Osmanlı Devleti medeniyet kurgusunu oluştururken,sosyal yaşamın yanırıra dini yapılarda da mimarî olarak hem gelenekçi hem de yenilikçi olmuştur.

(İLK SARAYDAN SON MÂBEDE - 1)

Yazımızın başında hemen belirtelim; Osmanlı Devleti mimarî olarak hem gelenekçi hem de yenilikçi bir anlayışla hareket etmiş. Medeniyet kurgusunu oluştururken sadece dinî yapılara bağlı kalmayıp, sosyal hayatı yaşatacak kurumlara da önem vermiş.

Diğer bir ifadeyle “Vakıf Medeniyeti”ni inşa ve ihya ederek özellikle cami formu içerisinde oluşturduğu türbe, medrese, kütüphâne, darrüşşifâ, imarethâne, çarşı, hamam, sebil ve çeşme, saat kulesi gibi yapılarla sadece İslâmlığın değil, insanlığın da hizmetkârlığını yapmış. Bu anlamda tarih boyunca bir çok uygarlığa başkentlik yapan İstanbul’da, ardında koskoca bir medeniyet ve en çok kültürel miras bırakan devlet Osmanlı olmuş.

Osmanlı’dan günümüze miras kalan önemli eserlerin başında hiç kuşkusuz ki saraylar ve camiler yer alıyor.

OSMANLI İLK SARAYINI BURSA’DA İNŞA ETTİ

Önce saraylara bir göz atalım...

Saray kelimesi Türkçede “büyük konak, hükümdarın ikametgâhı, hükümdarın sarayı, kasrı, köşkü” anlamında kullanılmış.

1326 yılında Osmanlılar tarafından fethinden sonra Bursa’nın en yüksek tepesindeki Tophane semtine Osman Gazi döneminden itibaren yöneticilerin ikamet ettiği ilk saray olan Bey Sarayı inşa edilmiş. Osmanlı Hanedanı’nın ilk sarayı olarak bilinen bu saraydan günümüze her hangi kalıntı ulaşmamış.

Daha sonra Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti olan Edirne’nin Tunca Nehri kenarında 1450’de Sultan İkinci Murad döneminde yapımına başlanan Edirne Sarayı ise, hükümdarın vefatı üzerine 1475 yılında oğlu Sultan İkinci Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) tarafından tamamlanmış. Yok olmaya yüz tutmuş ve harabe hâlde bulunan Edirne Sarayı, 2022’den beri Millî Saraylar Bilim Kurulu öncülüğünde yürütülen restorasyon çalışmalarıyla ayağa kaldırılmaya çalışılmaktadır.

SARAY-I ŞEHZADEGÂN’DAN GERİYE KALAN: FATİH KULESİ

Bu saraylarla birlikte Sultan İkinci Murad döneminde yaptırılan ve Sultan İkinci Mehmed tarafından genişletilerek büyük bir komplekse dönüştürülen Manisa Sarayı’ndan bahsetmez isek eksik olur. 17. yüzyılın başına kadar Saray-ı Şehzadegân (Şehzade Sarayı) olarak kullanılan Manisa Sarayı, Yıldırım Bayezid’in oğulları Ertuğrul ve Süleyman Çelebi, Çelebi Mehmed’in oğlu İkinci Murad, İkinci Murad’ın oğlu Mehmed(Fatih Sultan Mehmed), Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Mustafa, İkinci Bayezid’in oğulları Abdullah, Korkut, Şehinşah, Mahmud ve Alemşah, Yavuz Sultan Selim’in (Birinci Selim) oğlu Birinci Süleyman (Kanûnî Sultan Süleyman), Kanûnî Sultan Süleyman’ın oğulları Mustafa, Mehmed ve İkinci Selim, İkinci Selim’in oğlu Üçüncü Murad ve Üçüncü Murad’ın oğlu Üçüncü Mehmed gibi 16 şehzadeye ikametgâhlık yapmış. Bu yüzden Manisa, tarihte şehzadeler şehri olarak anılır.

