1. Allah (c.c.) ile birlikteliğimiz
2. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in gıyabında birlikteliğimiz
3. Kâmil mü’min olan Allah dostu velilerle ve âlimlerle birlikteliğimiz
4. Evde ev halkı ile birlikteliğimiz
5. Anne-baba ile birlikteliğimiz
6. Dostlarımızla ve diğer halktan olan kardeşlerimizle birlikteliğimiz
7. Komşularımızla ve gayrimüslimlerle birlikteliğimiz
8. Patronun işçisiyle, devlet başkanının halkıyla birlikteliği
9. Birlikte yaşamanın belli başlı kuralları
Dünyanın kurtuluş ve huzuru, müslüman olan bizlerin kurtuluş ve huzuruna bağlı; bizim kurtuluş ve huzurumuz da ancak biz müslümanların her konuda Hz. Peygamber (s.a.s.)’i örnek alarak, izleyerek, beraberce birbirimizin karşılıklı haklarına riayet ederek İslam'ı uygulamamıza bağlıdır.
Biz İslam’ı böylece beraberce yaşadığımız zaman, maddeten ve manen çok güçlü olacağız. Maddeten ve manen güçlü olduğumuz zaman dünyanın dengesini biz sağlayacağız.
Müslümanlar eserleri, iyilikleri, başarıları ve ahlakları ile galip olunca mağluplara tesir edecektir. İşte o zaman güzelliklere devam, yanlışlıklara dur diyebileceğiz Allah’ın iradesi, izni ve hayra muvaffak kılmasıyla.
1. Allah (c.c.) ile birlikteliğimiz
Allah Teâlâ ile birlikteliğimiz, güzel edep, korku/haşyet ve murakabe halini devam ettirmekle, devamlı olarak denetlendiğimizi bilerek kendimizi denetlemekle gerçekleşir.
Allah’a karşı güzel edep, Allah tarafından edeplenmiş olan en büyük edepli olan zatın yani Hz. Peygamber (s.a.s.)’in edebiyle edeplenmekledir. Bu edep, farzı, vacibi, sünneti ve müstehabı da içine alır.
Allah korkusu, Allah’ın sevgisini kaybetmekten ve azabına düşmekten korkmak, yasaklarından, mekruhlardan, şüphelilerden bile sakınmakladır.
Allah’ın bizi daimî olarak denetlediği gerçeğini bilerek, inanarak kendimizi denetlemek, hem doğru olanı terkten hem yasak olanı işlemekten sakınmakla olur.
Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
“Nerede olsanız, O (Allah) sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı daimî görücüdür.”
(Hadîd sûresi 57/4.)
Biz, Allah’a karşı iman, takva, sabır ve ihsânın gereğini daimî olarak yerine getirerek beraber olursak; Allah da bizimle ikramıyla, ilhamıyla ve yardımıyla beraber olur.
Allah Teâlâ neden razı, neden razı değil, kimleri seviyor kimleri sevmiyor bilip razı olduğu anlayış ve davranışa dikkat etmek; sevmediklerinden olmamaya ve sevdiklerinden olmaya çok dikkat etmeye çalışmamız gerekmektedir.
2. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in gıyabında Hz. Peygamber ile birlikteliğimiz
Hz. Peygamber (s.a.s.) ile birliktelik, sünnetine tabi olmak, izlememizi emrettiği her emrini yapmak, yasakladığı her yasağı terk etmek, sevap umulan her uygulamasını imkân nisbetinde yapmak ve zâhirî ilme dört elle sarılmakladır.
Hz. Peygamber (s.a.s.)’e uymak, Allah’ı sevdiğimizin ispatıdır. Çünkü Allah’ın sevgisini kazanmak ancak Rasûlullah’a yani Allah’ın elçisine uymakla mümkün olur.
İşte âyet-i kerîme:
“(Rasûlüm! ) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah Ğafûrdur, Rahîmdir.”
(Âl-i Imrân sûresi 3/31.)
Allah’a itaat da ancak Rasûl’e itaat etmekle gerçekleşir.
İşte bunun delili olan âyet-i kerîme de şudur:
“Kim Rasûl'e itaat ederse muhakkak Allah'a itaat etmiş olur.”
(Nisâ sûresi 4/80.)
