1. Hedef koymak: Nihâî hedef ve ara hedefler belirlemek
2. Ömürlük, birkaç senelik, senelik, aylık, haftalık ve günlük planlar yapmak
3. Detaylandırılması gerekenleri tespit edip program yapmak
4. Hedefe ulaşmada planı gerçekleştirecek ekibi tespit etmek, yetiştirmek sonra görev vermek sonra da neticeyi istemek
1. Hedef koymak: Nihâî hedef ve ara hedefler belirlemek
Ara hedefler nihâî hedefe götürücü olmalıdır. Ara hedef nihâî hedefe götürürse nihâi hedeften sayılır, götürmezse engelden sayılır.
Nihâî hedef, insandan üstün olmalıdır ki kendimizi feda etmeye değsin. Müslüman, dünyadan da âhiretten de daha üstündür. Çünkü dünya ve âhiret Müslümana hizmet için yaratılmıştır. İnsanın hedefi dünyadan da âhiretten de üstün olmalıdır. O üstün hedef de Allah’ın rızasıdır.
Ara hedeflerin nihâî hedefe ulaştırıcı olmasının şartı, Allah’ın koyduğu helal-haram sınırına dikkat etmesidir. Ara hedefler elde edilirken bu şart gözetilirse, her bir ara hedefi elde ettikçe nihâî hedefe yaklaşılıyor demektir.
Ara hedefler elde edilirken daima tercihlerin doğru olmasına dikkat etmek gerekir.
Tercihlerle ilgili Ashab-ı Kiram’dan bazı tavsiye, nasihat ve öğütler:
Muaz b. Cebel (r.a.) yanına gelen kimseye tercihle ilgili şu tavsiyede bulunur:
“Sana iki tavsiyem var: Eğer onları tutarsan Allah tarafından korunursun: Dünyada hiçbir şeysiz yaşayamazsınız, âhirette ise daha çok şeye muhtaçsınız. Âhirette muhtaç olacağın şeyleri dünyadaki ihtiyaçlarına tercih et. Bunu kendine bir disiplin, bir huy ve alışkanlık edininceye kadar devam et.”
Cündüb el-Becelî (r.a.) şöyle öğütte bulunur:
“Allah’a muhalefetten sakınınız. Kur’ân okuyunuz. Çünkü Kur’ân, sıkıntı ve ihtiyaç içinde olanlar içinde olanlar için karanlık gecelerde nur, gündüzleri de ışıktır. Başınıza bir bela geldiği zaman canınızı değil de mallarınızı feda ediniz. Başınıza gelen bir bela karşısında canınızı veya dininizi feda etmek durumunda kalırsanız, canınızı feda ediniz. İyi bilin ki, esas zararda olan, dininde zarara girmiş olandır. Esas helak olan kimse de, dini bakımdan helak olandır. Cennete giren için fakirliğin bir önemi yoktur. Cehenneme giren için de zenginliğin hiçbir faydası yoktur.”
Abdullah b.Mes’ûd (r.a.)’un öğüdü:
“Kula, fakirlik zenginlikten, tevazu şöhretten daha iyi görünmedikçe ve başkalarının övmesi ile zemmetmesi, kendisinde bir değişiklik yapmadıkça gerçek imana sahip olmuş sayılmaz.”
Abdullah b. Mes’ûd’un arkadaşları onun bu sözlerini şöyle tefsir ettiler:
“Kul, helal yoldan kazandığı fakirliği haram yollarla kazanılan zenginlikten, Allah’a itaat ederken gösterilen tevazu, Allah’a isyan ile kazanılan şereften daha üstün görmedikçe ve hak yolda başkalarının kendisini övmesini ve yermesini aynı tarzda karşılamadıkça gerçek imana sahip olmuş sayılmaz.”
Ebudderdâ (r.a.)’nın öğüdü:
“İyilerinizi sevdiğiniz müddetçe hayırda devam edersiniz. Aranızda gerçekler söylendiği müddetçe hakkı tanımışsınız demektir. Hakkı tanıyan onunla amel eden gibidir.”
Sâlim b. Ebu’l-Ca’d, Ebudderdâ’dan naklediyor:
“Kişi, farkında olmadan mü’minlerin nefretini kazanmaktan kaçınsın. Bu nasıl olur biliyor musun?” dedi. Ben de: Bilmiyorum, dedim. Şöyle izah etti:
“Kul, Allah (c.c.)’a âsi olur. Bunun üzerine Allah da, o farkında olmadan, diğer mü’minlerin kalplerine, ona karşı kin yerleştirir.”
Übey b. Ka’b (r.a.)’ın öğüdü:
“ Kul, Allah (c.c.)’ın rızasını kazanmak için bir şeyi terk ederse Allah ona, terk ettiğinden daha hayırlısını, hiç ummadığı bir yerden verir. Eğer kul o şeyi terk etmez hafife alırsa Allah ona hiç ummadığı bir yerden terk etmediğinden daha beterini verir.”