Herkes sevilmeye layık değildir. Kişinin sevdiği kimse kendisine fedakârlık edilmeye değmeli, aynı imana sahip olmalıdır. Âhirette beraber olacağımız kimseleri sevmeliyiz. 

Enes b. Mâlik (r.a.) şöyle anlatıyor: 
Ben bir defa ben ve Rasûlullah (s.a.s.) mescidden çıkıyorduk. Bize mescidin eşiğinde bir adam rastladı. Adam:
-Yâ Rasûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
“Sen onun için ne hazırladın?” dedi. Galiba adam tevazu gösterdi. 
Yâ Rasûlallah! Ben onun için çok namaz, oruç ve sadaka hazırlamadım. Fakat ben Allah’ı ve Rasûlünü severim, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“O halde sen sevdiklerinle berabersin!” buyurdu.
(Müslim, Birr, 164; Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 6, Edeb, 95-96; Dârimî, Rikâk, 71.)

Yine Abdullah b. Mes’ûd (r.a.) anlatıyor: Bir adam Rasûlullah (s.a.s.)’a gelerek:
-Ey Allah’ın Rasûlü! Bir topluluğu seven fakat onların işlediği amelleri işlemeyen bir insan hakkında ne buyurursunuz? dedi. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.”
(Buhârî, Edeb, 96; Müslim, Birr, 165; Tirmizî, Zühd, 50, Deavât, 98; Dârimî, Rikâk, 71.)

Enes demiş ki: İslâm’dan sonra artık Hz. Peygamber (s.a.s.)’in: “O halde sen sevdiklerinle berabersin!” sözünden daha çok hiçbir şeye sevinmedik. 

Enes şöyle demiş: İşte ben de Allah ve Rasûlünü, Ebû Bekir’le Ömer’i seviyorum! Onların amelleri gibi amel etmediysem de onlarla beraber olmayı ümid ediyorum.

Burada önemli olan, aynı İslâm imanına sahip olup o iman üzerine ölmek, onlarla beraber olma niyetindeki samimiyet ve onları şanlarına layık sevgi ile sevmektir.

Seven sevdiklerinin yolunda olur, onlar gibi amel edemese bile, onların ardındaki topluluğun en arkasında bile olsa, onlarla birlikte cennete girecek ve cennette beraber olacaktır. 

Bir âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle bir müjde vermiştir:
“İman edenlerin, soyları da iman ile kendilerine uyanların, biz evlatlarını da kendilerine kattık (katarız); amellerinden de bir şey eksiltmeyiz. Çünkü her kişi kendi kazandıkları karşılığında bir rehinedir.”
(Tûr sûresi 52/21.)

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İman edenlerin, soyları da iman ile kendilerine uyanların, Biz evlatlarını da kendilerine kattık (katarız); amellerinden de bir şey eksiltmeyiz. Çünkü her kişi kendi kazandıkları karşılığında bir rehinedir.”
(Tûr sûresi 52/21.)
Buna göre mânâ şöyle olur: O kimseler ki iman etmişler, zürriyetleri de iman ederek onların ardından gitmiştir. İşte biz onların zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır. Yani zürriyetleri amel bakımından atalarından daha aşağı derecede olmakla beraber iman ederek onlara tâbi olmaları sebebiyle cennette atalarının derecelerine çıkarılarak yanlarında bulundurulurlar. Böylece onların zevk ve sevinçleri tamamlanmış olur. “Bununla beraber kendilerine amellerinden hiçbir şey eksiltmemişizdir.” Yani zürriyetlerini kendilerine katmaktan dolayı yaptıkları amellerin sevaplarından onlara bir şey eksik verilmiş değildir. “Herkes kazancına bağlıdır.” Yani rehin gibi bağlıdır. Kazanç, yani çalışma veya çalışılan iş, sanki bir borç ve insan o borca Allah yanında bir rehin gibidir. Kurtuluşu ona bağlıdır. Eğer güzel çalışır ve kazanırsa borcunu öder. Çünkü Allah, iyi işleri kabul eder. Şayet çalışmaz ya da kötü işler yaparsa o zaman kendisini kurtaramaz. Zira temiz ve güzel olmayan şeyler Allah Teâlâ'ya yükselemez. "Güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir." (Fâtır, 35/10) âyeti de bu anlamı ifade etmektedir.
Bundan dolayıdır ki ileride "Her can, kazandığı ile (Allah katında) rehin alınmıştır, yalnız sağın adamları (kitapları sağdan verilenler) hariç." (Müddessir, 74/38-39) âyetleri gelecektir. Yani kitapları sağ taraflarından verilenlerin dışındakiler kendilerini, o bağlantıdan (rehin olmaktan) kurtaramazlar. Onun için yalancılar yalanlarına bağlı kalarak cehennemde kıvranırlarken, muttakiler Allah'ın yardımı ile kurtulup cennetlerde nimetler içinde yaşayacaklar ve Allah’’ın lütfuna mazhar olmak suretiyle zürriyetlerinin yükselmesine de sebep olacaklardır. Bu cümlenin zikredilmesi, zürriyetler açısından da önemlidir. Yani zürriyetlerin kurtuluşu ve atalarının derecelerine yükselişleri, kendilerinin hiç katkıları olmaksızın sırf babalarının kazançlarıyla değildir. Kendilerinin iman ederek onlara uymaları ve izlerinden gitmeleri kurtuluşlarının asıl sebebidir. Ataları fiilen sebep oldukları için evlatlarını cennette yanlarında görmekten mutlu olacaklar, evlatları da iman ile onlara tâbi oldukları için kendilerini kurtarmış ve Allah'ın lütuf ve kereminden babaları gibi istifade etmiş olacaklardır. Demek ki evlatlar kendi fiilleri olmaksızın sırf babalarının ve dedelerinin yaptıklarıyla kendilerini kurtaramazlar. Ancak imanlı olarak çalıştıkları takdirde atalarının feyzinden de faydalanarak daha kolay bir şekilde yükselebilirler. İşte Allah Teâlâ, müminlerin evlatlarını atalarına uymak suretiyle yükselmeğe sevk ederken, soy şerefine güvenerek tembellik etmemeleri için "Herkes kendi kazandığına bağlıdır." buyurmaktadır. Şu halde bu âyette, "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm, 53/39) âyetinin anlamını ortadan kaldıran bir mânâ bulunduğunu zannetmek doğru değildir. Bilâkis "Herkes kendi kazandığına bağlıdır" âyeti anlamındadır.
(Yazır Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, VII, 274-275. Azim Dağıtım, Sadeleştirme, Heyet.)