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in taraf olduğuna taraf olmak, karşı olduğuna karşı olmak, ma’rûfun aslı imanın gereğini mü’minlere uygulamak suretiyle hâkim kılmaya, münkerin aslı şirki de mahkûm etmeye çalışmak gerekmektedir.
Daima kendimize şu soruyu sormamız gerekmektedir:
Hz. Peygamber aleyhisselam benim yerimde olsaydı ne yapardı veya ben Peygamber Efendimizin yanında olsaydım ne yapardım ve nasıl yapardım?
İslam’da zâhirî ilim, hakikatin ta kendisidir. Batın güzeldir zahire uygunsa. Çünkü zâhire uymayan batın, batıldır. İlme’l-yakîn ile hakka’l-yakîn birbirine zıt olamaz.
Şerîat neye helal demişse herkes için ve kıyamete kadar helaldir; neye de haram demişse herkes için ve kıyamete kadar haramdır.
İşte mü’min, şerîatin zahir ahkamına dört elle sarılırsa zamanla ayne’l-yakîne belki hakka’l-yakîne de Allah’ın muvaffak kılması ve lütfetmesiyle ulaşır.
Şerîat, hakikatin ta kendisidir. Şerîate uymayan hakikat davası zındıklıktır. Tarikat, şerîate uygun amel edebilmeyi sağlar.
İmam Rabbânî (k.s.) şöyle der:
“Yalan söylemek haramdır, bu şerîattir; yalan söylememeye çalışmak, bu tarikattır; yalan söylemeyi akıldan bile geçirmemek, bu hakikattir.”
3. Kâmil mü’min olan Allah dostu velilerle ve âlimlerle birlikteliğimiz
Allah Teâlâ’nın dostları ile beraberlik, hürmet ve hizmet esasına dayanır; âlimlerle beraberlik, İslâmî sorumluluklarımızı onlardan öğrenirken ve soru sorarken kibirle değil, tevazu ile müstağnî bir şekilde değil, üstadına soru soran bir talebe gibi sormak, bilemediği her konuyu ehline sorma mecburiyetinin gereği olarak sormak ve davranmakladır.
Asrın insaf sahibi âlimlerin, iman ve takvasıyla veli olduğuna dair hüsn-i zan edilen birisini bulursak, kendimiz için Allah’tan mağfiret istemesini dileyelim. Zira Hz. Peygamber (s.a.s.), Üveys el-Karânî için Hz. Ömer’e “O, (bir şeyin olması için) Allah’a dua edecek olsa, Allah onun duasını kabul eder. Senin için mağfiret dilemesini temin edebilirsen, fırsatı kaçırma, bunu yap!” buyurmuştur.
(Müslim, Fezâilü’s-Sahâbe, 225.)
Biz de böyle zatlarla beraber olursak dua ettirelim.
Velileri de âlimleri de ve kendimizi de Allah ve Rasûlünün önüne geçirmemek gerekir.
İşte bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasûlünün önüne geçmeyin. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”
(Hucurât sûresi, 49/1.)
Yani ey iman edenler! Ne kendiniz hakkında ve ne de çevrenizde yaşantınızla ilgili işlerde yüce Allah'a ve O'nun Peygamberine karşı öneride bulunmayınız.
Bir konu hakkında yüce Allah, Peygamberinin dili ile bir şey söylemeden önce sizler konuşmayınız.
Sizler bir konu hakkında, yüce Allah'ın ve O'nun elçisinin sözüne başvurmadan hüküm vermeyiniz.
Allah Teâlâ, mü’minleri avam ve havas diye ikiye ayırmıştır.
Avam, müctehid olmayan, müçtehide danışan, müctehidden öğrenen, müctehidleri izleyen kimselerdir.
Havas, müctehid olan, ilimleriyle Hz. Peygamber (s.a.s.)’in risâlet yönüne, takvalarıyla velayet yönüne varis olan kimselerdir.
Avam olan kimselere Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Bilmiyorsanız zikir/ilim ehline sorunuz!”
(Nahl sûresi, 1/43; Enbiyâ sûresi, 21/7.)
İman ve amel ile ilgili helali haramı sorup öğreneceğimiz ilim ehli olan kimseler, müctehid olan veya müctehid yoksa müçtehitlere soran veya müctehidlerin kitaplarına soran âlim olanlardır.
