7. Değer veren ve tevazu sahibi olan, Hakka tâbi halka metbû’ olan ve hata ettiği zaman hatasını kabul eden kimsedir.
Değer veren değer görür. Zira insanların yanındaki değerini görmek isteyen, insanların kendisi yanındaki değerine bakmalıdır. Müslüman kişi değer kazandığı zaman şahsında İslâm değer kazanmış olacaktır, dolayısıyla da tebliğde başarı sağlanır.
“Bir kimsede kibir varsa onun kibirli hali, söz söylerken soğan gibi kokar.”
Hz. Mevlana
“Bilgi büyük adamı alçakgönüllü yapar, normal adamı şaşırtır, küçük adamı kibirlendirir.”
Molla Câmî
Büyük adam, nefsine değil Hakk’a tabi olduğu için büyük adamdır. Hak, severse sevdirir, sevindirir ve halka metbû/kendisine uyulan kılar.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“İman edip sâlih ameller işleyenler için Rahmân (çok merhamet eden Allah, gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.”
(Meryem sûresi 19/96)
Büyük adam, düşmanında bile hakkın tecelli ettiğini görünce düşmanına "sen haklısın" der.
1982 tarihinde va’zdan dolayı 163. madde laiklik suçu ile hapiste yatarken bir sünnî kardeş ile bir alevî arkadaş münakaşa ettiler. Sünnî kardeşe “Sen haksızsın!” Alevî arkadaşa da “Sen haklısın!” dedim. O alevî arkadaşın bu anlayış karşısında İslam’a bakışı değişti, Kur’ân-ı Kerîm öğrenmeye ve namaza başladı. İşte hak, kimde tecelli ederse etsin hakkı kabul etmenin bereketi!.
Büyük makamdaki büyük insanların bu hak konusundaki tavrı daha önemlidir, daha hayırlı netice kazandırır. İşte bu anlayış ve tavır, etrafına büyük insanları mıknatıs gibi çeker.
“İnsanlar yanlış yapabilirler, yalnız büyük insanlar yanlışlarını anlarlar.”
F. V. Kotsebue
8. Sabır ve şükür kahramanı olan
Büyük adam, daima imtihanda olduğunun idrakinde olan insandır. İdrak ehli, Allah’ın da yardımıyla imtihanı kazanan kimsedir.
Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Her nefis/canlı ölümü tadacaktır. Sizi, şerle de hayırla da imtihan ediyoruz (edeceğiz de). Ve siz ancak bize döndürüleceksiniz.”
(Enbiyâ sûresi 21/35)
Demek ki insan her iki halde de imtihandadır. İnsan, şerle yani hastalık, fakirlik, sıkıntı ve darlıkla imtihanda; hayırla yani sağlık, zenginlik, rahatlık ve genişlikle imtihandadır.
Şer imtihanı, sabırla; hayır imtihanı, şükürle kazanılır.
Sabrın bir manası, Allah’ın bela hükmüne rıza göstermektir. Mü’min, musibete uğrayınca “innâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn: Muhakkak biz her şeyimizle Allah’a âitiz ve muhakkak O’na döneceğiz” diyerek razı olduğunu hem kalbiyle hem diliyle itiraf ederek ilan eder.
Şükür, kalbiyle bütün nimetlerin Allah’ın olduğuna itikat etmek, diliyle “elhamdü lillâh” diyerek itiraf etmek, bedenen de ibadet ve itaat etmektir.
Bu iki konu hakkında Rasûlullah Efendimiz şu müjdeyi vermiştir:
“Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Kendisine sevinecek bir şey isabet etse, şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.”
(Müslim, Zühd, 64; Dârimî, Rikâk, 61; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 24.)
Mü’min, sabrı gerektiren durumunda sabreder, şükrü gerektirecek durumunda da şükrettiği için, bir eli yağda bir eli balda demektir.
Cennet de sabırla kazanılmaktadır. Mü’minler cennete girince ve melekler her kapıdan cennet ehli olanların yanına varınca:
“Selam size sabrettiğinize karşılık (cennete nail oldunuz)! Dünya yurdunun sonu (cennet) ne güzeldir, (derler).”
(Ra’d sûresi 13/24)
Şükür, nimetlerin artmasına sebep olur; sabır, dünyada ve âhirette başarıya ve mutluluğa sebep olur.