04.11.2015, 15:50

Okyanusun dibindeki kitap!

Okumak; küçücük bir tekneyle sığ sulardan yavaş yavaş ilerleyerek uçsuz bucaksız okyanuslara açılmaya benzer. Sahiller ne kadar ıssız, sessiz ve meltem rüzgârlarıyla hemhâlse, okyanuslar da o kadar ürperticidir. Bir taraftan derinliklerden aldığı güç ve atlaslar gibi serdiği dalgalarla teknenizin küreklerini okşarken, diğer taraftan benliğinizdeki korkuları alabora etmeye hazırdır her an.

Asıldığınız kürekler, her ne kadar ufukta gözüken gurûba yakınlaştırıyor hissi verse de, aslında yavaş yavaş büyüyen dalga yükseltileri, sizi kıvrım kıvrım içine çeker davetkârca. Çekilen her kürekte, dalgalar sanki bir nostaljiye dönüşür. Göz kapaklarınıza hükmetmekte güçlük çektiğinizi hissettiğinde, sizi donatmak için kâh bir kitaba, kâh bir kıraathaneye sürükler hayaller arasında. Ve her dalgada aralanan katreler, bir sinema perdesi gibi geçmişin izdüşümlerini yansıtır. Her yansıma bir film karesine, her kare kitap sayfalarındaki bilgiye, bilgi yoğrulup bilgeliğe dönüşür...

“İkra”nın derinliğinde geçirilen saatler

Mazinin derinliklerine yivlenen dalgalar; koltuğunuzun altındaki kitaplarla, ansızın bir “kıraathane”ye sürükleyiverir sizi. Bir tarafta gazetesinin satırları arasında gezinenleri, bir tarafta dergisini okuyanları, bir tarafta hararetli hararetli edebiyat üzerine konuşma yapanları ve bir tarafta da sizi dört gözle bekleyen entelektüelleri görürsünüz. Önce kahveler söylenir, ardından “ikra”nın derinliklerinde saatler saatleri kovalar. Sonrasında bir önceki günden daha kazançlı olarak evin yolu tutarsınız...

Ve günlerin günleri, yılların yılları kovaladığı bir günün sabahında tekrar “kıraathane”nize döndüğünüzde; ne gazetesinin gündemine gömülenler, ne dergilerin yapraklarını hışırdatanlar, ne hararetli edebiyat sohbetleri, ne de sizi bekleyen entelektüeller vardır. Bir kenara oturup, çevrenizdeki masalarda olup bitenlere anlam vermeye çalışırsınız...

Kitaplar raflardan inmiş, nadide tablolar tozlanmıştır. Sigara dumanının sis bulutuna dönüştüğü “kahvehane”de argo kelimeler havada uçuşmaktadır. Kimileri sigara paketleri üzerinde hükümet kurup hükümet devirirken, kimileri de dünyaya boş boş bakmaktadır. Her şey puslu gözükse de, seyrettiğiniz görüntüler gayet nettir. Okuyan ve düşünen bir nesil gitmiş, onların yerine okumadan da yaşanabileceğini ispatlamaya çalışan, düşünce fakiri, yarı sarhoş bir nesil gelmiştir.

Oturduğunuz sandalyeden aniden fırlayıp etraftakilere bir iki laf etmek istersiniz. Ama sizin için hüküm çoktan verilmiştir, çoktan... Birinin, kalkıp “sizin nesliniz artık ‘ütopya’ oldu” demesinden korkarsınız, bir türlü gerçekleri haykıramazsınız. Ve oracıkta “dönüştürülmüş” kalabalığın arasında yapayalnız kalırsınız. Yalnızlıksa, en büyük celladıdır insanın. Bir döneme aralanan kapının eşiğinde “cinnet yılları”nın başlangıcı, biraz ilerisinde de “esaretçiliğin” habis tohumcukları yeşermeye yüz tutmuştur artık...