Havas olan kimselere Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e itaat edin ve sizden olan ülü’l-emre (âlimlere ve âmirlere) de. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah (Kur’ân-ı Kerîm)’e ve Rasûl (Hadîs-i Şerîfler)'e götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”
(Nisâ sûresi, 4/59.)
Avama gereken, havasssa sormak; havassa gereken, Allah’a yani Kur’ân-ı Kerîm’e ve Peygamber’e yani Hadîs-i Şerîflere müracaat etmektir.
4. Evde ev halkı ile birlikteliğimiz
Ev halkı ile beraberlikteki âdâb, güzel ahlâkla, incitmemeye ve incinmemeye çalışmakla olur.
Güzel ahlak, kâmil iman belirtisidir.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Elbette mü’minlerin iman açısından en kâmili, ahlâkça en güzel olanıdır ve ailesine karşı onların en lütufkâr olanıdır.”
(Tirmizî, Îmân, 6. Hadîs hasendir.)
“Şüphesiz sizin ahlâkı en güzel olanlarınız, en hayırlılarınızdandır.”
(Müslim, Fedâil, 68; Buhârî, Edeb, 39, Menâkıb, 23; Tirmizî, Birr, 47, 69.)
“Sizin bana en sevimli olanınız, ahlâk yönünden en güzel olanınızdır.”
(Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 29, Menâkıb, 23; Tirmizî, Birr, 71.)
“Mü’minlerin iman bakımından en kâmili, ahlâkça onların en güzel olanıdır. Sizin hayırlılarınız da kadınlarına karşı ahlâkça hayırlı olanınızdır.”
(Tirmizî, Radâ, 11; Ebû Dâvûd, Sünnet, 16; Ahmed, II, 250, 472, 527.)
İman, kalbin amelidir, kalpte bulunur. Kalpte iman ne derecede ise bedende amel şeklinde, itaat ve ibadet şeklinde, özellikle de insanlarla ilişkilerde güzel ahlâk şeklinde ortaya çıkar.
Kâmil imanın en güzel göstergesi ahlâk güzelliğidir. Güzel ahlâkın da en güzel göstergesi kadınlara karşı hayırlı olmaktır.
İmanın kemâli, güzel ahlâkı ve bütün insanlara iyilik etmeyi gerektirir.
(Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî bi Şerhi Câmiı’t-Tirmizî, IV, 325.)
Bize, evlendikten sonra her gün iyiliği olan kimseler hanımlarımızdır. İyiliği olana, hem de her gün iyiliği olana iyilik etmek gerçekten vacip olmaktadır.
Demek ki Hz. Peygamber’in (s.a.s.) en sevdiği kimseler ahlâkı güzel olanlardır. Hz. Peygamber’in sevdiğini herhalde Allah (c.c.) da sever, kullarına da sevdirir, meleklerine de sevdirir. Bize gereken, bu güzel ahlâka sahip olmaya gayret etmektir.
Güzel ahlâk, Allah’ın nebilerinin ve velilerinin sıfatıdır.
“Güzel ahlâkın hakîkati, daima iyilik yapmak, eziyet etmemek ve güler yüzlü olmaktır.”
Hasan-ı Basrî (rh.a.)
“Güzel ahlâk, insanlarla güzel geçinmek, onlara kendini sevdirmek, onlara acımak, zahmetlerine katlanmak, kötülüklerine sabretmek, kibri terk etmek, şiddet, öfke ve niye yaptın, neden söyledin gibi şeylerle hesap sormaktan uzaklaşmaktır.”
Kadı İyaz (rh.a.)
“Kırmamak marifet mi? Esas marifet kırılmamaktır.”
Hacı Veyiszade Mustafa Efendi (rh.a.)
İlk ders, incitmemek, son ders incinmemektir.
Ev halkının bize emanet olduğu şuuru ile hareket etmek gerekir. Evin reisinin sorumluluğu daha fazla olduğu gerçeği ile eşine merhametli olmalı, çocuklarına karşı da örnek olması gerekmektedir.
Eşler, dillerini korurlarsa huzurlarını da korurlar. Eşler, kendilerini kazanırlarsa karşıyı da kazanırlar, kendilerini kaybederlerse karşıyı da kaybederler.