Sultan İkinci Murad, tahtı oğlu Sultan Mehmed’e bıraktığı dönemde Manisa Sarayı’nı kullanmış. Bu saray 1595 yılına kadar aktif olup, Sultan Üçüncü Mehmed döneminde şehzadelerin sancağa çıkma geleneğine son verilmesiyle işlevini yitirmiş. Yunan işgali döneminde çıkan yangında tamamen yanan saraydan geriye kalan tek yapı Fatih Kulesi yapılan kapsamlı restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından Osmanlı Dönemi'ndeki şehzadelik sistemi ile şehzadeleri anlatan müzeye dönüştürüldü. “Müze Kule”nin zemin katında Osmanlı Hilâl-i Ahmer Cemiyeti (Türk Kızılayı), üst katlarında ise Sarây-ı Âmire bölümleri oluşturuldu.

***

KONSTANTİNİYYE MUTLAKA FETHEDİLECEKTİR...

Sıra geldi “Le tuftehanne’l-Kostantîniyyetü. Ve le ni’me’l-emîru emîruhâ, ve le ni’me’l-ceyşu zâlike’l-ceyş” (Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir. O’nu fetheden kumandan ne güzel kumandan, O’nu fetheden asker ne güzel askerdir) müjdesine nail olunan İstanbul’a... Her ne kadar bu belde için “anlatılmaz, yaşanır” denilse de, hem yaşamaya, hem de anlatmaya gayret edelim...

***

8 bin 500 yıllık tarihiyle dünyanın en eski şehri olan İstanbul, imparatorlukların başkenti olması münasebetiyle, anıt eser özelliği taşıyan saray ve köşklerle taçlanmış. Bakalım derin tarihin izleğinden yürüdüğümüzde karşımıza bizleri hayrete düşürecek hangi yapılar çıkıp, geçmişten geleceğe ulaklık edecek...

Bugünkü Topkapı Sarayı Müzesi’nin kapladığı alan içinde M.Ö. 7. Yüzyılda etrafı surlarla çevrili Byzantion (Bizans) şehri bulunmaktaydı. M.Ö. 1. Yüzyıla kadar Persler, Atinalılar, Ispartalılar, Makedonyalılar, Keltler/Galatlar bu şehre kadar gelmişlerdi.

M.Ö. 1. Yüzyılda Romalılar Anadolu’yu zapt etmeye başlayınca Roma İmparatoru Septimus Severus, Byzantion’u yerle bir etmiş, fakat sonra yeniden daha geniş olarak kurmuş. Kentin ikinci kuruluşunu sürdüren Roma İmparatoru Konstantin, burayı Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti yapmış. Bizans ve Konstantinopolis adlarının bir arada kullanılmasının nedeni bu tarihsel gelişmenin sonucudur. İlk fetihnâmelerde Konstantiniye şehri olarak adı geçen bu kentin İstanbul adının yaygınlaşması, Fatih’in İstanbul’u fethinden sonradır.

FATİH’İN İLK RESMÎ SARAYI BEYAZIT MEYDANI’NDAYDI

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u 29 Mayıs 1453’te fethedince ilk sarayını Konstantiniye’nin önemli meydanlarından biri olan Forum Tauri’ye yani bugünkü Beyazıt Meydanı’na kurdu. Beyazıt Meydanı’na yapılan ilk saray, Fatih’in Resmî Sarayı idi. Osmanlı İmparatorluğu’nda her başkentte iki saray yaptırmak artık gelenek olmuştu. Biri saltanatta bulunan padişahın oturduğu Resmî Sarayı, öteki ise ondan önceki padişah ailesinin barındığı Eski Saray idi. Devlet işleri Resmî Saray’da yürütülür, Eski Saray da Kara Harem Ağaları denetiminde Resmî Saray’a bağlı bulunurdu.

TOPKAPI SARAYI, OSMANLI’YA 375 YIL EV SAHİPLİĞİ YAPTI

Bursa’da başlayan bu gelenek Edirne’de sürdürüldü. Fatih’in Beyazıt Meydanı’ndaki ilk sarayı Resmî Saray olunca, Edirne’de babasının yaptırdığı ikinci saray da Eski Saray konumuna geriledi.

Kal’ayı Cedidi Amire adı ile de anılan Yeni Saray, Resmî Saray olarak kullanılmaya başlayınca Beyazıt’taki Yeni Saray, Eski Saray durumuna geldi. 1465 yılında inşa edilmeye başlanan Yeni Saray’a 1478’de taşınıldı. İlk taşınma sırasında Padişah ailesi Eski Saray’da bırakılmış, Yeni Saray’da da padişahın şahsı için Resmî Saray dışında, bugünkü Çinili Köşk, o zamanki adıyla Sırça Sarayı ve Ferah Ferza inşa edildi. Bu köşk ile Resmî Saray içindeki “tarzı Osmanî” ile inşa edilen Has Oda arasında zamanla Harem Dairesi gelişti.