Üretileni tüketmekten aciz nesiller

Dev dalgalar arasındaki aysbergin görünen yüzü, yanıltmaya o kadar da meyyaldir ki... Oysa görünmeyen tarafında sakladığı sürprizleri hep sona saklar. Sizi çaresiz hissettiği anda ise; adeta kedinin fare ile oynadığı gibi oynamaya başlar. Okyanusun ortasında o küçücük teknenizin kürekleriyle, bir dalgakıran oluşturmaktan başka da çareniz kalmamıştır. Henüz bir önceki şok dalgasını atlatamadan, bir başka dalgayla savrulursunuz aralanan girdaba...

Bu sefer de; yozlaşmış, üretileni tüketmekten aciz ve tâkâtsizliğin kol gezdiği bir kaosun içinde bulursunuz kendinizi. Belleğinizi şöyle bir yoklayıp, dönem dönem olan bitenleri anlamlandırmaya çalışırsınız...

* İslâm’dan önceki dönemde; (10. yüzyıla kadar) okumakla, ilimle, bilimle fazla aramızın olmadığını hatırlar; 11. yüzyılda yaşayan ünlü Endülüslü bilgin İbni Said’in, “Tabakatü’l- Ümem” adlı eserine düştüğü “Türkler, ilimle-bilimle uğraşmazlar” notuna sonuna kadar hak verirsiniz...

* İslâmiyet’i kabulden sonra; (10. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar) okuyan, düşünen, medreseleriyle, kütüphaneleriyle medeniyetlere yön veren bir kültürün hamisi olmaktan gurur duyarsınız...

* 17. yüzyıldan günümüze kadar olan dönemi irdeler; sürekli popüler kültürün etkisiyle; yavanlaşan, okumayan, düşünmeyen, bilgi üretmeyen cahil bir toplum haline gelmenin sancısını çekersiniz...

* 19. yüzyılın sonlarına kadar basılan 5 bin civarındaki kitabın kıymetini, sahaf zihniyetiyle önemser; devrin ünlü gazetecisi Ziyad Ebuzziya gibi bir kitaptan 500 adet basıldığında (1933) hayretlere gark olursunuz.

* “20. yüzyılda 35-45 bin kitap basıldı da ne oldu; ne okuyan, ne eleştiren, ne de hayret eden var...”, diye hislenirsiniz. Gözleriniz dolar, yüreğiniz burkulur, aymazlıkların fink attığı düşünceler girdabında öylece kalıverirsiniz...

Kitaplar “silahlarla” teşhir edilince...

Okyanusun derinliklerinden yüzeye doğru pervazlanan dalga darbeleri bizi korkuyla birlikte salıncak gibi ırgalar da, ya şu bizim her on yılda bir yaşadığımız darbeler!.. Onlar izi silinmeyen birer tokat gibi indi yüreğimize. Her inişte derin izler bıraktı, akılları dumura uğrattı. Yaşanan travmalarla serseri mayın gibi bir o tarafa, bir bu tarafa savrulduk; anlamsızca...

Modernizm; ana rahmine düşer gibi toplumlar üzerine düştüğünde, hem iktisadi, hem de ruhî açıdan “dönüştürdü” insanları. Her dalgalanmada toplum ve gençlik uzuvlarından bir şeyler kaybetti. Üniversiteler yozlaştı, ifade özgürlüğünün önüne tel örgüler gerildi. Okul kitaplıkları her “darbe”den sonra yara aldı. Öğrenciler, genç beyinler okumaktan uzaklaştırıldı. Hele gazete ve televizyonlarda el bombalarıyla, silahlarla birlikte teşhir edilir olunca; kitaplardan daha da korkuldu…

“Popüler kültür”ün esiri olduk!..

Bir taraftan özlediğimiz gurûba doğru binbir zorluklar içinde kürek çekerken, diğer taraftan hırçın dalgalarla savaşıyorduk. Ne olduysa o anda oldu. Sandalımızın baş köşesindeki kitabımız, okyanusun derinliklerine düşürüverdi... En büyük “silah”ımız yavaş yavaş okyanusun karanlık sularında kayboluverdi. Ve simsiyah bulutların arasından kopan fırtına, okyanusun üzerinde anafora dönüştü.

