edilmesi, işlerin taksim yoluyla hafiflemesini, Allah’ın yardımını ve zaferini sağlar.
İstişâre, hakkında nas bulunmayan her konuda yapılabilir. İstişâre neticesinde lider, çoğunluğa mı yoksa azınlığa mı uyacak, yoksa kendi fikrini mi uygulayacaktır?
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in uygulamalarından anlaşılan şudur: Hz. Peygamber bazen fikir sormuş, sonunda kendi düşüncesine göre hareket etmiştir. Bazen de çoğunluğun görüşüne uymuştur. Bazen de fikir sormuş çoğunluğa göre değil azınlığın görüşüne göre hareket etmiştir.. Uygun olan, duruma göre uygulamaktır.
İstişare sonunda yapılacak işe azmetmek gerekiyor ki, bu emredilmiştir. Azimden sonra da hemen Allah’a tevekkül/dayanma emredilmiştir. Zira her başarıyı yaratan Allah’tır.
Allah Teâlâ kendisine tevekkül edip dayananı sever, sevdiği kişiye yardım eder, onu hedefine ulaştırır.
Bununla birlikte, Allah’a dayanmak sebepleri terk etmek değildir. Tevekkül, sebeplerle Allah’a dayanmaktır. Sebeplere sarılmak, fakat sebeplere takılıp kalmamak, sebeplerin değil Allah’ın yaratıcı olduğunu bilip O’na inanmak, O’na güvenmek ve O’na tevekkül etmek...