5. Anne-baba ile birlikteliğimiz
Saygıda kusur etmemeye azami dikkat etmek; şefkat, yardım, hizmet ve dua isteme konumunda olmak.
Şu iki âyet-i kerîmede Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine "of!" bile deme; onları azarlama; ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve ‘Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de Sen onlara (öyle) rahmet et!’ diyerek dua et.”
(İsrâ sûresi, 17/22-23.)
Rabbimiz, önce Kendisine kulluk etmeyi sonra anne-babaya iyi davranmayı emretmiştir.
Başka bir âyet-i kerîmede şöyle emretmiştir:
“Biz insana, ana-babasına iyi davranmasını tavsiye ettik! Çünkü anası, onu nice sıkıntılara katlanarak (karnında) taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için önce) ‘Bana, (sonra da) ana-babana şükret!’ diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır.”
(Lokmân sûresi, 31/14.)
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Allah Teâlâ’nın rızâsı, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah Teâlâ’nın gazabı da anne ve babayı öfkelendirmek sûretiyle celbedilir.”
(Tirmizî, Birr, 3/1899.)
Hz. Peygamber’in şu duâsı bir mü’min için ne büyük bir müjdedir:
“Ana-babasına iyilik edene ne mutlu! Allah Teâlâ onun ömrünü ziyâdeleştirsin!”
(Heysemî, VIII, 137.)
“Makbûl olduğunda şüphe bulunmayan üç duâ vardır:
Babanın çocuğuna duâsı; misâfirin duâsı; mazlumun duâsı.”
(Ebû Dâvûd, Vitr, 29/1536; Tirmizî, Birr, 7/1905, Deavât, 47; İbn-i Mâce, Duâ, 11.)
“Babanın oğluna duâsı, peygamberin ümmetine duâsı gibidir.”
(Süyûtî, II, 12/4199)
6. Dostlarımızla ve diğer halktan olan kardeşlerimizle birlikteliğimiz
Dostlarımızla beraberlik; dostluk etmek, beraber yaşamak, günah olmamak şartıyla onlara daima müjdeler vermek ve güler yüz göstermek esasına dayanır.
Avamdan olan kardeşlerimizle beraber yaşamak, onlarlar için dua etmek ve kendilerine karşı merhametli olmak suretiyle olur. Onlarla ilgilenmek, onlara faydalı olmak, hem hâl ile hem de dil ile gerektiğinde nasihat etmelidir.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Arkadaşlık edip istifade edeceğimiz kimselerin en hayırlısı kimdir?” sorusuna şöyle cevap vermiştir:
“Sizin (arkadaşlık edip istifade edeceğinizin) en hayırlısı; kendisini görmek, size Allah’ı hatırlatan; konuşması, ilminizi artıran; ameli, sizi âhirete teşvik eden kimsedir.”
(Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, III, 468.)
Arkadaş seçiminde önce tanıma sonra tanışma, daha sonra da dayanışma olmalıdır.
“Kendine denk olan kimseyi ahbap edin. İnsan, ancak kendine denk olan ile hemrenk olabilir. Uçan kuş bile eşini bilir ve sürüsünü bulur. Sen insansın, içine karışacağın adamları iyi seç!”
Yusuf Has Hacib
İnsan, yalnız başına değil beraber yaşayarak ve ünsiyet kurarak mutluluğa kavuşur.
Dostu ve arkadaşı seçmek, dini seçmek gibi önemlidir. İşte bundan dolayı Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Kişi, dostunun dini üzeredir (dininden etkilenir). Öyle ise her biriniz dostluk edeceği kimseye baksın!”
(Tirmizî, Zühd, 45 (2379); Ebû Dâvûd, Edeb, 19.)
Dostlar, farklı farklıdırlar: Gerçek dost olanlar, dost görünenler.
"Dostum" demek, "Seni seviyorum" demek iddiadır, isbat gerekir. İsbat fedakârlıktır.
“Her şeyin bir tartısı vardır. Sevginin tartısı fedakârlıktır. Fedâkârlık etmeyenin sevgisine inanılmaz.”
Abdulazîz Bekkine (rh.a.)
