Fransa’nın üç bin nüfuslu bir kasabasında fırıncılık yapan bir Fransız hanım, Hıristiyanlıktan çıktığını, Yahudilik ve Müslümanlığı da araştırdığını ama beğenmediğini ve dinsiz olduğunu benim asker arkadaşıma söyler.
Asker arkadaşım ilkokul mezunu ama Anadolu insanının tabiriyle “laf ebesi”. Köy delikanlısı dini konularda ne bilirse onu bilir.
Fransız hanımla her gün dini konuları tartışırlar.
Fırıncı hanım o şehirde çalışmakta olan otuz kadar Türk işçisinin ekmeğini evlerine dağıtır. Yaz mevsiminde izine gelen işçilerimize çeksiz senetsiz borç para verir. İşçilerimiz izin dönüşü borçlarını öderler.
Ben de Fransa’da işçi olarak çalışıyordum. Bir gün asker arkadaşım beni kendi şehrine çağırdı ve bu kadınla konuşmamı istedi.
Bizim din anlatacak dilimiz yoktu. Gerçi bizim insanımız bu davranışıyla tebliğini yapıyordu. Hiçbir Fransız’a çeksiz senetsiz para vermeyen bu kadın, Türklere veriyordu. Bu bizimkilerin farkına varmadan yaptığı ve en etkili olan bir tebliğdi.
Ben Prof. Dr. Muhammet Hamidullah Bey’e mektup yazarak “İslâm’a Giriş” diye birkaç defa Türkçe’ye terceme edilen, en son olarak değerli dostum Cemal Aydın tarafından terceme edilen eserinin Fransızcasını istedim.
Kitaplar geldi biraz para gönderdim, Hamidullah Beyefendi’den bir mektup geldi, “Dokuz frank fazla göndermişsiniz. Bu parayı ne yapalım?” diye soruyor ve bize de büyük olmanın yolunu öğretiyor.
O kitabı alarak 80 kilometre uzaklıktaki arkadaşımın yanına gittim.
Hanımefendiye, “Sana din anlatacak dilimiz yok bizim. Sen bu kitabı oku. Bir ay sonra gelir ve tereddütlerin üzerinde konuşuruz” dedim.
Bir ay sonra tekrar gittim. Hanımefendi, “Bugüne kadar Fransız yazarların kaleminden okuduğum İslâm ile bu kitaptaki İslâm aynı şey değil” dedi.
Ben de, “Fransız yazarların kitapları Fransa’da İslâm’ın doğru olarak tanıtılmasını engellemek için devlet desteğiyle yazılmış kitaplardır. Bu yazar da taraflı olabilir. Şimdi sen bir de Kur’an-ı Kerim’i oku” dedim.
Hamidullah Bey’in kitabında tanıtılan İslâm’ı beğenmiş ama bir sorun varmış. O da domuz sucuğunu seven bu bayan Müslüman olsa bile bu sucuğu yemeye devam edermiş.
Ben: “Hanımefendi siz beğendiğiniz yerleri kabul edin ve yapmaya devam edin. Bu arada domuz sucuğunu da yiyin. Rabbimiz, Ankebüt süresinin 45’inci ayetinde, ‘Kitaptan sana vahyolunanı oku. Namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz namaz fuhşiyyattan ve kötülükten alıkoyar’ buyurur. Sen diğer emir ve yasaklara uy. Namazı kıl. Domuz etini ye. Ancak bu namaz, bu domuzu bir seneye varmaz senin hayatından kovar” dedim.
Dediğim gibi oldu. Şimdi o hanımefendinin o şehirdeki Türklerin hem borç para vericisi hem de dini bilgiler konusunda müracaat ettikleri bir hanım. (Yazılış tarihi tarih 2001).
Bazı kötülükleri bırakamadığını söyleyenler, hemen namaza başlasınlar. Namaz kıldığı halde haram olan şeyleri yapanlar hemen namazı hem kalpleriyle hem de kalıplarıyla kılsınlar.
Kalıbı namazda iken kalbi çek senet peşinde çarşı-pazar dolaşanlara namazın etkisi fazla olmaz.
emin turgut 3 Yıl Önce
bende almanyadan duyduğunu söyleyeyim. türkler orada epey azıtmış. orada müslüman gibi yaşayanlar almanlarmış. tüekler malesef hristiyan gibi yaşoyormuş.