Kıvrıla kıvrıla bizi içine almaya çalışıyordu. Sanki bizde eksilen bir şeylerin farkına varmıştı. Her çırpınışta değişik feryatları fısıldıyordu kulağımıza. Neydi bu fısıltılarda feryatlaşan anaforun anlamı; bilemiyorduk, anlam veremiyorduk. Yoksa yavaş yavaş ölmek buna mı deniyordu?.. Çok geçmemiş, anaforun derinliğinde beliren sihirli aynada silüetler netleşmeye başlamıştı...

Kendi benliğimizi, kendi özümüzü kaybetmiş, “popüler kültür”ün esiri olmuştuk sanki. Öyle ki, beynimiz uyuşuyor, hücrelerimiz işlevsizleşiyordu. Kitapları atıyorduk vitrinlere birer süs aksesuarı olarak. Ve ardından beynimize iyice hükmedecek “kumanda”yı alıyorduk elimize.

TV’ye 6 saat, kitaba sadece 1 dakika

Günde 6 saat televizyon izliyor, 3 saat internette sörf yapıyor ve kitaba sadece 1 dakika ayırıyorduk. Özgürlüğe koşar gibi, esarete koşuyorduk, koşuyorduk, koşuyorduk!.. O kadar ki; televolelere, dizi filmlerine, pop star yarışma programlarına ayırdığımız zamanla dünya klasmanında 1. sıraya yükseliyorduk!

Dünya okuma klasmanında ise; İngiltere ve Fransa(yüzde 21), Japonya (yüzde 14), Amerika (yüzde 12), İspanya(9) ve Türkiye (yüzde, 0.1) ile 86. sıraya düşerek iyice dibe vuruyorduk. (Türkiye İstatistik Kurumu verileri)

“Dönüştürülme”nin rüzgârına kapılanlar okumuyor, öğretmen okumuyor, öğrenci okumuyor, halk okumuyordu artık. Okumaya ilgi duymayan bir eğitim camiası düşünün; öğretmeni okumayan bir toplumun öğrencisi okur mu? Cevap ortada. Böyle giderse, tehlike kapımızı çalmakla kalmayacak, kırıp-döküp yok edecek.

Manevi değerlerimiz yozlaştırıldı

Kitap okuma kültüründen yoksun gençlik, popüler kültürün uzantısı olan televizyon seyretme hastalığının birer nüvesi olarak önce “manevi değerlerde yozlaşma”nın kobayları oldular. Sonra uyuşturucu, kısa yoldan şöhret ve çalışmadan zengin olmayı denediler, olmadı. Olmayacaktı da... Çırpındıkça bir başka hastalık, bir başka felaket değişerek hep önlerine çıkacaktı. Ama kestiremediler...

Birkaç kuşak önceki ağabeylerinin ideolojik öğretileri okuyarak okullarda şiddete dönüştürme eylemleri vardı. Ama şimdiki gençliğin ne okumak gibi bir derdi var, ne de siyasi ideolojileri. Okumadılar ama hep uğraştılar... Ucube gayretlerinin sonucu da, para ve silahın verdiği güçle feodal bir zihniyete ulaştılar. Ve maganda kültürünün tam ortasında buldular kendilerini.

Okullar; beline silahı takan, eline bıçağı geçiren öğrencilerin estirdiği “hava atma”, “kız kapma” cinayetlerinin sergilendiği birer arenaya dönüştürüldü. Dersler bir kenara bırakılıp “şiddetin anatomisi” bütün çıplaklığıyla anlatılmaya başlandı.

Ve bir gün hiç sebep yokken, ne de tez ayrılmıştı arkadaşınız aranızdan. Dün okuldaydı ve hayalleri vardı, bugün ise musalla taşında. Ölenle ölünmüyordu da; yapılacak bir şeyler vardı belki de. O da, hayatın çekilmezliğini bir kenara bırakıp, kalkan cenazenin kendinizin cenaze töreni olduğunu düşünebilmekti. Yani tabutun içine kendinizi koyabilmekti. Musalla taşının üzerindeki arkadaşına “ne de tez ayrıldın aramızdan” diye gözyaşı döktüğünüz gibi, kendinize de ağlayabilmekti. Henüz hiçbir şey geç değilken ve hâlâ nefes alabiliyorken; yaşamanın kıymetini, çevrenizdekilerin kıymetini, sevmenin-sevilmenin kıymetini bilebilmekti. Yeniden doğmak ve hayata merhaba demek için.