Yeni Resmî Saray’a Kal’ayı Cedid denmesinin nedeni, surları, kuleleri ve hisar peçeleri ile Boğaz Kesen Kulesi’ne (Rumeli Hisarı) benzetilmiş olmasındandır. Fatih zamanında Yeni Saray’ın, Bizans’tan kalma İmparator kapısı önüne toplar yerleştirildi ve bu kapıya da Topkapı ismi verildi. Yeni Saray 375 yıl Resmî Saray olarak kullanıldı.

DÜNYANIN GIPTA ETTİĞİ MEKÂN TERKEDİLDİ

1854 yılında Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe Sarayı’nı yapıp, Resmî Saray’ı buraya taşıyınca Yeni Saray artık mukaddes emanetlerin, iç hazinenin korunduğu ancak belli günlerde padişah tarafından ziyaret edilen Eski Saray’a dönüştü. Fakat Eski Saray adını hiç taşımayıp, halk arasında bile daima Topkapı Sarayı olarak anıldı. Taşınmadan sonra Kışlık Saray adı da verilen Topkapı Sarayı’ında eski saraylılar oturmaya devam etti.

Topkapı Sarayı, Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 yılında Topkapı Sarayı Müzesi adı altında halka açıldı. Topkapı Sarayı; surlarıyla, sırlarıyla, içinde yaşananlarla dünyanın gıpta ile baktığı mekân. Nice tarihçiye, seyyaha, sanatçıya ilham kaynağı; anlatılmakla ifade edilemeyecek, yazılmakla bitirilemeyecek dünyaya nizâmın verildiği kutlu bir miras. Bugün Türkiye’nin en çok ziyaret edilen mekânları arasında bulunan Topkapı Sarayı’ndan bu kadar bahsetmekle iktifâ edelim. (Merak edenler https://www.milatgazetesi.com/yazarlar/haremin-sir-odalari-1377/ linkinden daha fazla detaya ulaşabilir.)

Edirne Sarayı nehirleriyle, Topkapı Sarayı sur ve sırlarıyla dilden dile anlatılırken, tarihler 1854 yılını gösterirken Sultan Abdülmecid, Dolmabahçe Sarayı’na taşındı.

DOLMABAHÇE SARAYI 5 MİLYON ALTINA YAPTIRILDI

Aslında bu taşınma bir devrin bitip, yeni bir devrin başlangıcıydı. Topkapı Sarayı’ndaki sadelik yerini Dolmabahçe Sarayı’nda şaşaaya bırakarak, Avrupa'dan getirilen lüks mobilyalar, kristal avizeler ve altın varaklı süslemelerle donatıldı.

Sultan Abdülmecid’in 1843 -1856 yılları arasında Abdülhalim Bey, Altunizade İsmail Zühtü Paşa, Karabet Balyan, Nikoğos Balyan, Ohannes Serveryan ve James William Smith gibi mimarlara inşa ettirdiği Dolmabahçe Sarayı; mimarisiyle, camisiyle, süslemeleriyle, duvar ve kapılarıyla, bahçeleriyle, bahçe duvarlarıyla, hamamlarıyla, aydınlatma ve ısınma sistemiyle, kışlalarıyla, cirit meydanlarıyla, bostanlarıyla, spor sahaları ve denize olan cephesiyle herkesi hayran bırakan muhteşem bir eser.

Sultan Abdülmecid, yaklaşık 5 milyon altına mâl olan Dolmabahçe Sarayı'nda sadece 5 yıl yaşayabildi. Daha sonra Sultan Abdülmecid’in yerine Padişah olan kardeşi Sultan Abdülaziz ve oğlu Sultan Beşinci Murad’ın elim bir şekilde hal’ edilmelerinden sonra tahta çıkan Sultan İkinci Abdülhamid, Dolmabahçe Sarayı’nda yalnızca 236 gün ikamet etti.

***

FERİYE SARAYLARI, BOĞAZİÇİ’NE GERDAN GİBİ DİZİLDİ

Bu noktada “Feriye Sarayları” için bir parantez açalım isterseniz...

