Bütün peygamberlerin ortak sünneti olan sohbet, Hak ve hakikatten bahsedilen, insanları hayra yönlendiren ve şer olandan sakındıran konuşmaların yapıldığı dinî toplantılardır. Sözlükte, "kısa bir süre de olsa birlikte olmak" anlamına gelen sohbet kelimesi, "arkadaşlık edip ünsiyet kurmak, bedenle ya da gönülle uzun süre beraberlik hali, dini veya dünyevî konuların konuşulduğu toplantı" gibi manalarda kullanılır.
Hz. Peygamber, kendisine gelen ilâhî mesajları ve kendisinin bildirmek istediklerini sohbet yoluyla aktarmıştır. Ashâb-ı suffe, onun sohbetinin sürekli müdâvimleri idi. Hz. Peygamberin sohbet ortamı ve sohbet mekânı cennet bahçesi olarak kabul edilmiş, onu gören ve onun sohbetine katılanlara sahâbe veya ashâb denilmiştir. Ashab, ümmetin ilk ve efdal olan halkasıdır. Hz. Peygamberin yolunda yürüyen âlim ve sûfîler de ilim ve ahlak öğretimini sohbet halkalarıyla yapmışlardır. Bu yönüyle denilebilir ki, İslam ümmetinin inşa edilmesi ve mayalanması, Hz. Peygamberin ve onun vârisi âlim ve âriflerin sohbeti ile olmuştur.
İlk zâhidler ve sûfîler sohbet kültürün yaşamasına ve yaygınlaşmasına büyük katkı sağlamışlardır. İlim, irşad ve yaygın halk eğitiminde sohbet yoluyla olmuştur. Diğer yandan sohbet kültürü de tasavvufun kurumsallaşmasına katkı sağlamıştır. Tarikat şeyhleri müridlerinin terbiyesi ve seyr u sülûkunu tamamlamasında sohbeti bir araç olarak kullanmışlardır. Ayrıca bazı sûfîler şeyhlik yapmamış, yalnız yanına gelenlere sohbet ederek onlara nasihatlerde bulunmuşlardır. Bu tür sohbet yapanlara zaman içerisinde sohbet şeyhi ismi verilmiştir. Camilerde, dergâhlarda yahut evlerde yapılan sohbetler, diriltici bir nefes gibi görülmüştür. Zaman içerisinde birçok Müslüman devlet adamı gibi Osmanlı padişahlarının da “müsahip hocası” denilen sohbet şeyhleri olmuştur.
İnsan gönlü, sevdiği ile birlikte olmak ister. Ancak kolay şekilde de yanlış yollara kayabilir. Toplumda her türden insan vardır. Bazı insanların tenleri diridir ruhları ölü, bazılarının ise ruhları diridir tenleri ölü. Yalnız teni diri olanlar nefsinin mahkûmudur. Ruhu diri olanlar ise ölmeden önce ölmenin sırrına eren ve tenlerini canlarına binek kılanlardır. İnsanın iç dünyası da böyledir: Gönül bir şehir gibidir. Bu şehirde hem Rahmani hem de şeytânî yönler vardır. Can ve ruh Rahmani işret ve sohbeti sever. Ten ise dünyevî ve nefsânî işret ve sohbeti sever. İnsan hangi ortamda bulunursa o yönünü geliştirir. İşte bütün tarîkatlarda sohbetin erdirici bir usul olarak belirlenmesinin bir nedeni de budur. Sohbetlerle Allah’a kul, peygambere ümmet, ihvâna da layık bir hâldaş ve yoldaş olmak öğrenilir. Müridlerin gönül şehirlerine saf ve berrak sular akar. Sohbet, kişinin ahirette beraber haşrolmak istediği kişilerle beraber olma arzusudur. Bazı insanlar gıda, bazıları ilaç, bazıları ise hastalık gibi görülmüştür. Tasavvufî sohbet arkadaşları, insan için her zaman lazım olan gıda gibidir. İnsanı varoluş gayesinden uzaklaştıran arkadaş ve onlarla sohbet ise hastalık gibidir.
