Kur'ân-ı Kerîm’de “dünya” kelimesi, “el-hayâtü’d-dünyâ” terkibi ile birlikte 115 defa geçmektedir.
(Abdülbâkî, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, Kâhire, 1988, s. 27-30, 332-335.)
Dünya kelimesinin mukabili olan âhiret de aynı sayıda geçmektedir. Bu da gerçekten dünya ile âhiretin dengeli olması gerektiğine işaret vardır.
Dünyadan hayat yeri, yaşanılan yer olarak bahsedilince arz/yeryüzü olarak ifade edilir. Fakat ahirete vasıta veya engel olmasından bahsedlirken dünya kelimesi ile ifade edlilir.
Dünya, âhiret içindir. Dünyayı kazanmak, âhireti kazanmak için olmalıdır.
Âhiret, gaye; dünya vasıtadır. Vasıta neye vasıta olursa vasıta olduğu şeyin hükmünü alır. Dünya, âhirete vesile olursa âhiretten sayılır; dünya, âhirete vasıta olmazsa engelden sayılır.
Akıllı adam, dünyasını da âhiretini de terk etmez. Dünyasını, âhirete vasıta olduğu için terk etmez. Âhiretini de dünyanın maksadı âhiret olduğu için terk etmez.
Abdullah b. Ömer (r.anhümâ) diyor ki:
Bir gün Rasûlullah’ın yanında iken Ensar’dan bir adam gelip selâm verdi ve:
- Yâ Rasûlallah! Hangi mü’min daha faziletlidir? diye sordu. Rasûlullah (s.a.s.):
- “Ahlâkı en iyi olan mü’min”, diye cevap verdi. O zât yine:
- Yâ Rasûlallah! Hangi mü’min daha zekidir? diye sorunca şöyle buyurdu:
- “Ölümü en çok hatırlayıp ölümden sonrası için en iyi hazırlık yapanlar zeki adamlardır.”
(İbn Mâce, Zühd, 31.)
Gerçek mü’min, dünyayı, âhireti kazanmak için kazanır. Allah’ın rızasını ve cenneti kazandıran dünya, yerilen değil övülen dünyadır.
Hz. Ebûbekir, Hz. Osman, Hz. Abdurrahman b. Avf (r.anhüm)’ın dünyaları, dünyada iken İslam’ın hâkimiyetini sağlayan, zenginle fakir arası uçuruma engel olan zekât ve infak köprüsünü sağlayan, âhirette de ebedî mutluluk yeri olan cenneti kazandırmıştır.