8. Patronun işçisiyle, devlet başkanının halkıyla birlikteliği
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ashabıyla birlikteliği gibi...
Yakınlıkları saygıya engel değil, patronun şefkati işçinin işini gevşetmesine sebep değil.
Devlet başkanının halkıyla beraberliği faydalı ve samimi olmasıyladır. Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s.):
“Eğer bir emîr/âmir Müslümanların idare işini üzerine alır sonra onlar için çalışıp samimiyet göstermezse onlarla birlikte cennete giremez” buyurmuştur.
(Müslim, İmâre, 22.)
Bir başka hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın yönetici yaptığı bir kimse, yönettiği insanları aldatarak ölürse, Allah ona cenneti haram kılar!”
(Buhârî, Ahkâm, 8; Müslim, Îmân, 227-228, İmâre, 21.)
Bir başka hadîs-i şerîfte Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Allah’ım! Bir kimse ümmetimin işinde bir vazife alır da onlara zorluk gösterirse sen de ona zorluk göster! Bir kimse ümmetimin işinde bir vazife alır da onlara hoş muamele ederse sen de ona hoş muamele eyle!” buyurmuştur.
(Müslim, İmâre, 19; Buhârî, Cum’a, 29, Menâkıb, 25.)
İdarede zorluk görenler, halka zorluk gösterenlerdir; kolaylık görenler ve Allah’tan yardım alanlar da halka hoş muamele edenlerdir.
Yöneticiler halka zorluk göstermeyen, davranışlarıyla nefret toplamayan ve işleri kolaylaştıran bir yol izlemelidirler. Zira halk nefret etmeye başladığı zaman yöneticiden soğur ve desteğini çeker. Bunun sonucunda da işler aksamaya ve tıkanmaya başlar.
Ömer bin Abdülaziz’i halife yaptıkları zaman, Sâlim bin Abdullah, Reca bin Hayve ve Muhammed bin Kaba, “Ben, bu işe düştüm. Kurtuluş çarem nedir” diye sorduğu zaman onlar:
“Yarın kıyamet gününde azaptan kurtulmak istiyorsan, Müslümanlardan yaşlılarını baban yerine koy, gençlerini kardeş kabul eyle, çocukları kendi çocukların gibi düşün! Kadınları ise kız kardeşin ve annen gibi kabul eyle. Onlara; annene, babana, kardeşine ve çocuklarına yaptığın gibi muamele eyle” dediler.
Harun Reşid, nasihat isteyince Fudayl bin Iyâz şöyle dedi:
“İslam ülkesi, senin evin gibidir. İnsanları ev halkın gibidir. Babalarına, kardeşlerine ve çocuklarına iyilikle muamele eyle. Korkarım şu güzel yüzün ateşle yanar ve çirkinleşir. Güzel yüzlerden niceleri Cehennemde çirkinleşir ve emîrlerden niceleri orada esîr olur.”
9. Birlikte yaşamanın belli başlı kuralları
a) Ölçüyü bilip kavramak, ölçüye göre inanmak ve ölçüye göre davranmak
Ölçüyü kavrayan ve ölçüye uyan daima gelişir, ölçüyü kavramayan daima değişir. Yanılmayan ancak Allah Teâlâ ve yanılgıdan korunan, isabet edemeyince o halde bırakılmayıp Allah Teâlâ tarafından düzeltilen Hz. Peygamber Efendimiz’dir.
Yegâne ölçümüz; Kur’ân-ı Kerîm, Hadîs-i Şerîfler, Sahâbe-i Kirâm’ın âyet ve hadislerden ulaştığı icmâdır.
Ölçüyü neye göre kavramalıdır?
İcmayı esas alan, ihtilafları -delilleri olmak şartı ile- zenginlik sayan âlimlerin değerlendirmesine göre kavramalıdır. Çünkü avam müslümana gereken, her meseleyi âlimlere götürmektir. Zira Allah Teâlâ “Bilmiyorsanız zikir ehline (Kitap ve Sünnet’ten hüküm çıkaran ictihad ehline) sorunuz!” buyurmuştur.
(Nahl sûresi, 16/43; Enbiyâ sûresi, 21/7.)
Ölçüler Şunlardır:
1) Ölçü bilgi: İslâm=Kitap+Sünnet: Vahiy.
