Oruç, farziyeti ile ilgili bir tartışma olmayan bedenî bir ibadettir. Sözlük anlamı yemek, konuşmak ve yürümek gibi eylemlerden uzak durmak ve bir şeye karşı kendini tutmak manasına gelen savm/siyam (oruç), terim olarak belli şartları taşıyanların ibadet kastı/niyeti ile fecr-i sadıktan güneş batışına kadar belirlenen vakitte yeme, içme ve cinsellik gibi biyolojik ihtiyaçlardan alıkoyma şeklinde tanımlanabilir. Medine döneminin başlarında önümüze çıkan oruç, hicrî ikinci yılda farz kılınmıştır. Orucun farziyeti, ibadet boyutu ve bununla ilgili fıkhî ahkâm Bakara suresinin dört ayetinde beyan edilmiştir.
“Ey iman edenler! Sizden öncekilerin üzerine yazıldığı gibi sakınasınız diye sizin üzerinize de oruç yazıldı. İçinizden hasta veya yolcu olan, başka günlerden sayısınca tutar.” (Bakara-183) ayetinde orucun bu ümmete özgü olmayıp geçmiş toplumlarda da olan kadim bir ibadet olduğu vurgulanarak hayatın disipline eden hikmeti zikredilmiştir.
“Sayılı günlerde (oruç farz kılındı). Orucu tutmakta zorlananlar/güç yetiremeyenler için bir yoksulun (günlük) yiyeceği kadar fidye yeterlidir. Bir iyiliği mecbur olmadan yapan için bu (yaptığı) iyidir. Ama orucu tutmanız -bilirseniz- sizin için daha hayırlıdır.” (Bakara-184) buyurulduğu gibi oruç tutmamanın mazeretleri sayılmış ve bu durumda neler yapılması gerektiği ifade edilmiştir.
“O (sayılı günler), doğruyu eğriden ayırma, gidilecek yolu bulma konusunda açıklamalar ve insanlara rehber olarak Kur’an’ın indirildiği ramazan ayıdır. Artık sizden kim bu aya yetişirse onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, başka günlerden sayısınca tutar. Allah sizin için kolaylık istiyor güçlük çekmenizi istemiyor. Sayıyı tamamlamanız, sizi doğru yola iletmesine karşı Allah’ın ululuğunu dile getirmeniz ve umulur ki şükredersiniz diye (uygun hükümler gönderiyor).” (Bakara-185) ayet-i kerimesinde buyurulduğu gibi sarih bir ifadeyle Ramazan ayının geçtiği tek olan konuyla ilgili bu ayette Kur’an’ın nüzulüne tanıklık eden müstesna bir zaman dilimi olan özelliğinin yanında orucun sayılı günlerden müteşekkil belli/dar bir süre olduğu buyurulmuş, mazereti olanların ikinci defa geçtiği ve neler yapması belirtilmiştir.
“Oruç gecesinde kadınlarınızla birleşmek size helâl kılındı. Onlar sizin için elbisedir, siz de onlar için elbisesiniz. Sizin kendinize hıyanet etmekte olduğunuzu Allah bilmiş, tövbenizi kabul etmiş ve sizi bağışlamıştır. Şimdi artık onlarla birleşin ve Allah’ın sizin için yazdığını isteyin. Fecirden siyah ip beyaz ipten sizin için ayırt edilir hale gelinceye kadar yiyin ve için, sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde ibadete çekilmişken kadınlarla cinsel ilişkide bulunmayın. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır; sakın bu sınırlara yaklaşmayın. Allah âyetlerini insanlar için işte böyle açıklar. Umulur ki sakınırlar.” (Bakara-187) buyurulduğu gibi Ramazan ayı vurgusu yapılmadan oruca başlama vaktiyle ilgili gelişen bir olaya açıklık getirilerek imsakın (: yeme, içme, cinsellikten alıkonmanın) ne zaman olacağı son haline kavuşturulmuştur. Oruç gecelerinde eşleriyle beraber olmanın serbest olduğu ifade edilerek -zımnen- önceden bilinen bir husus kaldırılmış ve yeni bir hüküm inşa edilmiştir.