Sonsuz, cennettir. Son, hayatın sonudur. Cenneti kazanmak, sonu kazanmakla mümkündür. Sonu kazanmak, imanlı olarak ölmekledir. İmanlı ölmek için imanlı olmak, iman üzere yaşamaya gayret etmek ve iman üzere ölmeyi dert edinmek, imanlılarla beraber imanın gereği Kur’ân’ı hayata hâkim kılarak yaşamak ve Kur’ân’dan ayrılıp parçalanmamak gerekir.
İşte bütün bunları ortaya koyan ilâhî hüküm şu âyet-i kerîmelerdir:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gereği gibi takvalı olun ve siz ancak Müslümanlar olarak ölünüz! Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’nın bütününe) sımsıkı tutunun, parçalanıp ayrılmayın!...”
(Âl-i Imrân sûresi 3/102-103)
Sonsuzu kazanacak kimsenin iman sahibi olması lazımdır ki önce “Ey iman edenler!” diye hitap edilmiştir. Cennete direk girmeye iman sahibi olmak yetmez takva gerekir ki “Allah’a karşı gereği gibi takvalı olun!” buyrulmuştur.
“Takva, dikenli tarlada ayağına diken batmadan yürümektir.”
Ebu Hureyre (r.a.)
Takva, korunmaktır; Allah’ın ve Rasûlünün yasakladıklarını işlemekten emirlerini de terk etmekten korunmaktır. Takva, Hakk’a ve halka karşı hassas davranmak, kılı kırk yarmaktır.
Ölürken Müslüman olarak ölmek
Müslüman olarak ölen ebedî kazandı, kâfir olarak ölen ebedî kaybetti demektir. Çünkü itibar, sona bağlıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Ameller, ancak (ölüm sırasındaki) sonlarına göre değerlendirilir”
(Buhârî, Rikâk, 33, Kader, 4; Tirmizî, Kader, 4; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 335.)
İşte bundan dolayı sonu kazanan yani Müslüman olarak ölen sonsuzu yani cenneti kazandı diyoruz.
Müslüman olan, Müslüman ölür. Müslüman ölmek, Müslüman olarak yaşamakla gerçekleşir. Müslüman yaşayıp kâfir ölen ve kâfir yaşayıp Müslüman ölen enderdir. Müslüman olarak yaşamak, ancak Kur’ân’a uymakla gerçekleşir ki “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’ân’nın bütününe) sımsıkı tutunun” buyurmuştur.
Niçin “Allah’ın ipine sımsıkı tutunun” buyurdu?
Uçurumda olan kişinin kurtuluşu, ancak yukarıdan uzatılan sağlam ipe tutunmakla mümkün olur. İpin sağlamlığı ipin sahibinin sağlamlığına bağlıdır. Allah’ın ipinden daha sağlam ip yoktur. Bazen mecaz, sarihten daha beliğ olur. Yani Allah’ın ipi olan Kur’ân’dan başka çare yoktur. Ancak tek başına değil bütün toplum olarak Kur’ân’a sarılmak gerekir. Hem de bir kısmına değil, Kur’ân’ın bütününe tutunmak; hem iman esaslarına, hem ibadet, ahlak ve ahkâmına tutunmak gerekir.
Toplum olarak Kur’ân’a uymak nasıl mümkün olur?
Toplum olarak Kur’ân’a uymak, haramları yasak edecek, farzları emredecek müeyyide uygulayacak devlet gücüyle mümkün olur. İşte bundan dolayı olsa gerektir ki Hz. Peygamber (s.a.s.) hicret edip Medine’ye göçünce, İslam devletini kurdu, anayasasını belirledi, sayımını yaptı, ordusunu kurdu. İşte böylece Müslüman toplumun bütününde İslam uygulanmaya başladı.
“Parçalanıp ayrılmayın!...”
İnsanlar ancak en üstün gerçekte birleşebilirler. En üstün gerçek Allah’ın gerçeği olan Kur’ân-ı Kerîm’dir. Demek ki Kur’ân, iyi anlaşılır ve iyi kavranırsa, Kur’ân, canlısı olan Hz. Peygamber (s.a.s.) izlenerek uygulanırsa ayrılma ve parçalanma olmaz. Bu da ancak icmada birleşmek, icmaya muhalif olmamak ve deliliyle ictihad etmek şartıyla gerçekleşebilir. Ama mutlak doğru olan Kur’ân ölçüsü, kaybolursa her kes yanlışını doğru zannetmeye başlar. İşte bunu da şu âyetten öğreniyoruz:
“(İnsanlar, din) işlerini kendi aralarında (dini terk ederek) parça parça oldular. Her hizip/grup (hak üzere olduklarını sanarak) kendilerinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedirler.”
(Mü’minûn sûresi 23/53)