Sohbet birlikte olmak anlamına gelmektedir. Bu yönüyle sûfîler, sohbeti değişik kategorilere ayırmışlardır. Örneğin bir tasnife göre, cismânî, rûhânî ve ilâhî şeklinde üç tür sohbet vardır. Cismânî sohbet müridin şeyhi ile yüz yüze görüşerek sohbette bulunmasıdır. Ashâbın Hz. Peygamber ile sohbeti, Mevlânâ’nın Şems ile sohbeti yahut Ahmed Haznevî’nin şeyhi Hazret Muhammed Ziyâuddîn ile on dört yıl devam ettiği sohbeti cismânî sohbettir. Vefat etmiş olan yahut uzak mesafelerde bulunan bir şeyh ile yapılan sohbet, rûhânî sohbettir. Bu sohbet, fenâye ermiş ve cismin kesâfetinden kurtulmuş havas kişiler içindir. İlâhî sohbet ise vasıtasız olarak Hak’ın terbiyesine mazhar olmaktır ki bu durum ilâhî bir lütuftur. Başka bir tasnife göre ise insanın Allah ile sohbeti, Hz. Peygamber ile sohbeti, halk ile sohbeti, nefs ve şeytan ile sohbeti vardır. Buna göre Allah ile sohbet, Hak ile ünsiyet kurmak; halk ile sohbet insanlara karşı samimi olmak; nefs ile sohbet ona karşı muhalefet etmek; şeytan ile sohbet ise onun hilelerine karşı daime uyanık olmak ve onunla mücadele etmek olarak görülmüştür.
Sohbeti özü Allah sevgisidir. Gayesi Allah’ın rızasına nail olmaktır. Metodu ise sâdıklar ve sâlihlerle fiziken ve ruhen beraber olmaktır. İşte bu şekilde yalnız Allah için bir araya gelenlerin kıyamet gününde Allah’ın özel lütfuna nail olacakları Hz. Peygamberin bir hadisi ile(Buhârî, Hudûd, 19) müjdelendiği için, tasavvuf yolunun büyükleri bireysel olarak yapılan bazı ibadetlere sohbeti tercih etmişlerdir. Örneğin Cüneyd-i Bağdâdî sohbetin nafile olarak kılınan iki rekat namazdan efdal olduğunu dile getirmiştir. Fudayl b.İyaz da benzer şekilde şöyle der:
“İnsanın, yanında bulunanlarla tatlı tatlı sohbet etmesi, onlara güzel ahlak ile davranması, geceleri sabaha kadar ibadet ile gündüzleri hep oruçlu geçirmesinden hayırlıdır.”
Şehabeddin Sühreverdî ise; “Sohbet, insanın iç âleminin gözeneklerini açar. Sohbetle insan, hâdiselerin hakikatini kavrar.” buyurmaktadır.
Abdülkadir-i Geylanî hazretleri sohbetin mürid için faydasını şöyle dile getirir:
“Allah dostları ile sâlihlerle beraber ol. Onların sohbetlerinde bulun. Böylece Allah’ın onlara olan yardımı sayesinde sen de güçlenirsin. Sen de onların gözü ile görürsün. Allah da tıpkı onlarla övündüğü gibi seninle de övünür.”
Muhammed Ziyâuddin hazretleri sohbete çok önem verir, kendisi de her fırsatta etrafındakilere sohbet ederdi. Ona göre sohbet, Allah Tealâ’nın rahmetine, sâdât-ı kirâm’ın himmet ve bereketinden istifade etmeye vesiledir. Bu nedenle Hazret, büyüklere sohbet yaptığı gibi, fırsat buldukça yaşları küçük de olsa çocukları etrafına toplar ve onlara sohbet ederdi. Bu konuda zaman zaman kendisine şaşıranlar olur ve çocukların sohbetten anlamayacağını söylerlerdi. O da her defasında;
“Ben de biliyorum bir şey anlamazlar. Fakat benim gayem onların bir şey anlaması değildir. Sohbet meclisleri Allah’ın rahmetini çeker. Ben o rahmetin peşindeyim. Bu çocuklar bir vesile...” derdi. Onun bütün gayesi Hz. Peygamberin şu hadisine nail olmaktı:
“Bir topluluk Allah’ı zikretmek üzere bir araya gelirse, melekler onların etrafını kuşatır. Allah’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekînet iner ve Allahu Teâlâ onları yanında bulunanlar arasında zikreder.” Bir insan için Allah’ın anması kadar büyük lütuf olabilir mi? İşte sohbet bu lütfun vesilesidir.