Kitap ve Sünnet’ten çıkarılan iki ölçü/usûl vardır:
a) Usûliddîn, itikâdî konuları anlamanın usulüdür
b) Usûl-i Fıkıh, amelî konuları anlamanın metodolojisidir.
İtikâdî konularda usûliddîne, amelî konuları usûl-i fıkha göre hareket etmeli, bunun için de fıkıh kitaplarına âlimler denetiminde başvurmalıdır.
2) Ölçü insan: Hatadan korunmuş ve Allah tarafından özel yetiştirilmiş olan Hz. Peygamberdir. “Benim yerimde olsa ne yapardı?” deyip bilerek örnek alınmalı, izinden gidilmelidir.
3) Ölçü hareket: Kur’ân-ı Kerîm ve Hadîs-i Şerîflerde belirtilen peygamberlerin tevhid hareketidir. Bizden öncekilerin şeriatı, Kitap ve Sünnet’e müracaat şartıyla bizim şeriatımız gibidir.
Kitap ve Sünnet’te geçen şartlarla bizim şartlarımız örtüşüyorsa, o zaman âlimler kurulunun değerlendirmesine göre Kitap ve Sünnet’te geçeni kendimize ölçü alırız.
4) Ölçü toplum: Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yetiştirdiği Sahâbe-i Kirâmdır. Sahabe-i Kiram’ın icmasını ve icmaya muvafık olan söz ve fiillerini ölçü almalıdır.
ek.
Kardeşler hakkında hangi görevlerimiz varsa onu yerine getirmek.
İnsan kardeşlerimize iyilik etmek, hakkı tebliğde bulunmak ve İslâm’ı temsil edecek şekilde örnek olmaktır.
Din kardeşlerimize kardeşçe davranmak, kardeşler arasını düzeltmek, birbirimizin derdiyle dertlenmek, hata edince af dilemek, bize hata edilince affetmek, doğru bilgi sahibi olmalarını temin etmek ve sosyal yapıya zarar verenlerden de şikâyetçi olmak.
Bu konuda en temel ölçü şu hadîs-i şerîflerdir:
“Sizden biriniz kendisi için sevdiği şeyi kardeşi için de sevmedikçe iman etmiş olmaz.”
(Buhârî, Îmân, 7; Müslim, Îmân, 71-72; Tirmizî, Kıyâmet, 59; Nesâî, Îmân, 19, 33; İbn Mâce, Mukaddime, 9.)
Dünyada huzur isteyen, kardeşlerine huzur vermeli; sevdiği güzellikleri, nimetleri kardeşler için de sevmeli ve ikram etmelidir.
“Kim, cehennemden uzaklaştırılıp cennete konulmayı isterse, ölümünü, Allah’a ve âhirete inanmış olarak karşılasın. Bir de başkalarına karşı, kendisine nasıl davranılmasından hoşlanıyorsa öyle davransın.”
(Müslim, İmâre, 46; Nesâî, Bey’at, 25; İbn Mâce, Fiten, 9.)
Dünyada ve âhirette huzur isteyen, kardeşlere karşı empati kurmalı ve beraberce imanlı yaşayıp imanlı olarak ölmeye çalışmalıdır.
“Mü’minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir organı hastalanınca diğer organlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.”
(Buhârî, Edeb, 27; Müslim, Birr, 66.)
Sağlam ümmet yapısının temeli, sevgidir. Sevginin ispatı ise merhamettir. Merhametin gereği de kardeşlerini maddî ve manevî hastalıklardan korumaktır.
c) Her insan ayrı bir insandır; farklılıklarımızı kabullenmek, mezhep ve meşrep farklılıklarını hazmetmek
Allah Teâlâ, insanları tek bir ümmet olarak yaratmayı dilememiştir. İnsanlara merhametin gereği, Hakkı batılı ortaya koymuş, sonra da insan iradesine önem vermenin ifadesi ve gereği “De ki: Hak Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin” buyurmuştur.
(Kehf sûresi, 18/29.)
Mü’minleri de tek bir mezhep ve tek meşrep üzerinde yaratmamıştır. Nasıl ki dışımızdaki gayrimüslimleri var kabul ediyorsak, bizim mezhebimizin ve bizim meşrebimizin de dışındakilerini var kabul edeceğiz; hem de onları da kendimiz gibi -İslam’dan çıkmadıkça- mü’min sayacağız. Elbette Allah’ın mü’min saydığını mü’min, kâfir saydığını da kâfir sayacağız.