Feriye Sarayı bugün İstanbul Beşiktaş ile Ortaköy arasında bulunan saray kompleksinin eski adı olup, üç bölümden oluşan bu saraylarda padişahın uygun gördüğü hanedan mensupları ile kışlık dairesi bulunmayan kişiler otururdu.

Osmanlı döneminde Kaptan-ı Derya’nın donanma gemilerini demirledikleri ve geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy, 17. yüzyıldan itibaren doldurularak “Dolmabahçe” adıyla padişahların hasbahçesi konumuna getirildi. Sultan Abdülmecid döneminde (1839-1861), kullanışsız hâle gelen “Beşiktaş Sahil Sarayı” yıktırılarak yerine saltanat yapıları kalfalarından Karabet Balyan, Ohannes Serveryan, Nikoğos Balyan ve James William Smith’a Dolmabahçe Sarayı yaptırıldı. İstanbul Boğazı kıyılarında Osmanlı Hanedanı için yaptırılan ilk saray 1856 yılında kullanıma açılan Dolmabahçe Sarayı idi. Sarayın yapılış döneminde Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ‘hasta adam’ olarak söz ediyordu. Bu sarayda 1856 yılından itibaren sırasıyla; Sultan Abdülmecid (1839-1861), Sultan Abdülaziz (1861-1876), Sultan Beşinci Murad (1876), Sultan İkinci Abdülhamid (1876-1909), Sultan Beşinci Mehmed Reşad (1909-1918) ve Sultan Altıncı Mehmed Vahideddin (1918-1922) olmak üzere 6 padişah ile son Halife Abdülmecid (1922-1924) yaşadı. Evet burada son yaşayan padişahın adı Abdülmecid’di. (Saray, Cumhuriyet’in ilanından sonra Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na dönüştürüldü ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında sarayda aralıklarla 4 yıl kalarak, çalışmalarını buradan yürüttü ve 10 Kasım 1938’de burada vefat etti.)

Sultan İkinci Mahmud’un padişahlığı zamanında Ermeni mimar Garabet Balyan tarafından genişletilen ve kışın da kullanılabilir duruma gelen sarayın adı “Beyaz Saray” olarak anıldı. (Sultan Birinci Abdülmecid, Sultan Beşinci Murad, Sultan İkinci Abdülhamid ve Sultan Beşinci Mehmed Reşad burada doğdu.) Daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun son dört padişahının babası, en çok sayıda oğlu padişahlık yapmış Osmanlı hükümdarı olan Sultan Abdülmecid, babası Sultan İkinci Mahmud’un 1857’de yaptırdığı ilk sarayı yıktırarak, daha ihtişamlı bir saray yaptırmayı planladı. Ancak 1861’te vefat ettiğinden ve parasal sıkıntılar yüzünden sarayın yapımı yarım kaldı. Kardeşi Abdülmecid’in vefatı üzerine tahta geçen Sultan Abdülaziz yeni sarayın inşaatına 2 milyon 500 altın harcayarak 1871’de Sarkis Balyan ve ortağı Kirkor Narsisyan’a tamamlattı. Çırağan Sarayı, (Sultan Üçüncü Ahmed’in sadrazamı Damat İbrahim Paşa, Çırağan Sarayı yapılmadan önce buraya eşi Fatma Sultan için Ferahabad Köşkü’nü yaptırdı. Çiçek ve müzik aşkının zirve yaptığı Lale Devri ile anılan paşanın bu köşkte düzenlediği davet ve eğlencelerde kullandığı meş’ale şenlikleri, daha sonra buraya yapılan Çırağan Sarayı ismine ilham kaynağı oldu. Yaptırılan saraya, Farsça’da “ışıklar” anlamına gelen “çerâğân” kelimesinden türeyen Çırağan ismi verildi) zengin süslemeleriyle, Yıldız Parkı'na bağlandığı kemerli üst geçidiyle, yüksek duvarlarıyla ve içinde yaşanan olaylarla tarihe damga vurdu.

Ancak bu iki saray da Osmanlı ailesine yetmeyince Çırağan Sarayı’yla Ortaköy Camii arasındaki kıyı şeridinde ek binalar yaptırıldı. Balyan Ailesi’nin mimarları tarafından yapılan bu binalara ikincil binalar ya da yan binalar anlamında Feriye Sarayları adı verildi.

Yarın devam edelim, inşallah.