Tasavvufî sohbetlerin zaman içerisinde bir usûl ve erkânı oluşmuştur. Buna göre sohbete yalnız Allah rızası için katılmak, şeyhi can kulağı ile dinlemek, müsaade edilmedikçe soru sormamak, itiraz etmemek ve tartışmaya girmemek, dile getirilen kusurları kendi nefsinde muhasebe etmek, edeble gelmek ve edeble ayrılmak bunlardan bazılarıdır. Hz. Mûsâ’nın Hızır’ın yanında soru sormamak şartıyla yola düşmesi bir sohbet olarak görülmüştür. Onun Hızır karşısındaki tavrı, irfan yolcularının sohbet adabının nasıl olması gerektiğinin örneği olarak kabul edilmiştir. Zira zahirî ilimlerde soru sorarak, manevî ilimlerde ve irfan kapısında sükut ve teslimiyet ile yol alınır. Sohbet, sadece söz ile olmayabilir. Bazen sükût edilerek, tefekkür ve murakabe halinde de sohbet yapılır. Bu sükut halinde, sözden daha etkili olan hâl transferi gerçekleşir. İşte bu nedenle Bâyezîd-i Bistâmî, “Bizim sükûtumuzdan faydalanamayanlar sözlerimizden hiçbir şey anlayamazlar” demiştir. Nice sessiz sohbetler vardır ki ciltler dolusu sözden daha tesirlidir. Ne mutlu nasiplenenlere... Abdulhakîm-i Arvâsî’nin sohbetlerine katılan Necip Fazıl Kısakürek birçok zaman kafasında onlarca soru ile şeyhinin huzuruna gittiğini ancak hiçbirini sormadan hepsinin cevabını alarak huzur içerisinde yanından ayrıldığını dile getirir. En bunalımlı zamanlarında yalnız onun yanında ve sohbetinde huzur ve sükûnet bulduğunu söyler.
Bahâuddîn Nakşibend hazretleri, sohbetin ve şeyhin müridin manevî gelişimdeki önemini ve rolünü şöyle dile getirir;
“Bizim sohbetimize gelenlerin bazısının gönlünde muhabbet tohumu vardır, ancak dünyevî alakalarının dikenleri arasında bu tohum gelişememiştir. Bu durumda bizim vazifemiz o dikenleri temizlemektir. Bazılarının gönlünde ise muhabbet tohumu yoktur. Bu durumda vazifemiz tohum oluşturmaktadır.”
İşte bu sohbetlerin ne denli tesirli olduğunu en bilenlerden biri Hz. Mevlânâ’dır. Hazreti Mevlânâ, Şemş’in Konya’ya gelerek gönlüne ilâhî aşk ateşinin tohumu attığı andan itibaren günlerini onun sohbetini dinleyerek geçirmeye başlamıştı. Büyük bir âlim olan Mevlânâ, şeyhinin huzurunda bulunmaktan ve sohbetinden öyle lezzet alır ki neredeyse gözü başka şey görmez hale gelmişti. Hatta bazı talebeleri Hz. Mevlânâ’nın kendilerini ihmâl ettiğini ve bütün ilgisini Şems’e gösterdiği söyleyerek üzülüyorlardı. Bazıları ise kıskançlık ve haset duymaya başlamışlardı. Nihayet bir gün Şems ansızın gitti. Hz. Mevlânâ, bu ayrılığa çok üzülmüştü. Aradan bir zaman geçti. Bir gün, bir şahıs gelerek ona Şems’in tekrar Konya’ya geldiğini söyledi. Mevlânâ çok sevindi ve üzerindeki cübbeyi çıkarıp haberi getiren kişiye hediye etti. Bu esnada bazı talebeleri haberin yalan olduğunu ve Şems’in gelmediği söylediler. Mevlânâ;
“Biliyorum, ama yalanı bile güzel. Yalanına cübbemi verdim, gerçek olsaydı canımı verirdim” der. İşte Mevlânâ gibi Hak âşıkları için Hak’tan konuşan ve Hakk’a götürenlerin varlığı ve sohbeti böyle kıymetlidir. Bulanlara ve kıymetini bilenlere her devirde bir Şems vardır.
Günümüz insanı sohbet kültürüne her zamankinden daha fazla muhtaç hale gelmiştir. Yalnız tüketen, harcayan ve “kullan at” hayat tarzını benimseyen insanlarının hırsları ve bencillikleri arttı, ilişkilerini menfaat üzerine kurulmaya başladı. İsteğinin değil ihtiyacının peşinde koşan ve kalbi kardeşini de düşünen ve gerekirse varının yarısını bölüp veren sahabenin ayak izinde yürümek için sohbete devam etmek gerekmektedir. Sözün rahmeti ve çayın harareti kardeşlerimizle aramızı daha da ısıtacaktır. Bizi çağımızın nice psikolojik hastalıklarından uzak tutan da sohbet değil midir?
Ey Tâlib!
Sohbet kalbe konuşmaktır. Gözünü kapa ve kalbinle dinle…
Sohbet safını belirlemektir.
Biliyorsun ki kişi sevdiği ile beraberdir ve beraber olacaktır.
Sohbetin, kiminle haşrolmak istiyorsan onlarla olsun.
Sohbeti yalnız söz sanma…
Sohbet, rahmet yağdıran bulutlar gibidir.