Gençlik nereye koşuyor?!..

Gözyaşları arasında uğurladığımız hayatların yok olmasında, hepimizin bir şekilde suçluluk payı vardı. Ebeveynler suçlu, evrensel değerleri sahiplenmeyenler suçlu, okumayanlar suçlu, okutmayanlar suçlu, özgürlükleri hiçe sayanlar suçlu, yönetenler suçlu veshasıl toplum suçluydu. Bu “cinnet yılları”nı atlatabilmemiz için toplumun baştan aşağı pedagojik enformasyona tabi tutulmasından başka çare de kalmadı.

Gelin hep birlikte, ilimi, bilimi dışlayan “popüler kültür”den vazgeçelim. Bize hamasetten daha çok, kendi kültürünün hamisi gençlik lazım. Aydınlar, ebeveynler, öğretmenler, öğrenciler ve bu toprakların yüzyıllardır çilesini çekenler… Elele verelim ve derin bir nefes alarak, okyanusun dibine düşürdüğümüz kitabımızı tekrar su yüzüne çıkaralım. Yoksa o kitapla birlikte okyanus, bizi de dibindeki karanlıklara çekecek. Ve sahil-i selamete çıkmak hayal olacak.

Yorumlar (0)
15
açık
Namaz Vakti 30 Ekim 2024
İmsak 06:00
Güneş 07:26
Öğle 12:53
İkindi 15:42
Akşam 18:10
Yatsı 19:30
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 10 28
2. Samsunspor 10 22
3. Fenerbahçe 9 20
4. Beşiktaş 9 20
5. Eyüpspor 10 16
6. Göztepe 9 15
7. Başakşehir 9 15
8. Sivasspor 10 14
9. Trabzonspor 9 12
10. Kasımpasa 10 11
11. Konyaspor 10 11
12. Antalyaspor 10 11
13. Bodrumspor 10 10
14. Rizespor 9 10
15. Gaziantep FK 9 9
16. Alanyaspor 10 9
17. Kayserispor 9 8
18. Hatayspor 9 3
19. A.Demirspor 9 1
Takımlar O P
1. Erzurumspor 10 19
2. Kocaelispor 10 19
3. Karagümrük 10 18
4. Bandırmaspor 10 18
5. Ümraniye 10 17
6. Esenler Erokspor 10 16
7. Ankaragücü 10 16
8. Igdir FK 10 15
9. Boluspor 10 15
10. Manisa FK 10 14
11. Şanlıurfaspor 10 14
12. Keçiörengücü 10 14
13. Pendikspor 10 14
14. İstanbulspor 10 13
15. Amed Sportif 10 13
16. Ahlatçı Çorum FK 10 13
17. Gençlerbirliği 10 12
18. Sakaryaspor 10 10
19. Adanaspor 10 6
20. Yeni Malatyaspor 10 -3
Takımlar O P
1. M.City 9 23
2. Liverpool 9 22
3. Arsenal 9 18
4. Aston Villa 9 18
5. Chelsea 9 17
6. Brighton 9 16
7. Nottingham Forest 9 16
8. Tottenham 9 13
9. Brentford 9 13
10. Fulham 9 12
11. Bournemouth 9 12
12. Newcastle 9 12
13. West Ham United 9 11
14. M. United 9 11
15. Leicester City 9 9
16. Everton 9 9
17. Crystal Palace 9 6
18. Ipswich Town 9 4
19. Wolves 9 2
20. Southampton 9 1
Takımlar O P
1. Barcelona 11 30
2. Real Madrid 11 24
3. Villarreal 11 21
4. Atletico Madrid 11 20
5. Athletic Bilbao 11 18
6. Real Betis 11 18
7. Mallorca 11 18
8. Osasuna 11 18
9. Rayo Vallecano 11 16
10. Sevilla 11 15
11. Celta Vigo 11 13
12. Real Sociedad 11 12
13. Girona 11 12
14. Leganes 11 11
15. Getafe 11 10
16. Deportivo Alaves 11 10
17. Espanyol 11 10
18. Las Palmas 11 9
19. Real Valladolid 11 8
20. Valencia 11 7
Günün Karikatürü Tümü