Hz. Peygamber (s.a.s.), hadîs-i şerîfte şöyle buyurmuştur:
“Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacak, birisi hariç hepsi cehennemdedir.” Dediler ki: O bir (kurtulan fırka) kimlerdir ya Rasûlallah? “Benim ve Ashabımın üzerinde bulunduğu (fırkadır)” diye cevap vermiştir.”
(Tirmizî, Îmân, 18; İbn Mâce, Sünen, 1, Fiten, 17; Ebû Dâvûd, Sünnet, 1; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 332, III, 120.)
Birbirimize cehennemlik fırkadan değil, Hz. Peygamber ve Ashabının bulunduğu Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ten olması gerektiği üzerinden uyarıda bulunmamız gerekir. Çünkü mü’minler, ancak en üstün gerçek, en üstün rehber ve en üstün cemaatte birleşebilirler.
Elbette en üstün gerçek, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği gerçektir; en üstün rehber, Hz. Peygamberdir; en üstün cemaat, Hz. Peygamber’in yaşadığı, Ashabının da izinde yürüdüğü cemaattir.
d) Mü’minler, münakaşayı değil müzakereyi seçmeliler; konuştukları zaman ihtilaf konularını değil ittifak konularını konuşmalıdırlar.
Münakaşa, kalpleri birbirinden soğutur, kırılmalara ve hatta ayrılmalara sebep olur.
Münakaşa o kadar önemlidir ki münakaşayı terk edenler, Hz. Peygamber tarafından cennetle müjdelenmiştir:
“Haklı da olsa münakaşayı terk edene cennetin kenarında bir köşk verileceğine ben kefilim.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 7; Tirmizî, Birr, 58; İbn Mâce, Mukaddime, 7.)
İttifak konuları az görünse bile ağırlığı çok fazladır. İttifak konuları kesin hüküm ifade eder, ihtilaf konularındaki ictihadlar ise zannîdir. Elbette müctehidin zannı da bir ilim ifade eder. Çünkü kaynağı yani ictihad için ele aldığı konunun delili ya âyettir ya da hadîstir.
9. Birlikte yaşamanın belli başlı kuralları
e) İslâm ahlakını geçerli değer kılmalı, kim ahlaklı ise değer verilmeli hem ahlaklı ve âdil hem mesleğinin ehli ise daima tercih edilmeli ve bu önem verme âleme deklare edilmelidir.
Ahlakın en alt seviyesi, kötülük etmemek; orta seviyesi, iyilik etmek; en üst seviyesi ise kötülük edene bile iyilik etmektir. Bugün en alt seviyesinde bile sınıfta kalanımız çoktur.
Bu konuda Hz. Peygamber Efendimiz ne güzel buyuruyor:
“İslâm, güzel ahlâktır.”
(Kenzü’l-Ummâl, III, 17, Hadis No: 5225.)
“Müslüman, insanların (o müslümanın) dilinden ve elinden emin olduğu kimsedir.”
(Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.)
Müslümanlar birbirinden emin olduğu zaman dünya cennet olur.
f) Müslüman olarak önce birbirimizi Allah için sevmek, birbirimize nasihat etmeyi ve nasihati dinlemeyi kabullenmek sonra kardeşimizi kendimize tercih etmek.
g) Mutlak örnek olan Peygamberimizi, onu izleyen Sahabeyi, daha sonra günümüze kadar gelen büyükleri tanıyıp tanıtmak, örnekliklerini gündeme getirmek, günümüzde bulunan büyüklerimizin de kıymetini istifade ederek ortaya koymak.
h) Sadece maddeye önem veren değil hem maddî hem manevî yönden kalkınmaya önem veren, kökü mazide olan âtî bir neslin yetişmesi için halkın bu anlayışa sahip çıkmasını sağlamak.
i) Toplumda ehliyeti, adâleti ve hakkın hâkimiyetini tesis etmeye; kardeşliği ve huzuru bozanlara müsamaha etmemeye, belki cezalandırılmalarını sağlamaya çalışmak.